Hâce-i Hâcegân
HÂCE-İ HÂCEGÂN
Hâcegân Yolunun Hocası, Hâcegân Vakfı Genel Başkanı.
HÂCE-İ HÂCEGÂN
Hâcegân Yolunun Hocası, Hâcegân Vakfı Genel Başkanı.
Hâcegân Tasavvuf Enstitüsü; gerçek alim ve kamil insanların yetiştirildiği bir velayet okuludur. Buradan zamanın hâceleri dediğimiz asrın bilginleri, mütefekkirleri, münevverleri, arifleri ve âşıkları yetişir.
Zamanın kâmil insanları mesabesindeki hâcelerinden; her an hay olan Cenabı Hakla yaşadıkları aşk ocağından elde ettikleri; sıcak, mis kokulu ekmek misali, taze ve katışıksız, muhabbet kokan, hikmetler husule gelir. Bu dem; kiminde aşk olur, kiminde irfan olur, kiminde ilim olur. Olur da olur. Ashabı güzin gibi bin bir çiçek olup açarlar. Bu dem su misali gibidir. Tohumu cihetinde bitki yetişir.
Tasavvuf Enstitüsünde; “Hâcegân yolu fikriyatı” talim ve tatbik edilir. Hâcegân yolu fikriyatı maya gibidir. Sahibi Hâce-i Kâinat Muhammed Mustafa’dır ﷺ. O, ashabı güzini mayalamış, Ashab da sonraki zamanın hâcelerini mayalayarak günümüze kadar bozulmadan gelmiştir. Tıpkı sütün yoğurtla mayalanması gibi. Bugün sağlıklı maya ile mayalanan yoğurt, bembeyaz ve tadı da ilk günkü yoğurdun tadındadır. Hâcegân vakfı fikriyatı, bu maya misalidir. Nasibi olan herkesi mayalama gücüne sahiptir. Abı hayat gibidir. Serin, soğuk su gibidir. Her derde şifadır. Zira insanlığın tüm hastalıklarının sebebi iman zafiyetindendir. Allaha (cc) inandım diyen çoktur ancak Allah (cc) varmış gibi yaşayan azdır.
İşte zamanın Hâcesi; aşk ocağı denilen gönülden, her an hay olan ve tenezzülen iskan buyuran Cenabı Hakla yaşadığı anın deminden, anın hikmetini ve hakikatini istinbat edebilen, getirebilen kişidir. Bu dem sonucu çıkan yepyeni sıcacık bu fikirler, 70 yıl ibadet gücündedir[1]. Pas sökücü mesabesindedir. Hasta kalplere şifa, paslı gönüllere cila hükmündedir.
Bugün insanlığın ihtiyacı; zamanın münevver, mütefekkir, Allah adamları dediğimiz zamanın hâcelerinin Haktan getirdikleri, anın hikmeti mesabesindeki fikirlerdir. Bu adamlardan doğan fikirler, abı hayat gibidir. Bu hayat suyu, önce kendilerine hayat verir, hay olurlar, yeniden dirilirler. Hararetlerini ve ateşlerini ancak bu su söndürür. Sonra Hak vergisi olan ve bitmeyen, tükenmeyen bu suyun bereketini Cenabı Haktan bilerek susuz çoraklaşmış gönüllere ulaştırma gayreti içerisine düşerler.
Bilir ki, gönüller Cenabı Hakkın evleridir. Yapılan her yeni gönül, Hakkın iskan buyuracağı evdir, yeni bir ocaktır, nice demlerin yaşanacağı yerdir.
Bilir ki, ateşi de veren O’dur. Suyu da veren O’dur. O’ndan O’na deveran eden O’dur. Yeter ki ortada sen olmayasın, ben olmayayım, hep O, olsun.
…..
Ademliktir[2] insanı âdem[3] yapan,
O demdir âdemi ayakta tutan,
Demi demdir bu âlem,
Ademi âdemler doğuran,
Hâce-i Hâcegândır, yâri dost besti best.
Hülasadır insan bu kevni âlemin,
Hazreti insandır gaye-i kelamı kadimin,
İnsanı hazret yapan tohumudur kâmilin,
Hâce-i Hâcegândır, dostu yâr besti yâr.
…..
[1] İbn Abbas ve Ebu’d-Derda‘dan rivayet edildiğine göre “Bir saat tefekkür yetmiş yıl ibadetten hayırlıdır.” Bkz.: Aliyyu’l-Kārî, Esrâru’l-Merfû’a, 175; Suyutî, Camiu’s-Sağir, II/127; Aclûnî, I/310)
[2] Adem: yokluk.
[3] Âdem: insan, insanı kâmil.
HÂCEGÂN TASAVVUF ENSTİTÜSÜNDEN HABERLER
Hâcegân Tasavvuf Enstitüsü, Hâcegân Vakfı Gençlik Ocakları Başkanlığı ile Prof.Dr. Ahmet Hamidi Vakfı işbirliğiyle “İslam ve Tasavvuf” isimli söyleşi, 1 Ekim 2023, Pazar günü, saat:17.00’da, Hâcegân Vakfı Genel Merkezinde düzenlendi.
HÂCEGÂN VAKFI SENEDİNİN 4. MADDESİ ŞÖYLEDİR:
Vakfın gayesi; insanların ilmî, ahlâkî, dinî, sosyal, kültürel ve manevi yönden gelişimlerine yardımcı olmak ve huzurlu bir toplum oluşmasına katkıda bulunmaktır. Bu katkının gerçekleştirilmesinde “Hâce Abdulhâlık Gucduvânî” ve “Hâce Ahmet Yesevî” ile “Hacı Bektaşi Veli” ve “Hacı Bayramı Veli” gibi toplumda genel kabul görmüş büyük insanlar ilham kaynağı olarak görülür.
HÂCEGÂN VAKFI SENEDİNDE ZİKREDİLEN VE VAKFIN GAYESİNİ GERÇEKLEŞTİRMEDE İLHAM KAYNAĞI OLARAK GÖRDÜĞÜ DÖRT İSİM.
1. HÂCE ABDULHALIK GUCDUVANİ
2. HÂCE AHMET YESEVİ
a. Hayatı: Kısa Video: Hâcegân Vakfı
3. HACI BEKTAŞI VELİ
a. Hayatı: Kısa Video: Hâcegân Vakfı
b. Hayatı Sesli Kitap: Faruk Dilaver
4. HACI BAYRAMI VELİ
b. Hayatı: Kısa Video: Hâcegân Vakfı
c. Hayatı: İslam Ansiklopedisi
Terim Tanım
Hâce, bugünkü yaygın kullanımı ile hoca demektir. Hâcegân ise hâcenin çoğulu hocalar şeklinde tanımlanmaktadır. Hâce kelimesinin kökeninin nereden geldiği konusu tam olarak bilinmemekle birlikte kaynaklarda çeşitli rivayetler yer almaktadır[1]. Öz anlatımla Hâcegân; asrın bilginlerine, mütefekkirlerine, münevverlerine, ariflerine, âşıklarına en üst seviyede verilen bir isimdir
Tarihin seyri içinde Hâcegân isminin ortaya çıkışı, Orta Asya ve Maveraünnehr dediğimiz bu bölgede Ali Fârmedi hazretlerinden sonra Yusuf Hemedani hazretleri ile başlamıştır. Kendisine Hâce Yusuf Hemedani denilmiştir. O’nun bir halefi Hâce Ahmed Yesevî, diğer bir halefi Hâce Abdulhâlık Gucduvânî vasıtasıyla manevi miras yayılmış ve devam etmiştir. Hâcelikte; Peygamberimizin (sav) şahsı gibi hem velayete bakan manevi yön hem de devlet adamlığı, siyaseti ve komutanlığı gibi zahire bakan yön bulunmaktadır. Bazı zamanlarda mana ile zahir ayrı ayrı kişilerde toplanırken bazen mana ve zahirin tek kişide toplandığı şahsiyetler de olmuştur.
Hâcelikte; zahir ile mana bir şahsiyette toplandığı için mavera denilen bölgede kurulan muhtelif İslâm devletlerinin teşkilâtlarında idari bir terim olarak da kullanılmıştır. Özellikle Sâmânîler, Gazneliler ve Selçuklularda hükümdardan sonra gelen vezir bu unvanla anıldığı gibi diğer bazı resmî ricâlin de unvanı olmuştur. Örneğin, Selçuklularda devletin birinci adamı ve sultanın mutlak vekili olan vezire “Hâce” denilmiştir. Nizâmülmülk’e “Hâce” veya “Hâce-i Büzürg / Büyük Hoca” diye hitap edilmiştir. Nizâmülmülk’ün Siyasetname adlı eserinde bürokrasi mensubu memurlar da Hâce veya Hâcegân şeklinde isimlendirilmiş, Hâcegâna mensup kimselerin “Hâce-i Saîd, Hâce-i Reşîd, Hâce-i Kâmil” gibi lakaplarla anılmaları gerektiği belirtilmiştir[2].
Harizmşahlarda da büyük ricâle ve vezirlere Hâce denilmiş, büyük vezir “Hâce-i Cihân” şeklinde anılmıştır. Yine İlhanlılar, Timurlular, Karakoyunlu ve Akkoyunlular da Hâce unvanını kullanmışlardır. Hatta Hindistan’da kurulan sultanlıklar da bile bu Hâce unvanı kullanılmış sultanlarına “Hâce-i Cihân” denilmiştir[3].
Hâce veya hoca unvanı resmî kullanış dışında çok değişik şekillerde farklı zümreler arasında da yaygınlık kazanmıştır. XII. yüzyılda “sahip, efendi, tahsil görmüş kişi” anlamlarında kullanılarak “kadılar, imamlar, şehir reisleri” bu lakapla anılmıştır. Anadolu Selçuklularında ticaretle uğraşanlar ve zanaat ehli olanlar özellikle şehrin divan görevlileri arasında yer alan büyük tacir üstatlarına Hâcegân denmiştir. “Hâce-i Bâzâr” tabiriyle esnaf ve tüccar erbabı kastedilmiştir. Köylerde ve şehirlerde kanaat önderlerine bir dönem Hâce denilmiştir[4]. İlerleyen yıllarda Hâce kavramı bazı farisi bölgelerde itibarsızlaştırılmaya, uygunsuz kişilere lakap olarak verilmeye çalışılsa da[5] “Hâce-i Cihân, Hâce-i Kâinat, Hâce-i Düserâ, Hâce-i Rusül, Hâce-i Âlem”[6] gibi Peygamberimize (sav) ait sıfatların ve İslami değerlerin ağır basması sonucu neticede başarılı olunamamıştır.
Türkçe’de lakap olarak hem özel isimden önce (Hoca Ahmet, Hoca Nasreddin, Hoca Sâdeddin gibi) hem de -daha çok XX. yüzyıl Türkçesi’nde- özel isimden sonra da (Nasreddin Hoca, Hüseyin Hoca, Hasan Hoca gibi) kullanılmıştır. Ayrıca bazı tarikatlarda birçok tarikat büyüğü ile şeyh ve pîri bu unvanla anılırken “Hatm-i Hâcegân, Silsile-i Hâcegân” gibi terkipler içinde de çoğul olarak yer almıştır.
Köprülü’ye göre Hâcelik; Abdulhâlık Gucduvânî ve Ahmed Yesevî silsilesinden gelenlere, tarîkat-ı Hâcegân olarak adlandırılan Nakşibendî tarikatına mensup büyük mürşitlere verilen ünvandır[7]
Osmanlıda da daha önceki Türk-İslâm devletlerinde olduğu gibi “Hâce” unvanı kullanılmış ve bürokraside görevli üst memurlara Hâcegân denilmiştir. Hâce unvanı, Osmanlı döneminde yaygın biçimde “Hoca” şeklinde kullanılmıştır. Özellikle mektep muallimleri ve medrese uleması bu unvanla anılmıştır. Şehzade muallimlerine “Hoca” denilmesinin sebeplerinden birisi de “Hâce” unvanının tarihi anlamından kaynaklıdır. Şehzade tahta çıktığı zaman ders aldığı âlimlerden birini kendisine hoca olarak seçer ve bu kişi “Hoca-i Sultânî”, “Padişah Hocası” unvanıyla anılır, teşrifatta da şeyhülislâma denk kabul edilirdi. Bunların görev ve tayinleri ile kendilerine tanınan imtiyazlar hakkında Fâtih Sultan Mehmet Han bir kanunname çıkarmış ve bu kanunnameye “Hocazâdeler Kanunu” denilmiştir[8].
Istılahi Olarak Hâcegân
Toplumlar kültürleriyle tarih sahnesinde yerini alabilirler. Ne kadar zengin bir kültüre sahipseler o kadar köklü bir derinlikleri olur. Kültürüne yabancı, kültüründen uzak bir millet, köksüz bir bitki gibidir. Hemen, asıldığında, kopuverir. Hâcegân, geçmiş kültürümüzden bize mirastır. Bizi geçmişimizle irtibatlayan, alakalandıran, tarihimizin derinliklerinden gelen zengin bir kültürdür.
Bu kültürün kaynağı, membaı İslam’dır. Kur’ân ifadesiyle Allah’a giden yolda, hakikat yolunda Hâcegân; “peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kimseler [9]”dir.
Hâcegân silsilesinde, peygamberler, ashap, ehlibeyt ve evliyaullah, önemli duraklardandır. Dolayısıyla onlarla özdeşleşmiş bir isimdir. Bu silsilede, rabbani zincirde ilk halkada peygamberleri görüyoruz. İnsanlığın hidayet rehberi en hakiki, en kâmil mürşidleri peygamberlerdir. Âdem (as) ile başlayan bu silsile Efendimize (sav) kadardır. Bu sebeple Efendimizin (sav) bir ismi “Hâce-i Kâinattır”, kâinatın hocasıdır. Diğer bir ismi ise “Hâce-i Rusüldür”, peygamberlerin hocasıdır.
Peygamberlerden sonraki rabbani zincirin ikinci halkasına “Ashab-ı Kiram” diyoruz. Efendimizi (sav) baş gözüyle görmüş, onunla sohbetleşmiş, hasbihal etmiş kutlu topluluk. Ashaptan sonra kıyamete kadar gelecek üçüncü halkaya da “Saadatı Kiram” diyoruz. Saadete, selamete, hidayete ermiş topluluk. Kur’an’ın sıddıklar, şehitler ve salihler diye zikrettiği bu topluluğun ismidir.
Hâcegân, bir dönem sadece ilahi silsilenin üçüncü halkasında yer alan kişilerle tanınmıştır. Hâcegân geleneği, Orta Asya ve Maveraünnehr dediğimiz bu bölgede Yusuf Hemedani hazretleri ile tanınmıştır. Yani Cenâb-ı Peygamberden Hazreti Ebubekir Sıddık (radıyallahu anh) vasıtasıyla devam eden bu saadat zincirinde Hâcegân ekolü Ali Fârmedi hazretlerinden sonra Yusuf Hemedani hazretleriyle tanınmaya başlamış ve O’nun bir halefi Hâce Ahmed Yesevî, diğer bir halefi Hâce Abdulhâlık Gucduvânî vasıtasıyla yayılmış ve devam etmiştir. Ta ki bu anlayış, bu kültür, bu zaviye Hoca Muhammed Bahauddin hazretlerine kadar devam etmiştir. Hâce Bahauddin hazretleriyle birlikte bazı anlayışlarda ve dolayısıyla uygulamalarda yapılan değişikliklerden sonra bir isim değişimi olmuş ve bu ekole Nakşibendilik denmiştir. Aslında Hâcegâniyye ekolü Nakşibendiliğin içinde mündemiç bir özdür.
Bu hususlar dikkate alındığında Hâcegân salt bir cemaat ve tarikat anlayışı değildir. İçinde geçmişten bugüne gelen dini, milli, tasavvufi kültürleri mezceden, bunları birleştiren bir yoldur. Her zamanda hakkı üstün tutan bir topluluk bulunsun fehvasınca Hâcegân hak üzere bir araya gelmiş topluluğa verilen isimdir. Hâcegânı diğer topluluklardan ayıran özelliği ise Efendimizden (sav) bozulmadan nesilden nesile aktarılarak gelen İslam mirasına sahip salih insan, varisi nebi dediğimiz insanı kâmil anlayışıyla yoğrulu, İslam medeniyetinin yaşatıldığı velayet anlayışını bünyesinde barındıran yaşayan bir zamanın Hâcesinin varlığıdır.
İnsanı kâmil anlayışına sahip Hâce, zülcenaheyndir. Çift yönlü, çift kanatlıdır. Kendisinde hem zahir dediğimiz Efendimizin (sav) devlet adamlığı, siyaseti, komutanlığı ve diğer yönleri hem de mana dediğimiz İslam’ın manevi mirası bulunur. Hakikatte İslam bir bütündür. İçerisinde devleti, siyaseti, ibadeti ve ukubatı toptan barındırır. İslam’ın hâkim olduğu dönemlerde her iki yönün aktif olarak işletildiği ancak devletlerin İslam’dan uzaklaştıkları dönemlerde Müslümanlık sadece ibadet olarak algılandığı için zahir denilen yön pasif kalmaya mahkûm edilmiştir. Zaman zaman bu iki yön birbirinden ayrışmış, zahir ve mana iki ayrı kişide toplanmıştır. Ne zaman ki bu iki sıfat Efendimiz (sav) ve râşit halifeleri gibi tek insanda toplanmış o zaman yeryüzü sadece Müslümanlar için değil tüm insanlık için de saadet yurdu olmuştur.
Ayeti kerimede buyrulan “kâfirler istemese de Allah (cc) nurunu tamamlayacaktır [10]” ifadesindeki nur kelimesi hem insan hem de İslam’ın hükmü olarak tefsir edilmiştir. Bu iki anlamdan hareketle Allahu Teâlâ önce insanı, tıpkı Efendimiz (sav) ve sahabe dönemi gibi yeniden canlandıracak ve zamanın bu kâmil insanları vasıtasıyla da yeryüzünde hükmünü hâkim kılacaktır.
İşte insanlığın tamamlanmasında rol oynayacak bu mayaya biz kısaca Hâcegân diyoruz. Bu maya ile yeniden özüne dönen insan, Rabbisinin emrine imtisal ile ayeti kerimede geçen nuru da tamamlayacaktır inşallah.
Bu manada Hâcegân Vakfı bir fikir ocağıdır. Günün kâmil insanları mesabesindeki zamanın hâcelerinin her an hay olan Cenabı Hakla yaşadıkları aşk ocağından elde ettikleri sıcak, mis kokulu ekmek misali, o demden elde edilen taze ve katışıksız muhabbet kokan o fikirlerin husule geldiği yerlerdir. Vakfın binaları gönüllerdir. Binalarla, okullarla, kurslarla vakit kaybetmez. Binalara değil insanlara yatırım yapar. Okulu, kursu, tekkesi gönlüdür. Seyyardır. Her yere sığar, açar kurar o demi yaşar yaşatır. Yer geldi mi hemen toplar, kapatır, pratiktir. Onun için bir insan dahi olsa önemlidir. Bir insan uğruna binlerce bina, okul, kurs feda edilebilir. Binalar, okullar, kurslar adı altında insanların feda edilmesine karşıdır.
Bu maya bir fikir mayasıdır. Sahibi Hace-i Kaniat Muhammed Mustafa’dır. O, ashabı güzini mayalamış, ashab da sonraki zamanın hâcelerini mayalayarak günümüze kadar bozulmadan gelmiştir. Tıpkı sütün yoğurtla mayalanması gibi. Bugün sağlıklı maya ile mayalanan yoğurt, bembeyaz ve tadı da ilk günkü yoğurdun tadındadır. Hâcegân Vakfı fikriyatı, bu maya misalidir. Nasibi olan herkesi mayalama gücüne sahiptir. Abı hayat gibidir. Serin, soğuk su gibidir. Her derde şifadır. Zira insanlığın tüm hastalıklarının sebebi iman zafiyetindendir. Allaha (cc) inandım diyen çoktur ancak Allah (cc) varmış gibi yaşayan azdır.
İşte zamanın Hâcesi, aşk ocağı denilen gönülden, her an hay olan ve tenezzülen iskan buyuran Cenabı Hakla yaşadığı anın deminden, anın hikmetini ve hakikatini istinbat edebilen, getirebilen kişidir. Bu dem sonucu çıkan yepyeni sıcacık bu fikirler 70 yıl ibadet gücündedir[11]. Pas sökücü, çamaşır suyu mesabesindedir. Hasta kalplere şifa, paslı gönüllere cila hükmündedir. Bugün insanlığın ihtiyacı, zamanın münevver, mütefekkir, Allah adamları dediğimiz zamanın hâcelerinin getirdikleri anın hikmeti mesabesindeki fikirlerdir. Bu adamlardan doğan fikirler, hayat suyu gibi önce kendilerini hay eder, yeniden diriltir, ateşlerini, hararetlerini söndürür. Sonra hak vergisi, bitmeyen ve tükenmeyen bu suyun, bereketini Cenabı Haktan bilerek susuz çoraklaşmış gönüllere ulaştırma gayreti içerisine düşer.
Bilir ki, ateşi de veren O dur. Suyu da veren O’dur. O’ndan O’na deveran eden O’dur. Yeter ki ortada sen olmayasın, ben olmayayım, hep O, olsun.
…..
Ademliktir [12] insanı âdem [13] yapan,
O demdir âdemi ayakta tutan,
Demi demdir bu âlem,
Ademi âdemler doğuran,
Hâce-i Hâcegândır, yâri dost besti best.
Hülasadır insan bu kevni âlemin,
Hz. insandır gaye-i kelamı kadimin,
İnsanı hazret yapan tohumudur kâmilin,
Hâce-i Hâcegândır, dostu yâr besti yâr.
…..
Hâce-i Hâcegân [14]
Vakıf Genel Başkanı
[1] İpşirli Mehmet; Hâcegân, İslam Ansiklopedisi, C.14, s.430. Ayrıca rivayetler için bkz.
[2] Beyhaki, Muhammed b. Hüseyin; Tarih (neşreden: Kāsım Ganî – Ali Ekber Feyyâz), s. 218-219
[3] Konukçu, Enver; Hâce-i Cihan; İslam Ansiklopedisi, C.14, s.429.
[4] Dıa, Hoca, İslam Ansiklopedisi, C. 18, s. 186.
[5] Sümer Faruk; Hâce Sera, in: Ağa, İslam Ansiklopedisi, C.1, s.451.
[6] Dıa, Hoca, İslam Ansiklopedisi, C. 18, s. 186.
[7] Köprülü, M. Fuad; “Hâce”, İslam Ansiklopedisi, C. V/1, s. 24.
[8] Dıa, Hoca, İslam Ansiklopedisi, C. 18, s. 186.
[9] Nisa Suresi 69. Ayet; “Kim Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır!”
[10] Saf Suresi 8. Ayet.
[11] İbn Abbas ve Ebu’d-Derda’dan rivayet edildiğine göre “Bir saat tefekkür yetmiş yıl ibadetten hayırlıdır.” Bkn:. Aliyyu’l-Kārî, Esrâru’l-Merfû’a, 175; Suyutî, Camiu’s-Sağir, II/127; Aclûnî, I/310.
[12] Adem; yokluk.
[13] Âdem; insan, insanı kâmil.
[14] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân Yolunun Hocası.
Hâcegân yolunun esasları; bugünün insanının kemâlât yolculuğu için güncellenen Hâcegân yolunun 12 esası, Vakıf Genel Başkanımız ( Hâce-i Hâcegân [1] ) tarafından kaleme alınan ve sitemizde yayınlanan başyazılarından derlenmiştir. Yazımı tamamlanan ve yayınlanan esaslara, aşağıda yeşil olarak gözüken bölümlerin üzerine tıklayarak erişim sağlayabilirsiniz.
1. AKLI SELİM OLMAK
2. KALBİ SELİM OLMAK
3. ANLAYIŞI SAHİH OLMAK
4. TEFEKKÜR EHLİ OLMAK
5. MUHASEBEDE DAİM OLMAK
6. ZİKİR EHLİ OLMAK
7. ŞÜKÜR EHLİ OLMAK
8. SABIR EHLİ OLMAK
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
9. ZÜHD SAHİBİ OLMAK
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
10. HİZMET EHLİ OLMAK
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
11. TEVEKKÜL SAHİBİ OLMAK
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
12. TESLİMİYETTE OLMAK
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
[1] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân Yolunun Hocası.
Hâcegân Tasavvuf Enstitüsü; gerçek alim ve kamil insanların yetiştirildiği bir velayet okuludur. Buradan zamanın hâceleri dediğimiz asrın bilginleri, mütefekkirleri, münevverleri, arifleri ve âşıkları yetişir.
Zamanın kâmil insanları mesabesindeki hâcelerinden; her an hay olan Cenabı Hakla yaşadıkları aşk ocağından elde ettikleri; sıcak, mis kokulu ekmek misali, taze ve katışıksız, muhabbet kokan, hikmetler husule gelir. Bu dem; kiminde aşk olur, kiminde irfan olur, kiminde ilim olur. Olur da olur. Ashabı güzin gibi bin bir çiçek olup açarlar. Bu dem su misali gibidir. Tohumu cihetinde bitki yetişir.
Tasavvuf Enstitüsünde; “Hâcegân yolu fikriyatı” talim ve tatbik edilir. Hâcegân yolu fikriyatı maya gibidir. Sahibi Hâce-i Kâinat Muhammed Mustafa’dır ﷺ. O, ashabı güzini mayalamış, Ashab da sonraki zamanın hâcelerini mayalayarak günümüze kadar bozulmadan gelmiştir. Tıpkı sütün yoğurtla mayalanması gibi. Bugün sağlıklı maya ile mayalanan yoğurt, bembeyaz ve tadı da ilk günkü yoğurdun tadındadır. Hâcegân vakfı fikriyatı, bu maya misalidir. Nasibi olan herkesi mayalama gücüne sahiptir. Abı hayat gibidir. Serin, soğuk su gibidir. Her derde şifadır. Zira insanlığın tüm hastalıklarının sebebi iman zafiyetindendir. Allaha (cc) inandım diyen çoktur ancak Allah (cc) varmış gibi yaşayan azdır.
İşte zamanın Hâcesi; aşk ocağı denilen gönülden, her an hay olan ve tenezzülen iskan buyuran Cenabı Hakla yaşadığı anın deminden, anın hikmetini ve hakikatini istinbat edebilen, getirebilen kişidir. Bu dem sonucu çıkan yepyeni sıcacık bu fikirler, 70 yıl ibadet gücündedir[1]. Pas sökücü mesabesindedir. Hasta kalplere şifa, paslı gönüllere cila hükmündedir.
Bugün insanlığın ihtiyacı; zamanın münevver, mütefekkir, Allah adamları dediğimiz zamanın hâcelerinin Haktan getirdikleri, anın hikmeti mesabesindeki fikirlerdir. Bu adamlardan doğan fikirler, abı hayat gibidir. Bu hayat suyu, önce kendilerine hayat verir, hay olurlar, yeniden dirilirler. Hararetlerini ve ateşlerini ancak bu su söndürür. Sonra Hak vergisi olan ve bitmeyen, tükenmeyen bu suyun bereketini Cenabı Haktan bilerek susuz çoraklaşmış gönüllere ulaştırma gayreti içerisine düşerler.
Bilir ki, gönüller Cenabı Hakkın evleridir. Yapılan her yeni gönül, Hakkın iskan buyuracağı evdir, yeni bir ocaktır, nice demlerin yaşanacağı yerdir.
Bilir ki, ateşi de veren O’dur. Suyu da veren O’dur. O’ndan O’na deveran eden O’dur. Yeter ki ortada sen olmayasın, ben olmayayım, hep O, olsun.
…..
Ademliktir[2] insanı âdem[3] yapan,
O demdir âdemi ayakta tutan,
Demi demdir bu âlem,
Ademi âdemler doğuran,
Hâce-i Hâcegândır, yâri dost besti best.
Hülasadır insan bu kevni âlemin,
Hazreti insandır gaye-i kelamı kadimin,
İnsanı hazret yapan tohumudur kâmilin,
Hâce-i Hâcegândır, dostu yâr besti yâr.
…..
[1] İbn Abbas ve Ebu’d-Derda‘dan rivayet edildiğine göre “Bir saat tefekkür yetmiş yıl ibadetten hayırlıdır.” Bkz.: Aliyyu’l-Kārî, Esrâru’l-Merfû’a, 175; Suyutî, Camiu’s-Sağir, II/127; Aclûnî, I/310)
[2] Adem: yokluk.
[3] Âdem: insan, insanı kâmil.
HÂCEGÂN TASAVVUF ENSTİTÜSÜNDEN HABERLER
Hâcegân Tasavvuf Enstitüsü, Hâcegân Vakfı Gençlik Ocakları Başkanlığı ile Prof.Dr. Ahmet Hamidi Vakfı işbirliğiyle “İslam ve Tasavvuf” isimli söyleşi, 1 Ekim 2023, Pazar günü, saat:17.00’da, Hâcegân Vakfı Genel Merkezinde düzenlendi.
HÂCEGÂN VAKFI SENEDİNİN 4. MADDESİ ŞÖYLEDİR:
Vakfın gayesi; insanların ilmî, ahlâkî, dinî, sosyal, kültürel ve manevi yönden gelişimlerine yardımcı olmak ve huzurlu bir toplum oluşmasına katkıda bulunmaktır. Bu katkının gerçekleştirilmesinde “Hâce Abdulhâlık Gucduvânî” ve “Hâce Ahmet Yesevî” ile “Hacı Bektaşi Veli” ve “Hacı Bayramı Veli” gibi toplumda genel kabul görmüş büyük insanlar ilham kaynağı olarak görülür.
HÂCEGÂN VAKFI SENEDİNDE ZİKREDİLEN VE VAKFIN GAYESİNİ GERÇEKLEŞTİRMEDE İLHAM KAYNAĞI OLARAK GÖRDÜĞÜ DÖRT İSİM.
1. HÂCE ABDULHALIK GUCDUVANİ
2. HÂCE AHMET YESEVİ
a. Hayatı: Kısa Video: Hâcegân Vakfı
3. HACI BEKTAŞI VELİ
a. Hayatı: Kısa Video: Hâcegân Vakfı
b. Hayatı Sesli Kitap: Faruk Dilaver
4. HACI BAYRAMI VELİ
b. Hayatı: Kısa Video: Hâcegân Vakfı
c. Hayatı: İslam Ansiklopedisi
HÂCEGÂN
Terim Tanım
Hâce, bugünkü yaygın kullanımı ile hoca demektir. Hâcegân ise hâcenin çoğulu hocalar şeklinde tanımlanmaktadır. Hâce kelimesinin kökeninin nereden geldiği konusu tam olarak bilinmemekle birlikte kaynaklarda çeşitli rivayetler yer almaktadır[1]. Öz anlatımla Hâcegân; asrın bilginlerine, mütefekkirlerine, münevverlerine, ariflerine, âşıklarına en üst seviyede verilen bir isimdir[2].
Istılahi olarak Hâcegân
Toplumlar kültürleriyle tarih sahnesinde yerini alabilirler. Ne kadar zengin bir kültüre sahipseler o kadar köklü bir derinlikleri olur. Kültürüne yabancı, kültüründen uzak bir millet, kökü olmayan bir bitki gibidir. Hemen, asıldığında, kopuverir. Hâcegân, geçmiş kültürümüzden bize mirastır. Bizi geçmişimizle irtibatlayan, alakalandıran, bize tarihimizin derinliklerinden miras kalan bir kültürdür.
Hâcegân, aynı zamanda Allah’a giden yolda, hakikat yolunda Kur’ân ifadesiyle: “peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kimseler[3]”dir.
Hâcegân silsilesinde, peygamberler, ashab, ehlibeyt ve evliyaullah, önemli duraklardandır. Dolayısıyla onlarla özdeşleşmiş bir isimdir. Bu silsilede, rabbani zincirde ilk halkada peygamberleri görüyoruz. İnsanlığın hidayet rehberleri, en hakiki, en kâmil mürşidleri peygamberlerdir. Âdem (as) ile başlayan bu silsile Efendimize ﷺ kadardır. Bu sebeple Efendimizin ﷺ bir ismi “Hâce-i Kâinattır”, kâinatın hocasıdır. Diğer bir ismi ise “Hâce-i Rusuldür”, peygamberlerin hocasıdır.
Peygamberlerden sonraki rabbani zincirin ikinci halkasına “Ashab-ı Kiram” diyoruz. Efendimizi ﷺ baş gözüyle görmüş, onunla sohbetleşmiş, hasbihal etmiş kutlu topluluk. Ashabdan sonra kıyamete kadar gelecek üçüncü halkaya da “Saadatı Kiram” diyoruz. Saadete, selamete, hidayete ermiş topluluk. Kur’an’ın sıddıklar, şehitler ve salihler diye zikrettiği bu topluluğun ismidir.
Hâcegân, bir dönem sadece ilahi silsilenin üçüncü halkasında yer alan kişilerle tanınmıştır. Tarihin seyri içinde Hâcegân geleneği, Orta Asya ve Maveraünnehr dediğimiz bu bölgede Yusuf Hemedani hazretleri ile tanınmıştır. Yani Cenâb-ı Peygamberden Hazreti Ebubekir Sıddık (radıyallahu anh) vasıtasıyla devam eden bu saadat zincirinde Hâcegân ekolü, Ali Fârimedi hazretlerinden sonra Yusuf Hemedani hazretleriyle tanınmaya başlamış ve O’nun bir halefi Hâce Ahmed Yesevî, diğer bir halefi Hâce Abdulhâlık Gucduvânî vasıtasıyla yayılmış ve devam etmiştir. Ta ki bu anlayış, bu kültür, bu zaviye Hâce Muhammed Bahauddin Nakşibend hazretlerine kadar devam etmiştir. Hâce Bahauddin hazretleriyle birlikte bazı anlayışlarda ve dolayısıyla uygulamalarda yapılan değişikliklerden sonra bir kabuk değişimi, bir isim değişimi olmuş ve bu ekole Nakşibendilik denmiştir. Aslında Hâcegâniyye ekolü Nakşibendiliğin içinde mündemiç bir özdür.
Bu hususlar dikkate alındığında Hâcegân salt bir cemaat ve tarikat anlayışı değildir. İçinde geçmişten bugüne gelen dini, milli, tasavvufi kültürleri mezceden, bunları birleştiren bir yoldur. Her zamanda hakkı üstün tutan bir topluluk bulunsun fehvasınca Hâcegân, hak üzere bir araya gelmiş topluluğa verilen isimdir. Hâcegânı diğer topluluklardan ayıran özelliği ise Efendimizden ﷺ bozulmadan nesilden nesile aktarılarak gelen İslam mirasına sahip salih insan, varisi nebi dediğimiz insanı kâmil anlayışıyla yoğrulu, İslam medeniyetinin yaşatıldığı, velayet anlayışını bünyesinde barındıran, yaşayan bir zamanın Hâcesinin varlığıdır.
İnsanı kâmil anlayışına sahip Hâce, zülcenaheyndir. Çift yönlü, çift kanatlıdır. Kendisinde hem zahir dediğimiz Efendimizin ﷺ devlet adamlığı, siyaseti, komutanlığı ve diğer yönleri hem de mana dediğimiz İslam’ın manevi mirası bulunur. Hakikatte İslam bir bütündür. İçerisinde devleti, siyaseti, ibadeti ve ukubatı toptan barındırır. İslam’ın hâkim olduğu dönemlerde her iki yönün aktif olarak işletildiği ancak devletlerin İslam’dan uzaklaştıkları dönemlerde Müslümanlık sadece ibadet olarak algılandığı için zahir denilen yön pasif kalmaya mahkûm edilmiştir. Zaman zaman bu iki yön birbirinden ayrışmış, zahir ve mana iki ayrı kişide toplanmıştır. Ne zaman ki bu iki sıfat Efendimiz ﷺ ve raşit halifeleri gibi tek insanda toplanmış o zaman yeryüzü sadece Müslümanlar için değil tüm insanlık için de saadet yurdu haline gelmiştir.
Ayeti kerimede buyrulan “kâfirler istemese de Allah (cc) nurunu tamamlayacaktır[4]” ifadesindeki nur kelimesi hem insan hem de İslam’ın hükmü olarak tefsir edilmiştir. Bu iki anlamdan hareketle Allahu Teâlâ önce insanı tıpkı Efendimiz ﷺ ve sahabe dönemi gibi yeniden canlandıracak ve zamanın bu kâmil insanları vasıtasıyla da yeryüzünde hükmünü hâkim kılacaktır.
İşte insanlığın tamamlanmasında rol oynayacak bu mayaya biz kısaca Hâcegân diyoruz. Bu maya ile yeniden özüne dönen insan, Rabbisinin emrine imtisal ile ayeti kerimede geçen nuru da tamamlayacaktır inşallah.
[1] İpşirli Mehmet; Hâcegân, İslam Ansiklopedisi, C.14, s.430. Ayrıca rivayetler için bkz.
[2] Hâce, kavramının detayları için sitemizin üst başlıklarından “Hâce” sekmesine bakınız: https://haceganvakfi.org/Hâce
[3] Nisa Suresi 69. Ayet; “Kim Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır!”
[4] Saf Suresi 8. Ayet.
HÂCEGÂN YOLU
Hâce; hoca, Hâcegân ise hocalar demektir. Hâcegân yolu; hocaların yani âlimlerin yoludur. İlmin, bilimin yoludur. En önemli özelliği ise şeriatı mutahhara dediğimiz, Kuran ve sünnete mutabaattaki titizliliktir. Bu yol Efendimizin ﷺ ashabı ile yaşadığı demin aynen yaşanması suretiyle dinin orijinal halinin bozulmadan yaşanarak aktarımını sağlayan hususi bir yoldur. Dinin şeriata dair kuralları yanında Efendimizin ﷺ, dinin bazı hususiyetlerini özel talimle yetiştirdiği, başta râşit halifeler olmak üzere hususi sahabeleri vardır. İşte Hâcegân yolu İslam’ın ilk halifesi, Efendimizin ﷺ sadık dostu Hz. Ebubekir Sıddık (ra) efendimizden aktarılarak gelen hususi bir yoldur. Bunu şu hadisi şeriflerden de anlamak mümkündür; Efendimiz ﷺ: “ben de ne varsa Ebu Bekir’in (ra) gönlüne aktardık[1]“; ahir zamanda sadece “Ebu Bekir’in (ra) kapısı açık kalacaktır”[2] buyurmuşlardır. Ezcümle Hâcegân yolu Kur’anın ifadesiyle “peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kimselerin[3]” yoludur.
Hâcegân silsilesinde, peygamberler, ashap, ehlibeyt ve evliyaullah dediğimiz salih insanlar önemli duraklardandır. Dolayısıyla onlarla özdeşleşmiş bir yoldur. Bu silsilede, rabbani zincirde ilk halkada peygamberleri görüyoruz. İnsanlığın hidayet rehberleri, en hakiki, en kâmil mürşitleri peygamberlerdir. Âdem (as) ile başlayan bu silsile Efendimize ﷺ kadardır. Bu sebeple Efendimizin ﷺ bir ismi “Hâce-i Kâinattır”, kâinatın hocasıdır. Diğer bir ismi ise “Hâce-i Resuldür”, peygamberlerin hocasıdır.
Peygamberlerden sonraki rabbani zincirin ikinci halkasına “Ashab-ı Kiram” diyoruz. Efendimizi ﷺ baş gözüyle görmüş, onunla sohbetleşmiş, hasbihal etmiş kutlu topluluk. Ashaptan sonra kıyamete kadar gelecek üçüncü halkaya da “Saadatı Kiram” diyoruz. Saadete, selamete, hidayete ermiş topluluk. Kur’an’ın sıddıklar, şehitler ve salihler diye zikrettiği bu topluluğun ismidir.
Hâcegân, bir dönem sadece ilahi silsilenin üçüncü halkasında yer alan kişilerle tanınmıştır. Tarihin seyri içinde Hâcegân geleneği, Orta Asya ve Maveraünnehr dediğimiz bu bölgede Yusuf Hemedani hazretleri ile tanınmıştır. Yani Cenâb-ı Peygamberden Hazreti Ebubekir Sıddık (ra) vasıtasıyla devam eden bu saadat zincirinde Hâcegân ekolü, Ali Fârimedi hazretlerinden sonra Yusuf Hemedani hazretleriyle tanınmaya başlamış ve O’nun bir halefi Hâce Ahmed Yesevî, diğer bir halefi Hâce Abdulhâlık Gucduvânî vasıtasıyla yayılmış ve devam etmiştir. Ta ki bu anlayış, bu kültür, bu zaviye Hâce Muhammed Bahauddin hazretlerine kadar devam etmiştir. Hâce Bahauddin hazretleriyle birlikte bazı anlayışlarda ve dolayısıyla uygulamalarda yapılan değişikliklerden sonra bir kabuk değişimi, bir isim değişimi olmuş ve bu ekole Nakşibendilik denmiştir. Aslında Hâcegâniyye ekolü Nakşibendiliğin içinde mündemiç bir özdür.
Bu hususlar dikkate alındığında Hâcegân yolu salt bir cemaat ve tarikat anlayışı değildir. İçinde geçmişten bugüne gelen dini, milli, tasavvufi kültürleri mezceden, bunları birleştiren bir yoldur. Her zamanda hakkı üstün tutan bir topluluk bulunsun fehvasınca Hâcegân, hak üzere bir araya gelmiş numune topluluğa verilen isimdir. Hâcegân yolunu diğer yollardan ayıran en önemli özelliği ise Efendimizden ﷺ bozulmadan nesilden nesile aktarılarak gelen İslam mirasına sahip salih insan, varisi nebi dediğimiz insanı kâmil anlayışıyla yoğrulu, İslam medeniyetinin yaşatıldığı, velayet anlayışını bünyesinde barındıran, yaşayan bir zamanın Hâcesinin varlığıdır.
Ayeti kerimede geçen “Allah nurunu tamamlayacaktır[4]” ibaresinde yer alan “nur” kelimesi, Kur’anın hükmü yanında “insan” olarak da tefsir edilmektedir. Yani insan tamamlanacaktır. Zira din tamamlanmıştır, tamdır. Nakıs olan insandır. İnsanın kemâlât yolculuğu bitmemiştir. Bu manada Hâcegân pirleri bile kendilerine bırakılan emaneti işlemeye devam etmişlerdir.
Hâcegân yolunda efendimizden ﷺ aktarılarak bugüne kadar gelen şey dinin orijinal bozulmamış halidir. Burada İslam şeriatı dediğimiz zahir yön olduğu gibi mana dediğimiz İslam şeriatının özünü oluşturan haller de vardır. Bir nevi kabuk ve öz diye tanımlayacağımız hususlardır bunlar. İşte özde bırakılan emanet, “maiyet sırrı” denilen Hakla birlikte yaşama sanatıdır. Cenâb-ı Hak ile birliktelikte hep kazanım vardır. Bu kazanımlar bir sonraki nesle devredilmekte neticede kemâlât bir önceki döneme göre daha da ileriye taşınmaktadır. Bu tıpkı zahirdeki teknoloji gibidir. Nasıl ki teknik durmadan ilerliyorsa kemâlât denilen şey de durmadan ilerlemektedir. İşte bu ilerleyişte kişinin yeri anlayışla belirlenmektedir. Anlayışın oluşması tefekkür ameline bağlıdır. Yani insan hangi aşamada olursa olsun kendisinin önünü açan en önemli alet veya kendisini hedefe ulaştıran en hızlı binit tefekkür olacaktır.
Bu manada Hâcegân yolu gerçek alim ve kamil insanların yetiştirildiği bir velayet okuludur. Buradan zamanın hâceleri dediğimiz asrın bilginleri, mütefekkirleri, münevverleri, arifleri ve âşıkları yetişir. Zamanın kâmil insanları mesabesindeki zamanın hâcelerinin, her an hay olan Cenabı Hakla yaşadıkları aşk ocağından elde ettikleri; sıcak, mis kokulu ekmek misali taze ve katışıksız, muhabbet kokan hikmetler husule gelir. Bu dem kiminde aşk olur, kiminde irfan olur, kiminde ilim olur. Olur da olur. Ashabı güzin gibi bin bir çiçek olup açarlar. Bu dem su misali gibidir. Tohumu cihetinde bitki yetişir.
Hâcegân yolu fikriyatı maya gibidir. Sahibi Hâce-i Kâinat Muhammed Mustafa’dır ﷺ. O, ashabı güzini mayalamış, Ashab da sonraki zamanın hâcelerini mayalayarak günümüze kadar bozulmadan gelmiştir. Tıpkı sütün yoğurtla mayalanması gibi. Bugün sağlıklı maya ile mayalanan yoğurt, bembeyaz ve tadı da ilk günkü yoğurdun tadındadır. Hâcegân vakfı fikriyatı, bu maya misalidir. Nasibi olan herkesi mayalama gücüne sahiptir. Abı hayat gibidir. Serin, soğuk su gibidir. Her derde şifadır. Zira insanlığın tüm hastalıklarının sebebi iman zafiyetindendir. Allaha (cc) inandım diyen çoktur ancak Allah (cc) varmış gibi yaşayan azdır.
İşte zamanın Hâcesi, aşk ocağı denilen gönülden, her an hay olan ve tenezzülen iskan buyuran Cenabı Hakla yaşadığı anın deminden, anın hikmetini ve hakikatini istinbat edebilen, getirebilen kişidir. Bu dem sonucu çıkan yepyeni sıcacık bu fikirler, 70 yıl ibadet gücündedir[5]. Pas sökücü mesabesindedir. Hasta kalplere şifa, paslı gönüllere cila hükmündedir. Bugün, insanlığın ihtiyacı; zamanın münevver, mütefekkir, Allah adamları dediğimiz zamanın hâcelerinin Haktan getirdikleri, anın hikmeti mesabesindeki fikirlerdir. Bu adamlardan doğan fikirler, abı hayat gibidir. Bu hayat suyu, önce kendilerine hayat verir, hay olurlar, yeniden dirilirler. Hararetlerini ve ateşlerini ancak bu su söndürür. Sonra hak vergisi olan ve bitmeyen, tükenmeyen bu suyun bereketini Cenabı Haktan bilerek susuz çoraklaşmış gönüllere ulaştırma gayreti içerisine düşerler. Bilir ki gönüller Cenabı Hakkın evleridir. Yapılan her yeni gönül, Hakkın iskan buyuracağı evdir, yeni bir ocaktır, nice demlerin yaşanacağı yerdir.
Bilir ki, ateşi de veren O’dur. Suyu da veren O’dur. O’ndan O’na deveran eden O’dur. Yeter ki ortada sen olmayasın, ben olmayayım, hep O, olsun.
…..
Ademliktir[6] insanı âdem[7] yapan,
O demdir âdemi ayakta tutan,
Demi demdir bu âlem,
Ademi âdemler doğuran,
Hâce-i Hâcegândır, yâri dost besti best.
Hülasadır insan bu kevni âlemin,
Hazreti insandır gaye-i kelamı kadimin,
İnsanı hazret yapan tohumudur kâmilin,
Hâce-i Hâcegândır, dostu yâr besti yâr.
…..
Kısaca Hâcegân yolunun büyükleri; Hâceyi, Hâcegânı ve Hâcegân yolunu bir cümle ile “o dem bu dem; o âdem bu âdem” şeklinde özetlemişlerdir. Biz de “arife tarif gerekmez” diyerek sözü fazla uzatmadan burada bitirmek istiyoruz.
Hâce-i Hâcegân [8]
Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c. 2, s. 419.
[2] Buhârî, Salât, 80.
[3] Nisa Suresi 69. Ayet; “Kim Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır!”.
[4] Saf Suresi 8. Ayet; “Onlar ağızlarıyla Allah´ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır.“
[5] İbn Abbas ve Ebu’d-Derda‘dan rivayet edildiğine göre “Bir saat tefekkür yetmiş yıl ibadetten hayırlıdır.” Bkz.: Aliyyu’l-Kārî, Esrâru’l-Merfû’a, 175; Suyutî, Camiu’s-Sağir, II/127; Aclûnî, I/310)
[6] Adem: yokluk.
[7] Âdem: insan, insanı kâmil.
[8] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân Yolunun Hocası.
Bir umre ziyaretinde Mekke’de Kâbe-i muazzamanın huzurunda tefekkürde iken Hâcegân büyükleri bir kalem ve kâğıt almamı ve zamanın insanının kemâlât yolcuğu için lazım olan esasları detaylıca izah etmemi istediler. Orada zamanın insanı için güncellenen Hâcegân yolunun on iki esası oluşturuldu. Önce kendi nefsimizde tatbikle tecrübeler edindik. Uzunca bir tatbikat ve müzakare sonucu 12 esasın içerikleri hazırlanarak Hâcegân büyüklerine sunuldu ve tasdik gördü. En son Hâce Abdulhâlık Gucduvani (ks) (1103-1179) tarafından belirlenen esaslar[1], böylelikle günümüz insanı ve zamanın şartları dikkate alınarak güncellenmiş bulunmaktadır. Ne kadar hamd etsek şükretsek azdır.
Müslümanın tabir caizse kolonları diyebileceğimiz bu esaslardan ilki “akl-ı selim olmak” idi. Akabinde aklın vücut bulduğu, iskân ettiği, kalp işlendi. “Kalbi selim olmak” üzerinde duruldu. Kalpte cereyan eden akıl, ruh ve nefs mücadelesi sonucu insanda oluşan anlayışın nasıl olması gerektiği üzerinde duruldu. Akıl, kalp ilişkisi sırasında insanın ufkunu oluşturan tefekkür üzerinde duruldu. Yine kalpte akıl, nefs ve ruh üçleminde cereyan eden muhasebeden bahsedildi. İnsanın, Cenâb-ı Hakkı her an hatırda tutması, O'(cc) nun ismi şerifleriyle hem dem oluşu ve kalp temizliğinde önemli rolü olan zikir meselesi “zikir ehli olmak” başlığı altından incelendi.
İnsanın bu kemâlât yolculuğunda karşılaşacağı nimet ve musibet halinde nasıl bir şükür ve nasıl bir sabır halinde olunması gerektiği hususları “şükür ehli olmak” ve “sabır ehli olmak” bahsinde işlendi. Arkasından zikirle cilalanan kalbin, tefekkürle ufuk turu yapan aklın, sabır ve şükürle pişen insanın takva yolcuğundan bahsedildi. Zühd kavramı ile zühdden ne anlaşılması gerektiği hususu “zühd ehli olmak” esası üzerinde duruldu.
Belli bir olgunluğa erişen insanın bu aşamadan sonra dışa dönük açılım yapması gerektiği üzerinde durularak “hizmet” kavramı incelendi. Hizmet için öncelikle insanın birtakım aşamalardan geçmesi gerektiği belirtildi. Gerek hizmet esnasında gerekse bundan sonraki aşamalarda Cenâb-ı Hakla girişilen manevi alışverişin daha yoğunlaştığını, bu yoğunluğa rağmen gelinen seviyenin Cenâb-ı Hakka tevekkül konusunda bazen yetersiz kalabileceği “tevekkül ehli olmak” bahsini gündeme getirdi. Cenâb-ı Hakka tevekkül konusunun önceki tüm aşamalardan daha üst bir kemâl olduğu belirtildi. Zira İmamı Gazali hazretleri; “Her zahid mütevekkil olmayabilir ancak her mütevekkil zahiddir” sözü ile tevekkül haline sahip insanın zühdü yaşadığını, bize göre, çok takva, tüm şüpheliden kaçan, nafilelerle gecesini gündüzünü geçiren, fikir, zikir, şükür üzere olan bir insanın sıra tevekküle gelince nasıl da duvara toslayabileceği detaylıca incelendi.
İşte bu kemâlât yolcuğunda tevekkülden bir sonraki durak teslimiyet durağıdır. Teslimiyeti yaşayan insan tüm merhaleleri adım adım geçmiştir. Her ehli tevekkül teslim olmuş değildir. Ancak her teslim, ehli tevekküldür. Kemâlât yolculuğunda teslimiyeti yaşayan kişi hem zahiddir, hem şakirdir, hem sabirdir, hem mütefekkirdir, hem mütevekkildir. Teslimiyet öyle kuru kuru teslim olma işi değildir. İçinde birçok kemâli barındıran üst bir haldir. Kemâlât yolculuğunun son durağında artık “maiyet sırrı” diye tanımladığımız Cenabı Hak ile birlikte yaşama sanatı başlamaktadır. Kişinin istidadı doğrultusunda, kimi seyri ilAllahı yani Allaha (cc) seyri yaşar, kimi seyri fillahı yaşar. Allah’ta fani olur orada kalır. Kimisi seyri anillahi yaşar. Yani Allahtan insanlığa hizmet için dünyaya döner. Ve yaşadığı demi insanlarla paylaşır. Gerçek kemal, fenafillahtan sonra bir ömür yanıp yakıldığınız sevgiliye kavuştuktan sonra Cenabı Hakkın muradını okuyarak O’nun i’yalleri mesabesindeki insanlara hizmet etmek için dünyaya ve insanın içine geri dönmektir. Hani yanık sesli hak aşıkları vardır. İnsanlar Hakkı bulamamış o yüzden yanık kalmış zannederler. Bu kişiler Haktan hizmet için dönmüş ancak o demi de getirmiş Hak aşıklarıdır. Allah (cc), bizi bildiği gibi yapsın. Teklifini tercih etmeyi tevfik buyursun. Bizi bize bırakmasın. İnsan olmanın şerefini layıkıyla yaşamayı ve yaşatmayı nasip eylesin. Her demde, O’nunla birliktelik sırrına erenlerden eylesin.
Kısaca maiyet sırrı denilen bu demin usul ve esaslarının yer aldığı, zamanın insanının kemâlât yolculuğu için güncellenen Hâcegân yolunun bu 12 esası, mübarek beldelerde vücuda geldi. Önce kendi nefsimizde tatbikle tecrübeler edindik. Uzunca bir tatbikat ve müzakare sonucu 12 esasın içerikleri hazırlandı, Hâcegân büyüklerine sunuldu ve tasdik gördü elhamdulillah. Bu esaslar, öz bir şekilde Allah’ın (cc) izni ve inayetiyle burada sizlere aktarılmaya çalışılacaktır.
Bugünün insanının kemalat yolculuğu için güncellenen Hâcegân yolunun 12 esası sırasıyla şöyledir:
1) Akl-ı selîm olmak,
2) Kalb-i selîm olmak,
3) Anlayış-ı sahih olmak,
4) Tefekkür ehli olmak,
5) Muhasebede daim olmak,
6) Zikir ehli olmak,
7) Şükür ehli olmak,
8) Sabır ehli olmak,
9) Zühd sahibi olmak,
10) Hizmet ehli olmak,
11) Tevekkül sahibi olmak,
12) Teslimiyette daim olmak.
Vakıf Genel Başkanımız (Hâce-i Hâcegân [2]) tarafından kaleme alınan ve sitemizde yayınlanan Hâcegân yolunun esaslarına aşağıda yeşil olarak gözüken bölümlerin üzerine tıklayarak erişim sağlayabilirsiniz.
1. AKLI SELİM OLMAK
2. KALBİ SELİM OLMAK
3. ANLAYIŞI SAHİH OLMAK
4. TEFEKKÜR EHLİ OLMAK
5. MUHASEBEDE DAİM OLMAK
6. ZİKİR EHLİ OLMAK
3. Bölüm
7. ŞÜKÜR EHLİ OLMAK
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
8. SABIR EHLİ OLMAK
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
9. ZÜHD SAHİBİ OLMAK
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
10. HİZMET EHLİ OLMAK
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
11. TEVEKKÜL SAHİBİ OLMAK
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
12. TESLİMİYETTE OLMAK
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
[1] Kelimatı Kudsiyye diye bilinen Hâce Abdulhâlık Gucduvani (ks) hazretleri (1103-1179) tarafından belirlenen Hâcegân Yolunun 11 prensibi şöyledir:
[2] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân Yolunun Hocası.
21 Haziran 2022 tarihli Resmi Gazetenin ilanıyla faaliyete başlayan Hâcegân Vakfı; daha çok üniversite hocaları, sivil toplum kuruluşları ve sivil toplumun kanaat önderleri ile âlimlerden müteşekkil istişare heyetinin olumlu görüşleri üzerine memleketimizin ihtiyacı olan birlik, dirlik ve huzurun tesisine katkıda bulunmak üzere kurulmuştur. İsminden de anlaşılacağı üzere Hâcegân vakfının yolu, Hâcegân yolu, hocalar, âlimler yoludur. İlmin, bilimin yoludur. Bu yol Anadolu’nun öz damarıdır. Horasan yolu olarak da adlandırılan bu yolda hak üzere bir araya gelmiş âkil insanların kurduğu bir vakıftır. İlk öncüler arasında “li hikmetin” rabiatül adeviye misali hanım kardeşlerimiz de yer almaktadır.
Vakıf senedinin 4. maddesinde vakfın gayesi; “insanların ilmî, ahlâkî, dinî, sosyal, kültürel ve manevi yönden gelişimlerine yardımcı olmak ve huzurlu bir toplum oluşmasına katkıda bulunmaktır. Bu katkının gerçekleştirilmesinde “Hâce Abdulhâlık Gucduvânî” ve “Hâce Ahmet Yesevî” ile “Hacı Bektaşi Veli” ve “Hacı Bayramı Veli” gibi toplumda genel kabul görmüş büyük insanlar ilham kaynağı olarak görülür.” denilerek başkaca izaha yer bırakmayacak şekilde açık ve net tanımlanmıştır.
Hâcegân Vakfı; vatanı ve milletine âşık, kendi öz değerleriyle çatışmayan yeni Türkiye’nin donanımlı ve özgüvenli nesillerinin yetiştirilmesine katkıda bulunma gayreti içerisinde olan bir ocaktır. Tüm gruplara eşit mesafededir. Organik hiçbir grupla/cemaatle bağlantısı olmamasına rağmen tüm grupları ortak değerler çatısı altında bir olmaya çağıran misyona sahiptir. Bu fikriyat İslam’ın üst çatısıdır. Tüm insanlığı bağrına basacak kapasiteye sahiptir. Tıpkı, Hâce Ahmet Yesevi, Hâce Abdulhalık Gucdüvani, Hacı Bektaş Veli ve Hacı Bayram Veli fikriyatı gibi.
Hâcegân büyükleri, “Biz bulunduğumuz yere çok zikir çok ibadetle gelmedik, düşüncemizle geldik, düşünceden daha hızlı başka bir şey yoktur” buyururlar. Burada düşünceden kasıt tefekkürdür. Hâcegân pirleri aldıkları emaneti tefekkür binitiyle daha da zirvelere taşımışlar ve el an bugün de taşımaya devam etmektedirler.
Ayeti kerimede geçen “Allah nurunu tamamlayacaktır[1]” ibaresinde yer alan “nur” kelimesi, Kur’anın hükmü yanında “insan” olarak da tefsir edilmektedir. Yani insan tamamlanacaktır. Zira din tamamlanmıştır, tamdır. Nakıs olan insandır. İnsanın kemâlât yolculuğu bitmemiştir. Bu manada Hâcegân pirleri bile kendilerine bırakılan emaneti işlemeye devam etmişlerdir.
Bırakılan emanet, “maiyet sırrı” denilen Hakla birlikte yaşama sanatıdır. Cenâb-ı Hak ile birliktelikte hep kazanım vardır. Bu kazanımlar bir sonraki nesle devredilmekte neticede kemâlât bir önceki döneme göre daha da ileriye taşınmaktadır. Bu tıpkı zahirdeki teknoloji gibidir. Nasıl ki teknik durmadan ilerliyorsa kemâlât denilen şey de durmadan ilerlemektedir. İşte bu ilerleyişte kişinin yeri anlayışla belirlenmektedir. Anlayışın oluşması tefekkür ameline bağlıdır. Yani insan hangi aşamada olursa olsun kendisinin önünü açan en önemli alet veya kendisini hedefe ulaştıran en hızlı binit tefekkür olacaktır.
Bu manada Hâcegân Vakfı bir fikir ocağıdır. Günün kâmil insanları mesabesindeki zamanın hâcelerinin her an hay olan Cenabı Hakla yaşadıkları aşk ocağından elde ettikleri sıcak, mis kokulu ekmek misali, o demden elde edilen taze ve katışıksız muhabbet kokan o fikirlerin husule geldiği yerlerdir. Vakfın binaları gönüllerdir. Binalarla, okullarla, kurslarla vakit kaybetmez. Binalara değil insanlara yatırım yapar. Okulu, kursu, tekkesi gönlüdür. Seyyardır. Her yere sığar, açar kurar o demi yaşar yaşatır. Yer geldi mi hemen toplar, kapatır, pratiktir. Onun için bir insan dahi olsa önemlidir. Bir insan uğruna binlerce bina, okul, kurs feda edilebilir. Binalar, okullar, kurslar adı altında insanların feda edilmesine karşıdır.
Hacegan Vakfı fikriyatı maya gibidir. Sahibi Hace-i Kaniat Muhammed Mustafa (sav)’dır. O, ashabı güzini mayalamış, ashab da sonraki zamanın hâcelerini mayalayarak günümüze kadar bozulmadan gelmiştir. Tıpkı sütün yoğurtla mayalanması gibi. Bugün sağlıklı maya ile mayalanan yoğurt, bembeyaz ve tadı da ilk günkü yoğurdun tadındadır. Hâcegân Vakfı fikriyatı, bu maya misalidir. Nasibi olan herkesi mayalama gücüne sahiptir. Abı hayat gibidir. Serin, soğuk su gibidir. Her derde şifadır. Zira insanlığın tüm hastalıklarının sebebi iman zafiyetindendir. Allaha (cc) inandım diyen çoktur ancak Allah (cc) varmış gibi yaşayan azdır.
İşte zamanın Hâcesi, aşk ocağı denilen gönülden, her an hay olan ve tenezzülen iskan buyuran Cenabı Hakla yaşadığı anın deminden, anın hikmetini ve hakikatini istinbat edebilen, getirebilen kişidir. Bu dem sonucu çıkan yepyeni sıcacık bu fikirler, 70 yıl ibadet gücündedir[2]. Pas sökücü mesabesindedir. Hasta kalplere şifa, paslı gönüllere cila hükmündedir. Bugün, insanlığın ihtiyacı; zamanın münevver, mütefekkir, Allah adamları dediğimiz zamanın hâcelerinin Haktan getirdikleri, anın hikmeti mesabesindeki fikirlerdir. Bu adamlardan doğan fikirler, abı hayat gibidir. Bu hayat suyu, önce kendilerine hayat verir, hay olurlar, yeniden dirilirler. Hararetlerini ve ateşlerini ancak bu su söndürür. Sonra mevhibe-i ilahi olan, bitmeyen ve tükenmeyen bu suyun bereketini Cenabı Haktan bilerek susuz çoraklaşmış gönüllere ulaştırma gayreti içerisine düşerler. Bilir ki gönüller Cenabı Hakkın evleridir. Yapılan her yeni gönül, Hakkın iskan buyuracağı evdir, yeni bir ocaktır, nice demlerin yaşanacağı yerdir.
Bilir ki, ateşi de veren O’dur. Suyu da veren O’dur. O’ndan O’na deveran eden O’dur. Yeter ki ortada sen olmayasın, ben olmayayım, hep O (cc), olsun.
…..
Ademliktir[3] insanı âdem[4] yapan,
O demdir âdemi ayakta tutan,
Demi demdir bu âlem,
Ademi âdemler doğuran,
Hâce-i Hâcegândır, yâri dost besti best.
Hülasadır insan bu kevni âlemin,
Hazreti insandır gaye-i kelamı kadimin,
İnsanı hazret yapan tohumudur kâmilin,
Hâce-i Hâcegândır, dostu yâr besti yâr.
…..
Hâce-i Hâcegân [5]
Vakıf Genel Başkanı
[1] Saf Suresi 8. Ayet; “Onlar ağızlarıyla Allah´ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır.“
[2] İbn Abbas ve Ebu’d-Derda‘dan rivayet edildiğine göre “Bir saat tefekkür yetmiş yıl ibadetten hayırlıdır.” Bkz.: Aliyyu’l-Kārî, Esrâru’l-Merfû’a, 175; Suyutî, Camiu’s-Sağir, II/127; Aclûnî, I/310)
[3] Adem: yokluk.
[4] Âdem: insan, insanı kâmil.
[5] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân Yolunun Hocası
HÂCEGÂN VAKFI FİKRİYATI: HÂCEGÂN YOLU
21 Haziran 2022 tarihli Resmi Gazetenin ilanıyla faaliyete başlayan Hâcegân Vakfı; daha çok üniversite hocaları, sivil toplum kuruluşları ve sivil toplumun kanaat önderleri ile âlimlerden müteşekkil istişare heyetinin olumlu görüşleri üzerine memleketimizin ihtiyacı olan birlik, dirlik ve huzurun tesisine katkıda bulunmak üzere kurulmuştur. İsminden de anlaşılacağı üzere Hâcegân vakfının yolu, Hâcegân yolu, hocalar, âlimler yoludur. İlmin, bilimin yoludur. Bu yol Anadolu’nun öz damarıdır. Horasan yolu olarak da adlandırılan bu yolda hak üzere bir araya gelmiş âkil insanların kurduğu bir vakıftır. İlk öncüler arasında “li hikmetin” rabiatül adeviye misali hanım kardeşlerimiz de yer almaktadır.
Vakıf senedinin 4. maddesinde vakfın gayesi; “insanların ilmî, ahlâkî, dinî, sosyal, kültürel ve manevi yönden gelişimlerine yardımcı olmak ve huzurlu bir toplum oluşmasına katkıda bulunmaktır. Bu katkının gerçekleştirilmesinde “Hâce Abdulhâlık Gucduvânî” ve “Hâce Ahmet Yesevî” ile “Hacı Bektaşi Veli” ve “Hacı Bayramı Veli” gibi toplumda genel kabul görmüş büyük insanlar ilham kaynağı olarak görülür.” denilerek başkaca izaha yer bırakmayacak şekilde açık ve net tanımlanmıştır.
Hâcegân Vakfı; vatanı ve milletine âşık, kendi öz değerleriyle çatışmayan yeni Türkiye’nin donanımlı ve özgüvenli nesillerinin yetiştirilmesine katkıda bulunma gayreti içerisinde olan bir ocaktır. Tüm gruplara eşit mesafededir. Organik hiçbir grupla/cemaatle bağlantısı olmamasına rağmen tüm grupları ortak değerler çatısı altında bir olmaya çağıran misyona sahiptir. Bu fikriyat İslam’ın üst çatısıdır. Tüm insanlığı bağrına basacak kapasiteye sahiptir. Tıpkı, Hâce Ahmet Yesevi, Hâce Abdulhalık Gucdüvani, Hacı Bektaş Veli ve Hacı Bayram Veli fikriyatı gibi.
Hâcegân büyükleri, “Biz bulunduğumuz yere çok zikir çok ibadetle gelmedik, düşüncemizle geldik, düşünceden daha hızlı başka bir şey yoktur” buyururlar. Burada düşünceden kasıt tefekkürdür. Hâcegân pirleri aldıkları emaneti tefekkür binitiyle daha da zirvelere taşımışlar ve el an bugün de taşımaya devam etmektedirler.
Ayeti kerimede geçen “Allah nurunu tamamlayacaktır[1]” ibaresinde yer alan “nur” kelimesi, Kur’anın hükmü yanında “insan” olarak da tefsir edilmektedir. Yani insan tamamlanacaktır. Zira din tamamlanmıştır, tamdır. Nakıs olan insandır. İnsanın kemâlât yolculuğu bitmemiştir. Bu manada Hâcegân pirleri bile kendilerine bırakılan emaneti işlemeye devam etmişlerdir.
Bırakılan emanet, “maiyet sırrı” denilen Hakla birlikte yaşama sanatıdır. Cenâb-ı Hak ile birliktelikte hep kazanım vardır. Bu kazanımlar bir sonraki nesle devredilmekte neticede kemâlât bir önceki döneme göre daha da ileriye taşınmaktadır. Bu tıpkı zahirdeki teknoloji gibidir. Nasıl ki teknik durmadan ilerliyorsa kemâlât denilen şey de durmadan ilerlemektedir. İşte bu ilerleyişte kişinin yeri anlayışla belirlenmektedir. Anlayışın oluşması tefekkür ameline bağlıdır. Yani insan hangi aşamada olursa olsun kendisinin önünü açan en önemli alet veya kendisini hedefe ulaştıran en hızlı binit tefekkür olacaktır.
Bu manada Hâcegân Vakfı bir fikir ocağıdır. Günün kâmil insanları mesabesindeki zamanın hâcelerinin her an hay olan Cenabı Hakla yaşadıkları aşk ocağından elde ettikleri sıcak, mis kokulu ekmek misali, o demden elde edilen taze ve katışıksız muhabbet kokan o fikirlerin husule geldiği yerlerdir. Vakfın binaları gönüllerdir. Binalarla, okullarla, kurslarla vakit kaybetmez. Binalara değil insanlara yatırım yapar. Okulu, kursu, tekkesi gönlüdür. Seyyardır. Her yere sığar, açar kurar o demi yaşar yaşatır. Yer geldi mi hemen toplar, kapatır, pratiktir. Onun için bir insan dahi olsa önemlidir. Bir insan uğruna binlerce bina, okul, kurs feda edilebilir. Binalar, okullar, kurslar adı altında insanların feda edilmesine karşıdır.
Hâcegân Vakfı fikriyatı maya gibidir. Sahibi Hace-i Kaniat Muhammed Mustafa’dır. O, ﷺ ashabı güzini mayalamış, ashab da sonraki zamanın hâcelerini mayalayarak günümüze kadar bozulmadan gelmiştir. Tıpkı sütün yoğurtla mayalanması gibi. Bugün sağlıklı maya ile mayalanan yoğurt, bembeyaz ve tadı da ilk günkü yoğurdun tadındadır. Hâcegân Vakfı fikriyatı bu maya misali nasibi olan herkesi mayalama gücüne sahiptir. Abı hayat gibidir. Serin, soğuk su gibidir. Her derde şifadır. Zira insanlığın tüm hastalıklarının sebebi iman zafiyetindendir. Allaha (cc) inandım diyen çoktur ancak Allah (cc) varmış gibi yaşayan azdır.
İşte zamanın Hâcesi, aşk ocağı denilen gönülden, her an hay olan ve tenezzülen iskan buyuran Cenabı Hakla yaşadığı anın deminden, anın hikmetini ve hakikatini istinbat edebilen, getirebilen kişidir. Bu dem sonucu çıkan yepyeni sıcacık bu fikirler, 70 yıl ibadet gücündedir[2]. Pas sökücü mesabesindedir. Hasta kalplere şifa, paslı gönüllere cila hükmündedir. Bugün, insanlığın ihtiyacı; zamanın münevver, mütefekkir, Allah adamları dediğimiz zamanın hâcelerinin Haktan getirdikleri, anın hikmeti mesabesindeki fikirlerdir. Bu adamlardan doğan fikirler, abı hayat gibidir. Bu hayat suyu, önce kendilerine hayat verir, hay olurlar, yeniden dirilirler. Hararetlerini ve ateşlerini ancak bu su söndürür. Sonra mevhibe-i ilahi olan, bitmeyen ve tükenmeyen bu suyun bereketini Cenabı Haktan bilerek susuz çoraklaşmış gönüllere ulaştırma gayreti içerisine düşerler. Bilir ki gönüller Cenabı Hakkın evleridir. Yapılan her yeni gönül, Hakkın iskan buyuracağı evdir, yeni bir ocaktır, nice demlerin yaşanacağı yerdir.
Bilir ki, ateşi de veren O’dur. Suyu da veren O’dur. O’ndan O’na deveran eden O’dur. Yeter ki ortada sen olmayasın, ben olmayayım, hep O (cc), olsun.
…..
Ademliktir[3] insanı âdem[4] yapan,
O demdir âdemi ayakta tutan,
Demi demdir bu âlem,
Ademi âdemler doğuran,
Hâce-i Hâcegândır, yâri dost besti best.
Hülasadır insan bu kevni âlemin,
Hazreti insandır gaye-i kelamı kadimin,
İnsanı hazret yapan tohumudur kâmilin,
Hâce-i Hâcegândır, dostu yâr besti yâr.
…..
Hâce-i Hâcegân [5]
Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] Saf Suresi 8. Ayet; “Onlar ağızlarıyla Allah´ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır.“
[2] İbn Abbas ve Ebu’d-Derda‘dan rivayet edildiğine göre “Bir saat tefekkür yetmiş yıl ibadetten hayırlıdır.” Bkz.: Aliyyu’l-Kārî, Esrâru’l-Merfû’a, 175; Suyutî, Camiu’s-Sağir, II/127; Aclûnî, I/310)
[3] Adem: yokluk.
[4] Âdem: insan, insanı kâmil.
[5] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân Yolunun Hocası