6. 3. ZİKİR EHLİ OLMAK (3. Bölüm)
d. Hâcegân Yolunun Zikir Anlayışı
İfrada ve terfide kaçmadan Allah’ı (cc) zikredebilmek. Asıl mesele burada yatmaktadır. Her mana, bir şekille vücut bulmaktadır. Ne şekle bakıp manayı göz ardı etmek, ne de manaya bakıp şekli reddetmek. Aslında dinimiz bu meselenin tam orta yolunu bulmuştur. Salt mana değil. Salt şekil de değil. Manaya götüren meşru (İslâm dairesinde yer alan) her eylem zikirdir. Kişinin yoldan taşı alıp kenara bırakması, Kur’an okuması, tespihle 100 bin Allah demesi hepsi zikirdir. Bunlar insanı hakikate götüren binitlerdir. Binit yasaklanmamışsa mesele yoktur. Bu manada kimse kimseye sen bunu neden gizli yaptın, neden açık yaptın veya neden ayakta sallanarak yaptın, neden yapmadın, şeklinde meseleye bakması ne kadar da basit kalmaktadır. Kişi kendisini Allah’a (cc) götüren biniti özgürce seçebilmelidir. Kendisi yapabiliyorsa özgür bırakılmalı, yapamıyorsa kendisine en uygun metodu ehline sormalıdır. Bu aşamada mesele ehli zikre götürülmelidir. Ayeti kerimede “فَاسْأَلُوأَهْلَاْذِّكْرا” “meselelerinizi ehli zikre sorun”[1] buyrulmaktadır. Buradan kasıt insanın, Cenâb-ı Hakla ilgili meselelerinde ona gidişi konusunda akıl, ehli zikirden alınmalıdır buyrulmaktadır. Burada ehli zikre ne mana verilirse verilsin, ister kitap ehli, ister Kur’an ehli, ister Peygamberimizin kendisi veya kendisi yerine kaim sünneti veya Allah’ı (cc) çokça zikreden kişiler olarak değerlendirin netice değişmeyecektir.
Zikir araçlarından bahsederken yani Cenâb-ı Hakla o demi yaşamaya veya o demi hatırlatmaya götüren araçlardan daha çok namaz, oruç ve diğer ibadetler üzerinde durmuştuk. Ancak sonuca en etkili ve Cenâb-ı Hakka çabuk yol olan en önemli araç üzerinde durmadık. Bu araç elbetteki Cenâb-ı Peypamber Efendimiz ﷺ ve onun yolunda giden sahih mirasçılarıdır. Zikrin büyüklüğünün ve çokluğunun sayı ile olmadığı hepimizin malumudur. Gönülden bir kere Allah (cc) demek, gafletle söylenen binlerce Allah (cc) lafzından daha ağırdır ve daha çoktur. Bu manada bizlere “zikri kesir” emredilmektedir. Allah’ı (cc) çokça zikretmemiz istenmektedir. Ayeti kerimede; “يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْرًا كَث۪يرًاۙ” , “Ey iman edenler, Allah’ı çokça zikredin[2]” buyrulmaktadır. Yine hadisi şerifte “demirin paslanması gibi kalplerin paslandığını” bildiren Cenabı Peygamber, ashabın bu pası çözecek cila nedir Ya Rasulullallah dediklerince cevaben; “Allahı çokça zikretmek” yani yine “zikri kesir”in tavsiye edildiği görülmektedir[3]. Bu açıklamalarımız ışığında zikri kesirin ne manaya geldiğini bir düşünelim. Çok namaz kılarak anmak…(!), çok oruç tutarak Cenâb-ı Hakkı çokça hatırlamak…(!), günde 100 bin adet Allah (cc) diyerek Cenâb-ı Hakkı hatırdan çıkarmamak…(!) örnekleri çoğaltmak mümkün.
Muhteremler zikri kesir; nefsinden arınmış insanın aşkla ve ihlasla yaptığı zikirdir. Burada sayısal çokluktan ziyade nitelik önemlidir. Aşkla söylenen bir “Allah” lafzı, gafletle söylenen 100 bin “Allah” lafzından evladır. Öyleyse zikri kesirde önemli olan nefs terbiyesidir. Zikri kesir farz ise bu farzın gereği için nefs terbiyesi de farzdır. Nasıl ki farz olan namaz için abdest almak farz ise zikri kesir için nefs terbiyesi de farzdır. Nefsini terbiye etmiş, tasavvufi tabirle “Hak ile yeksan olmuş” kişilerin zikri, zikri kesirdir. Bu aşamada insanın tüm azaları kendiliğinden “Allah” diyecektir. Siz uyusanız da azalarınız Hakkı unutmayacak zikrecektir. Tıpki “âlimin uykusu, cahilin ibadetinden hayırlıdır” [4] hadisi şerifinde olduğu gibi. Burada âlim, fıkhı kitabı bilen değil, “Allahı (cc) bilen” dir. Bu sebeple insanı Hakka götüren amellerin en büyüğü, kendisini terbiye edecek bu seviyeye yükseltecek bir mürebbiye mülaki olmasıdır. Efendimiz ﷺ “beni rabbim terbiye etti” [5] buyuruyor. Bu manada gerçek terbiyeci Cenabı Hakkın kendisidir. Ancak bu terbiyeyi Cenabı Peygamber öğrendiği şekliyle ashabına aktarmış, ashab da sonrakileri terbiye ederek Cenabı Haktan öğrenilen terbiye usulü bugüne kadar devam etmiştir. Yeter ki bizler görmeyi bilelim.
Ezcümle; zikri kesirde, insanı kamil dediğimiz mürebbi en önemli araçlardan birisidir. Bizim niyetimiz ve zikir adedimizin yanında bizi terbiye ederek bizdeki cevherin açığa çıkmasına vesile olacak “Hakkı bilmemizi ve bulmamızı” sağlayacak “Hakkı Hak ile zikretmemize” sebep olacak vesilenin büyüklüğü daha ehemdir. Bu anlamda insan, her şeyden kıymetlidir ve ahseni takvimdir. Bu sebeple en üstün zikir aracı yine insandır, insanı kamildir. Zikri kesir, insanın insanla Allah’ı (cc) zikridir. Nasıl ki terbiye edilmiş av köpeklerinin getirdiği av fıkhen caizdir ve yenir. Terbiye edilmemiş av köpeğinin getirdiği av, murdardır, yenmez. Bizim de terbiye edilmemiş nefsle yaptığımız zikirler ve dahi ameller de buna bunzer. Bu çok derin bir mevzudur. Kısaca çok namaz, çok oruç, çok ibadet ama ille de insan (kâmil) ille de insan…
…..
Âleme padişah olmak bir kuru kavga imiş,
Bir kâmile bende olmak cümleden evla imiş.
Yavuz Sultan Selim Han
…..
aa. Zikir Tuz gibidir
Kur’an ve Sünnetin ışığında genel olarak dille yapılan zikir, ulema tarafından, Cenâb-ı Hakkın isimlerinin dille söylenmesi suretiyle yapılan nafile ibadet olarak tanımlanmaktadır. Bu durumda dille yapılan zikrin dindeki yeri, ehem mühim sırasına göre tanımda da belirtildiği üzere nafile bir ibadettir. Dinimizin farzları ve İslâmın olmazsa olmaz kurallarına bakıldığında zikir ne imanın şartıdır, ne de İslâmın şartı. Yalnızca Peygamber Efendimiz ﷺ tarafından yapılmış ve tavsiye edilmiş bir ibadettir. Bu manada insan yoluna zikirsiz de devam edebilir. Bu meseleyi izah için Hâcegân büyükleri zikri tuza benzetmişlerdir.
Tuzsuz bir yemek olabilir. Kişi bu yemekle beslenebilir ve hayatını idame ettirebilir. Ama tuzun kendisi yemeklere atıldığında yemeğe lezzet katar. Doyumsuz lezzetlere kapı açar. Zikir de bunun gibidir. Kişi hayatına zikir amelini kattığında hayatı ve sair amelleri tatlanır. Yaptığı ibadetler lezzetlenir. Aşkı şevki artar. Tuzun bizzat kendisi lezzetli değildir. Katıldığı yemeğe lezzet verir. Bu sebeple İslâmın emir ve nehiylerini yerine getirmeyen birine siz zikir yap başka bir şeye ihtiyaç yok derseniz. Bu aynen tuz gibi yenmez, kişiye bir fayda sağlamaz hatta kişiye zararı bile dokunabilir.
Bu sebeple Tasavvufi hareketlerde özellikle Hâcegân yolunda öncelik, İslâmın emir ve yasaklarının yaşanması hususu üzerinedir. Bu yolun büyüklerince bu yola talip kişilere öncelikle İslâmın emirlerinin yerine getirilip getirilmediği sorulur. Namazlar kılınıyor mu? İşimiz maişetimiz helalden mi? Kötü alışkanlıklar var mı? Büyüklerimizden işitmiştik. Kimi Allah (cc) dostları, askerliğini yapmamışlara ve bekâr olanlara ders vermezlermiş. Şimdi bu tarz Allah (cc) dostlarını bulmak da zorlaştı. Zira çoğu tasavvufi ekollerde terminalde bulunan değnekçiler gibi gel vatandaş gel, cennete otobüs kalkıyor gel, gibisinden kelle sayısına önem verildiğine şahit olmaktayız.
Hâcegân yolunda tatbiki olarak zikir, İslâmın belli hassasiyetine sahip taliplilere belli adetle başlamak üzere verilmektedir. Ancak tespihle yapılan zikir ameli ikinci sıradadır. Asıl önemli hususlar sohbetlere devamla belli şuurun oluşması konusundadır. Kişi ibadetini yaparken yanında yaptığı zikirlerle tuz misali hayatı tatlandığı gibi yaptığı ibadetlerden de lezzet almaya başlamaktadır. Kalp üzerinde yapılan ve Allah (cc) ismi şerifinin söylenmesiyle yapılan zikirler sonucu kalpte de bir uyanma, zikrin tesiriyle bir muhabbet başlamaktadır. Namaz kılarsınız ancak zikrin ve büyüklerin duasıyla namazınızda bambaşka bir lezzet olur. Salik bu yolda ilk adımını Cenâb-ı Hakka bu şekilde atmış olur. Ondan sonra Cenâb-ı Haktan gelecek adımlar başlar. Ayeti kerimede buyrulduğu gibi “فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ” yani “beni zikrederseniz bende sizi zikrederim”[6]. Yine hadisi şeriflerde belirtildiği gibi “bana yürüyerek gelene ben koşarak giderim”[7]. Bu yakınlaşmayı insan bünyesinde hissetmeye başlayınca bedende ister istemez cezbe halleri başlar. Beden Allah (cc) ismini, Peygamber Efendimizin ﷺ ismini duyunca değişik tepkiler verir. Bu tepkiler kimisinde Allah (cc) diye naralar şeklinde olurken kiminde sadece gözyaşı olur sel gibi akar.
Aşamalarda zikir sayısı belli adetlerle artırılır. 25.000’lerde insanın mana cephesine açılan kapılar tarif edilir. “Lataif dersi” başlar. İnsanın maddi bedeni ile manevi yönü arasında yer alan kapılardır bunlar. Kalp, ruh, sır, hafa, ahfa…
Kişi her Allah (cc) deyişinde kendisinde bambaşka dünyaları keşfeder. Zira tüm dünyaların kendisinde olduğu sohbetlerde işlenir. Aklın, fikrin tefekkürün önemi zikirle birlikte işlenir. Kişi zikrettikçe kalbi genişler, aşkı artar, tefekkür ufku genişler. Meselelere bakışı değişir. Bu kemâlât yolculuğunda tabîki her şey güllük gülistanlık değildir. İmtihanlar, insanı kâmille yaşanan kişisel ilişkiler, büyüklerin denemeleri vs.
Neticede Hâcegân yolcusu başladığı zikir yolculuğunun sonunda 101.000 Allah (cc) ismi şerifine geldiğinde, zikrin bir tuz olduğu, asıl önemli olanın et ve ekmek olduğu işte o zaman daha yoğun hatırlatılır. Zikirle elde edilen kazanımlar önemlidir. Ancak kemâlât yolculuğunda asıl önemli olanın anlayış olduğu, tefekkür olduğu işlenir. Zikirle varılan noktadan sonra murakabeler başlar. Kalp, zikirle temizlenmiş, akıl, selim olmuştur. Ancak mesele daha yeni başlamaktadır. Önce elde edilen kazanımların nefyi istenir. Nefy-u ispat dersleri başlar. Murakabeler başlar. Cenâb-ı Hakla birlikte yaşama sanatının asıl cilveleri bu aşamadan sonra başlar. Buralara daha fazla girmek istemiyorum ama zikrin tasavvufta çok büyük öneme sahip olduğunu vurgulamak için bu detaylara girmek zorunda kaldık.
Tasavvuf, kalp temizliği ve nefsin ıslahı hareketi ise kalbin temizliği ve nefsin tezkiyesinde zikir bu yönüyle çok önemlidir. Hâcegân pirleri zikrin kalp üzerinde çok büyük tesirinin olduğunu şöyle izah buyururlar; “Zikir kalpte yer alan tüm kirleri yakar götürür. Derece derece kalbin içine özüne iner. Hatta derine doğru 7 tabaya kadar iner ve temizler ancak 7. tabakadan sonra tesir edemez. O aşamadan sonra aşk lazımdır. Kalpte en dipte bulunan hastalıkların tedavisi aşkla mümkündür” denilmiştir. Zikir önemlidir. Ancak zikrin tesir edemeyeceği bölgelerin olduğu da unutulmamalıdır. Zikrin tatbiki alanında önemli yer tutan bu açıklamalarımızdan sonra kimi hadisi şeriflerde geçen ve bizce en az tatbiki zikir kadar önem arz eden zikrin fikri boyutuyla ilgili hususlara da değinmek istiyoruz.
bb. Zikrin Fikri Boyutu
Zikrin ameli boyutu yanında asıl ona önem katan fikri boyutu da vardır. Zikrin fikir boyutu, zikrin neticesidir. Zikir neticesinde insanda ne olmaktadır. Zikrin eylemsel boyutunun yanında, insanda bıraktığı neticeyle daha çok ilgilidir. Zikir, neticede Cenâb-ı Hakkın hatırlanması meselesi ise bu manada namaz da bir zikirdir, oruçta. Dille söylenen Allah (cc) kelamı da namaz ve oruç gibi bir ibadettir. Zikrin fikir boyutu, meseleye daha tepeden bakar. Zikre bir maddi eylem elbisesi giydirmez. Zikri yalnızca tespih işi olarak görmez. Zikri tüm ibadetlerin hulasası olarak görür. Fikri manada zikir farzdır. Allah yolunda Cihad dahil tüm ibadetlerden üstündür.
Hâcegân fikriyatında durum böyledir. Zikir basit bir boncuk sayma ameli değildir. Ama tespihle yapılan zikrede önemsiz denmez. Zikri netice olarak görür. Allah (cc) ile kurulan “netice bağ” olarak kabul eder. Bu niyetle her amele zikir der. Zikri kısırlaştırmaz. Cenâb-ı Hak ile ihsan sırrına vukufiyetle yaptığı her ameli zikir telakki eder. Yoldan taşın temizlenmesi bu manadadır. Âlimin uykusunun cahilin ibadetinden üstün oluşu hep aynı fikriyattan kaynaklıdır. Bu sebeple her eylem ve işlem sonuçta Cenâb-ı Hakkın hatırlanışına, insanın Cenâb-ı Hakka yakınlığına vesile ise o zaman o işe zikir nazarıyla bakar. İşte böyle bir zikir hem ayeti kerimelerde hem de hadisi şeriflerde övülmüştür, üstün görülmüştür.
Ankebut suresi 45. ayetinde Cenabı Hak:
“اُتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ”, “(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı zikir elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.”
Buhari’de geçen bir hadisi şerifte Cenâb-ı Peygamber ﷺ ; “İnsanı Allah’ın azabından en çok koruyacak ibadet (en hayırlı ibadet), ancak zikrullahtır” sahabilerden bazıları sordular,
Allah yolunda cihaddan da mı daha hayırlı?’
Efendimiz ﷺ;
Evet, kılıçlar kırılıncaya kadar yapılan cihaddan daha hayırlıdır. Başka bir rivayette “kesilinceye kadar vuruşsa dahi “ buyrulmaktadır[8].
Efendimizin ﷺ ifadeleri çok net. Sahabiler örneklerle sair ibadetleri kıyaslayarak tekrar tekrar sordular ve neticede cevap değişmedi.
Muhteremler kılıçlar kırılıncaya kadar yapılan cihaddan veya insanın bedeninin kesilinceye kadar yaptığı cihaddan daha hayırlı bir ibadetten bahsediyoruz. Şimdi kim diyebilir ki bu ibadet bilmem kaç defa tespih çekmektir. Bu zamanda sıcak kaloriferli evlerimizde, altımızda yumuşak minderlerin olduğu, sırtımızı da bir duvara yaslayarak yan gelip yatarak yaptığımız zikirleri bir düşünelim Allah (cc) aşkına. Bu yaptıklarımız mı şehit oluncaya kadar cihaddan daha hayırlı. Birbirimizi kandırmayalım muhteremler. Öyleyse zikir tek başına dille yapılan bir ibadet değil. Bu sebeple zikrin fikri boyutu da vardır. Bu boyutu daha iyi anlayabilmek için büyüklerimizin hayatlarına bakmamız yeterlidir.
Hâcegân yolunun büyüklerinden Abdullahi Nehri Hazretleri, Mevlana Halidi Bağdadi (ks) efendimiz ile aynı dönemde yaşamış büyük bir Allah (cc) dostudur. Bu iki zat Hâcegân yoluna girmeden önce de çok iyi arkadaştırlar. O zamanlarda Delhi’de Şahı Dehlevi (ks) adında bir Allah (cc) dostunun varlığından bir vesile haberleri olur. Abdullah-i Nehri Hazretlerinin maddi durumları iyidir. Ticareti, bugünkü manada inşaat işleri üzerine kuruludur. Mevlana Halid efendimizle birlikte Şahı Dehlevi Hazretlerine talebe olmaya Hindistan’a gitmeye karar verirler. Mevlana Halid efendimizin maddi imkânı yoktur. Hindistan’a gitmek ister ancak cebinde yol parası dahi yoktur. Abdullahi Nehri Hazretleri kendisine bir öneride bulunur. Derki, “Ben buradaki işlerin başında kalayım. Buradaki ticaretimiz açık kalsın, ikimizin de maişetini kazanayım, senin yol paranı ve tüm masraflarını ben karşılayayım. Sen Hindistan’a git. Bu zata müntesip ol. Hâcegân yolunun usul ve esaslarını öğren sonra gel bize uygula. Biz de burada senin yanında seyrimizi tamamlayayım” derler. Mevlana Halid efendimiz bu teklife sıcak bakarlar, anlaştıkları gibi Hindistan’a giderler, Şahı Dehlevi Hazretlerine müntesip olurlar. Hâcegân yolunun tüm inceliklerini öğrenirler ve Şahı Dehlevi efendimizden hilafet alarak dönerler. Abdullahi Nehri hazretleri heyecanla arkadaşını beklemektedir. Mevlana Halid efendimiz Hâcegân yolunun usul ve esaslarını kendi yaşadığı seyir ve sulûkunu anlatır. Vasılı ilallah için öncelikli olarak zikri tavsiye eder. Beş bin Allah (cc) lafzı ile zikir tarif etmek ister. Süreci anlatır. Bu beş bin lafzı celal daha başlangıçtır. Yüzbir binleri falan duyunca Nehri Hakkâri hazretleri çıkışır;
“Bu senin anlattığın amele seyri suluğudur. Ben biçare değilim ki. Bak ben inşaat ustasıyım. Sen bana diyorsun ki otur, bilmem kaç bin tespih say. Bu elinden bir iş gelmeyenlerin zikridir. Sen bana deki; tekke yap, mektep-medrese yap, dergâh yap. Filan caminin inşaatını bitir. Benim hizmetim ve zikrim bunlar olsun” buyururlar. Bu çıkış üzerine Mevlana Halid Efendimiz çok düşünür ve bu mesele kendisinde değişik ufukların açılmasına vesile olur. Abdullahi Nehri hazretlerine hak vererek kendisine en iyi bildiği ameli, hizmet olarak verir ve bu hizmeti onun aynı zamanda zikrini ve seyri suluğunu oluşturur. Abdullahi Nehri hazretleri en iyi bildiği işi yaparak yani tekke ve dergâh yaparak büyük Allah (cc) dostu olur. Hâcegân yolunun zikir ve hizmet anlayışının inceliklerinin de böylelikle ortaya çıkmasına sebep olurlar.
Hâcegânın sonraki büyükleri, bu misaldeki Abdullahi Nehri hazretlerini örnek vererek Hâcegân yolunun zikir anlayışının böyle olduğunu ifade ile tasdik etmişlerdir. İnsanı Allah’a (cc) vasıl eden her eylem zikirdir demiştik. Bu eylem Cenâb-ı Haktan karşılık bulduğu takdirde de ekberdir, hayırlıdır, kesirdir, üstündür. İşte kılıçlar kırılıncaya kadar yapılan cihaddan daha üstün olan zikir bu tarz zikirdir. Neticede vasılı ilallah vardır. Ayetlerde bu sebeple zikri kesir emrediliyor. Bu yüzden herkes kendisini vasılı ilallah yapacak zikir amelini bulmalıdır. Kişinin kendisi de bu ameli Abdullahi Nehri hazretleri gibi bulabilir. Ancak bu tarz insanlar nadirdir. Yok hükmündedir. Bu sebeple kişi kendisini Allah’a (cc) yaklaştıracak zikirleri ehli zikre sormalıdır. Akıl ehli zikirden alınmalıdır. Bu anlayış çerçevesinde ehli zikrin kim olduğu daha da önem arz etmektedir. Zikir işlerinden anlayan kişi. Abdullahi Nehri hazretlerinin zikri inşaat yapmaktı. Her insan adedi kadar Hakka yol olduğu düşünüldüğünde her insan adedince yapılabilen ve Hakka yol olan sair tüm işleri düşündüğünüzde ortaya aklın alamadığı bir durum çıkmaktadır. İşte değerli kardeşlerim ehli zikir denilen şey insanı kâmilden başkası değildir. Burada artık Hak ile yeksan olmuş insanı kâmilin marifeti değil bizzat Cenâb-ı Hakkın marifeti açığa çıkmaktadır.
Neticede şu sonuç gündeme gelmektedir. Zikir; Cenâb-ı Hakkın her insan için ayrı ayrı öngördüğü ve kendisiyle doğrudan bağlantı kurulmasına yol olan önemli bir ameldir. Seçimi bizim için Cenâb-ı Hakkın bizzat kendisi yapmıştır. Bize de, Allah (cc) ile insan arasında, insanda mevcut, kişiye özel bu zikrin bulunması ve tatbik edilmesi kalmaktadır.
Cenâb-ı Hak cümlemizin yardımcısı olsun. Onu layıkı veçhiyle zikredenlerden eylesin.
Hâce-i Hâcegân [9]
Vakıf Genel Başkanı
[1] Nahl, 43.
[2] Ahzap Suresi, 41. Ayet: “يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْرًا كَث۪يرًاۙ” , “Ey iman edenler, Allah’ı çokça zikredin”.
[3] Peygamber Efendimiz ﷺ buyurdular: “-Demirin paslandığı gibi kalpler de paslanır.” Ashâb-ı kirâm: “-Yâ Resûlâllah! Onun cilâsı nedir?” diye sorduklarında ise: “Allâh’ın Kitabı’nı çokça tilâvet etmek ve Allâh’ı çok çok zikretmektir.” cevabını vermiştir. Hadis metni için bkz: Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, II, 241.
[4] Hadis metni için bkz: “نوم العالم خير من عبادة الجاهل”; Deylemî, el-Firdevs, IV, 247.; Gazali, Abidler Yolu, Birinci Bölüm: İlim Edinme Bahsi.; Benzer hadis metni için bkz: Aclûni, Ebû Nuaym’ın Hilye’sinde Selman-ı Fârisi’den (r.a.) “ilim üzere gerçekleştirilen uyku, cehalet üzere gerçekleştirilen namazdan daha hayırlıdır” sözünü naklettiğini bildirir. Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 325, 329. (nr.2839, 2865).
[5] El-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, 1/224-225.; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 1/72.
[6] Bakara Suresi, 152. ayet.:”فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ۟” : “Beni zikrederseniz ben de sizi zikrederim. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.
[7] Resulullah ﷺ buyurdular ki: “Allah Teala Hazretleri diyor ki: Ben, kulumun hakkımdaki zannı gibiyim. O, beni andıkça ben onunla beraberim. O, beni içinden anarsa ben de onu içimden anarım. O, beni bir cemaat içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı bir cemaat içinde anarım. O, şayet bana bir karış yaklaşacak olursa, ben ona bir zira yaklaşırım. Eğer o, bana bir zira yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim. Kim bana şirk koşmaksızın bir arz dolusu günahla gelse, ben de onu bir o kadar mağfiretle karşılarım.” Hadis metni için bkz: Buhari, Tevhid 16, 35; Müslim, Zikr 2, (2675), Tevbe 1, (2675)
[8] Buhârî, Deavât 5.
[9] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân Yolunun Hocası