2. 3. Kalb-i Selim Olmak (3.Bölüm)
c. Hâcegân Yolunda Kalp ve Kalb-i Selim Olmak (Devam)
Gönüldedir kenzi irfan,
Gönüldedir lütfü ihsan,
Gönüldedir sırrı Yezdan,
Gel gönüle gir gönüle.
Gönüldedir bahri umman,
O ummanda dürri mercan,
Gönüldedir sırrı sübhan,
Gel gönüle gir gönüle.
Gönüldedir aşk muhabbet,
Gönüldedir küfür nikmet,
Gönüldedir merkeziyyet,
Gel gönüle gir gönüle,
Hikmet ehli böyle demiş,
Ehli gönül tasdik kılmış,
Hâce gönlü böyle bilmiş,
Gel gönüle gir gönüle.
Mademki kalp sıra dışı bir organımız, biz de tüm ilmi ve akademik teknikleri bir kenara bırakarak, gönül penceresinden kalbe yansıyan, ilmi ezeli Cenabı Haktan nasibimize düşen bilgileri şiirle anlatmaya karar vermiştik. Şiirimizin her mısrasını bir başlık yaparak kalp meselesini izaha devam etmek istiyoruz.
BİRİNCİ KITA
Gönüldedir Kenzi İrfan
Kenzi irfan yani irfan hazinesi, irfan denizi gönüldedir. Hakkı bilme, bulma ve buluşma yeri gönüldür. Cenabı Hak ötelerin ötesinde değil gönüldedir. Arifin bu sıfatı buradan neşet eder. İrfan denizinden bir damla dahi olsa alıp getirebilen kişiye arif denir. Okyanusa ait damla ile okyanus arasında fark yoktur. Damlayı analiz ettiğinizde çözelti olarak içinde ne varsa okyanusta da aynısı vardır. Damlayı tarif eden okyanusu da tarif etmiş olur. Efendimiz ﷺ ümmidir. Bazı kimseler Efendimizin ﷺ ümmi olmadığını, yani okuma yazma bildiğini iddia ederek diploma bile vermek istemişlerdir. Bunun altında başka şeyler yatmaktadır. Bu mertebelere bir çoban, bir marangoz, normal bir insan değil de sözüm ona aydın, bilgin, toplumun üst kesimleri gelebilir mantığı vardır. Yani bugün Hakkı bilenler ve bulanlar ancak ya isminin önü (prof, doç, dr.) ya da isminin sonu (hocaefendi, hazretleri, hacıefendi, şeyh, kutup) kalabalık sıfatlı kişiler olabilir. Sıradan bir insan nasıl olurda Hakkı bilir, Hakkı bulur, arif olur. Süleyman mabedinde yaşayan Yahudi din adamlarının misali gibi. Hazreti Meryem’i kıskanıp “dini biz biliriz, bize sorun, çünkü biz çok kitap okuduk. Mabede kapanıp her gün ibadet ediyoruz” demişlerdi ve yine Hz. İsa’yla (as) ilgili olarak da “bir peygamber gelecekse kutsal tapınaktaki hahamlardan başkası olamaz” denilmekteydi.
İslâm tarihi, bir irfan mektebine gidip kâmil bir mürşidin terbiyesiyle şekillenip, Efendimizden ﷺ öğrenilen metotlarla kalp temizliği yapılarak, kirlenmiş kalp aynasını temizleyerek Hakkı kendinde gösteren nice günahkâr insanların Hakkı bulma hikâyeleri ile doludur.
Konuyla alakalı olarak bir darbı mesel anlatılır. İki büyük ressam çağrılarak aynı odanın karşılıklı iki duvarına ayrı ayrı resim yapılması istenmiş ve en güzel resimi yapanın mükâfatlandırılacağı söylenmiştir. Araya bir perde çekilmiş ve ressamların birbirlerinden kopya çekmesi engellenmiştir. Ressamlar tüm marifetlerini göstermeye başlamışlar. Biri, bin bir renkli boyalarla bin bir çiçek resimleri duvara nakşederken diğer ressam günlerce önce duvarın zeminini kazımış sonra zımparalamış, sonra cilalamış pırıl pırıl bir hale getirmiş ama üzerine bir şey çizmemiş. Bu durum görenleri daha da meraklandırmış. Gün yaklaşınca bu ressamdan umut kesilmiş bir şey çizemediği zannedilmiştir. Nihayet beklenen gün gelmiş ve aradaki perde kaldırılır kaldırılmaz bin bir renkli çiçekler bu duvara yansımış ama ne yansıma! Göz alırcasına, çiçekleri çizen ressamın yaptığı resim dahi gölgede kalmış.
İşte Hâcegân yolunda yapılanlar bu ressamınkinden farksızdır. Hâcegân yolu; “Allahın (cc) ahlakıyla ahlaklanınız” [1] hadisi mucibince Cenabı Hakkın güzelliğinin tam manasıyla insanda gözükebilmesi için evvela kir pas tutmuş kalbin zikirle kirinin pasının kazınması, ince işçilikle (sohbetle) zeminin zımparalanması, akabinde tevbe ve pişmanlık gözyaşıyla yıkanması; ilim, akıl ve temizlenen kalbin tefekkürüyle oluşan murakabe ve müşahede ile kalbin zeminin cilalanması sonucu Hakkı kendinde gösteren kamil insanların yetiştirildiği velayet okuludur. Bu süreçlerin yaşandığı yerde sadece sen ve o vardır. Efendimiz ﷺ ; “beni Rabbim terbiye etti[2]” buyruğunda olduğu gibi, rabbisinden terbiye adına ne öğrenmiş ise aynı yöntemle zamanın kamillerini terbiye etmiş, “bende ne varsa Ebu Bekirin (ra) gönlüne koyduk/ aktardık” [3] buyurmuştur. Bu kutlu yol Ebu Bekir efendimizden bugüne kadar bozulmadan aktarıla aktarıla gelmiş ve bugün de manevi mirası ve mirasçıları olduğu gibi kıyamete kadar da olmaya devam edecektir. Hâcegân yolu, kıyamete kadar devamı müjdelenen yollardandır. Efendimiz ﷺ ahir zamanda sadece “Ebu Bekirin (ra) kapısı açık kalacaktır”[4] buyurmuşlardır. Bu hadisi şeriften ne anlaşıldığı, peygamberimizin ﷺ ne kasdettiği manevi mirasla birlikte tevaturen bugüne kadar aktarılmıştır. Biz de büyüklerimizden işitip iman ettik elhamdulillah.
Muhteremler lafı dolandırmaya hacet yoktur. Arife tarif gerekmez. Ez cümle Hâcegân yolunun irfan mektebi, bu yolun kâmilinin gönlüdür. Bu sebeple insanı kâmilin gönlü, şiirde de belirtildiği üzere kenz-i irfandır. Kenz (hazine); Efendimizden ﷺ veraset yoluyla intikalen gelen maiyet sırrı dediğimiz manevi mirastır. Zamanın Hâcesi, tıpkı Efendimiz ﷺ gibi neyi varsa insanlığın istifadesine sunmuştur. Tüm alış verişlerin olduğu yer kamilin gönlüdür. Bu sebeple şiirde davet gönledir.
Gönüldedir Lütfü İhsan
Efendimiz ﷺ ile Cibril arasında geçen ve sahih kaynaklarımızda Cibril hadisi veya hadisesi olarak rivayet edilen hadisi şerifte [5] Cebrail (as) Peygamber Efendimize ﷺ :
İhsan nedir ya Resulullah? Diye sual sormuşlardır. Efendimiz ﷺ; İhsan, sen görmesen dahi Hakkın seni gördüğünü düşünerek onu görüyormuş gibi ibadet etmendir buyurmuşlardır.
Şiirde geçen “ihsan” kelimesinden hem Cenâb-ı Hak, hem de hadisi şerifte tanımlanan ihsan kastedilmektedir. Zira Allah (cc) sonsuz ihsan sahibidir. Bu manada muhsindir. Burada Cenâb-ı Hakkın kinayeli olarak da kastedildiği şiirin vurgu yaptığı diğer son cümlelerden de anlaşılabilir. İrfan, İhsan, Yezdan kelimeleri hep kinaye ile ikili anlama gelecek şekilde kullanılmıştır.
Bu açıklamalardan sonra Allah’ın lütfunun da gönülde olduğu, ikinci mana ile ihsan sırrına mazhariyetin de gönül olduğu ifade edilmektedir. Bu mananın mefhumu muhalifinden de anlaşılacağı üzere lütfun zıddı, kahır da gönülde cereyan eder. Kahır insana zor gelen, imtihan gereği altından kalkılması güç olan şeylerdir. üç sebeple kahır gelebilir; ya işlenen günahlar nedeniye, ya imtihan gereği, ya da kulun derecesinin artırılması sebebiyledir. Tüm olan bitenler gönülde cereyan etmektedir. Bu yüzden Hâcegân yolcuları kalpte yaşanan ve haktan gelen lütuf ile övünmemişler yine Haktan gelen kahır ile de yerinmemişlerdir. Tek söyledikleri söz “lütfunda hoş… kahrında hoş…” olmuştur.
Hasretinin verdiği yangına alıştım.
Yalan dünya, her heves yarım her arzu hayal.
Sana kavuşmak mı belki mahşerde.
Hani buyurmuş ya kitaplar,
Kimi Hasret vuslattan iyidir diye.
Bana hasret kefeni biçilmiş.
Öl ve bu kefeni giy denilmiş.
Bu fakire söz hakkı verilmemiş,
Ne diyeyim.
Kahrında hoş lütfunda…
Dün bir bahar yaşadım.
Su serpildi yaralı yüreğime.
Susuz çorak bedenime,
Sen suyundan bir damla içirdiler.
Tarif edemem yaşadığım baharı.
Bahar ki hem de ne bahar.
Saatlerce hakkı seyrettim yüzünde.
Halden hale girdim.
Dolaştım arşı kürs’ü varlık âlemini.
Gördüm o sevgililer sevgilisini,
Senden başkası değildi.
Delilik dediler bu halime,
Ama olsun.
Dün lütfunu gördüm.
Kahrında hoş lütfunda…
Hâce-i Hâcegân [6]
Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] Münzirî, Terğîb, IV, 185.
[2] Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, c.I, s.12
[3] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c. 2, s. 419.
[4] Buhârî, Salât, 80.
[5] Müslim, Îmân 1, 5. ; Buhârî, Îmân 37; Tirmizi, Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16; Nesâi, Mevâkît 6; İbni Mâce, Mukaddime, 9.
[6] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân yolunun hocası