Hizmet Anlayışımız-3
Hâcegân Vakfının ve Yolunun Hizmet Anlayışı:
Hizmetin kaynağının Cenâb-ı Hak (cc) olduğunu belirtmiştik. İnsan, yaratılma isteğiyle ve “ol” emriyle vücuda gelişinde ilk hizmetini almıştır. Bu hizmet ile eğitimi başlamıştır. Bedenen dünyaya geldiğinde ise bu sefer de karşılıksız hizmet, anne tarafından yapılmaya devam edilmiştir. Kendisine hizmet edildiği için de içi hizmet etme aşkı ile dolmuştur. Hizmet görerek büyüyen insanın iç âlemine bu hizmet etme ruhu adeta ilmek ilmek dokunmuştur. Hem de karşılıksız gördüğü hizmet karşısında, karşılıksız hizmet etme aşkı onun mayası olmuştur.
Peygamber Efendimiz (sav), hizmeti bizzat kaynağından öğrendiğini “beni rabbim terbiye etti [1]“ hadisi şerifiyle beyan buyurmuştur. Rabbisinden öğrendiği hizmeti “Her küp içini terler[2]” fehvasınca tüm insanlığa yaşamında göstermiştir. Efendimizin (sav) tüm hayatı, insanlık için güzel örneklerle doludur[3]. O’nun (sav) yaşantısı dikkatlice incelendiğinde içinin hizmet aşkı ile dolup taştığı, bize basit gibi gelecek günlük yaşamında bile bizler için örneklerle dolu olduğu hemen fark edilmektedir . Özellikle hizmet konusunda hizmet eden olmaya gayret etmesi ve hizmet anlayışındaki farklılığı dikkat çekicidir. Efendimizin (sav) gündelik yaşamından alınan kesitlerden hareketle hizmetle ilgili bugünün eksiklikleri üzerinde durarak gerçek ve kâmil hizmet anlayışının nasıl olması gerektiği konusu üzerinde biraz daha detaya girmek istiyoruz.
Kâinatın Efendisinin (sav) Hizmet Anlayışından Kesitler
Bir cihad dönüşünde Efendimiz (sav) ve ashabı kiram istirahate çekilmişlerdi. Mücahitlere yemek hazırlama hizmeti konuşuluyordu. Ashabtan biri, “Ben yemeği hazırlayayım” derken, diğeri; “Ben de su getireyim” diye ilave etti. Bir diğeri ise, “Ben de ateş yakayım” dedi. Allah Resulü (sav) Efendimiz de, “Öyle ise ben de odun toplayayım!” diye ekledi. Ashab;
Siz istirahat buyurun, biz hizmetin hepsini yaparız, sizin de yemeğinizi huzurunuza getiririz! Dediler. Bunun üzerine Efendimiz (sav);
“Bilirim ki siz tüm hizmetleri yaparsınız. Ancak ben hizmet edilmekten değil hizmet etmekten memnun olurum! Ben de hizmet edenlerin arasında olmak ve gücümün yettiği hizmeti yapmak isterim”[4] buyurarak hizmet edilmeyi değil hizmet etmeyi tercih ettiklerini aleni buyurmuşlardır.
Birgün Efendimiz (sav) ashabına su dağıtma hizmetini bizzat kendisi üstlenmişti. Bu sırada oradan geçen bir yabancı, “Bu insanların efendisi kimdir?” diye sorunca Efendimiz (sav); “İnsanların efendisi insanlara hizmet edendir[5]” cevabını vererek hizmet etmeyi insanların efendiliği makamı olarak gördüğünü ifade buyurmuşlardır.
Yine Ashabtan birisi, bir adamı Efendimizin (sav) huzurunda övüyordu. Bu adamı tanıyan diğer sahabe; “Ben de onunla uzun yolculuk ettim, çok ibadet eden biridir. Her konaklamada hemen abdest alıp namaza durur, başka hiçbir işle meşgul olmaz” dedi. Bunun üzerine Efendimiz (sav) araya girerek;
“Her konaklamada hemen ibadete başlayan adamın devesinin yemini, suyunu kim verir, sofra hazırlama hizmetini kim yapardı?” diye sorarlar.
“O hizmetleri biz yapardık!” Ya Rasulallah deyince, Efendimizin (sav) cevabı şöyle oldu:
“Demek ki siz ondan çok ibadet etmişsiniz! Çünkü siz hizmet eden olmuşsunuz o ise hizmet edilen!”
Hz. Aişe validemize (rah) “Rasûlullah’ın evindeki hayatı nasıldı?” Diye sorulduğunda şu cevapları vermişti; “O (sav), evinde sizler gibi ayakkabısını tamir eden, elbisesini dikip yamayan, koyunlarını sağan, kendi işlerini kendisi yapan birisiydi.[6]“
Efendimizin (sav) hayatı bu ve benzer olaylarla doludur. Hizmet edilmekten hoşlanmayan, kendi işlerini kendisi yapan, söküğünü ve ayakkabısını kendisi tamir eden, hizmet edilen olmaktan çok “hizmet eden” olmaya gayret eden bir Paygamber (sav). Bu örnekleri bugün kendi yaşamımıza veya örnek olarak gördüğümüz dini cemaat veya grupların liderlerinin yaşantılarına vurabiliriz. Kıyaslayalım Allah (cc) aşkına. Bir bakalım kendimize ve toplumumuzdaki örnek şahsiyetlere (!), bir de kâinatın Efendisine (sav)…
Kısaca zamanını sırf ibadetle geçiren bir topluluk olmak yerine insanların ihtiyaçlarının giderilmesi gayretine düşen topluluk olmak bugün ibadet etmekten daha önem arz etmektedir. Efendimiz (sav) zamanında İslâm topluluğu bugünkünden daha basit bir yapıya sahipti. Bugün içinde yaşadığımız toplum ve hizmet araçları daha farklıdır. İnsanların selameti için, huzur ve refah içerisinde yaşam sürmeleri için öncelikle güvenlik hizmeti gereklidir. Bunun yanında adalet ve sağlık hizmeti, eğitim hizmeti gibi birçok hizmetler insanın maddi ve manevi gelişimi için olmazsa olmaz şartlardandır. Eğer özgürlük yoksa kimi ibadetler de yoktur. Özgür değilseniz size cuma namazı farz değildir. Bu sebeple elhamdülillah bugün yaşadığımız ülkemizde kimi kısıtlamalara rağmen bu manada özgürüz. Cenâb-ı Hakka ibadet eden numune bir topluluk elbette bulunmalı. Ancak bu örnek topluluk insanın maddi ve manevi yaşamı için ibadet ne kadar gerekli ise diğer hizmetlerin de yapılması en az yapılan bu ibadetler kadar gerekli olduğu hususunu hatırdan çıkarmamalıdır.
Yukarda zikredilen hadisi şerifteki iki insan profiline dikkat çekmek istiyoruz. Efendimiz (sav), yolculuk esnasında mola yerinde abdest alıp namaza duran ve bu tarz ibadetten başka işleri önemsiz görüp başkalarına bırakan kişinin ibadet ve hizmet anlayışı ile mola sırasında anın gerekliliğini yerine yetiren, yani develere su veren, sofrayı hazırlayan kişinin, ibadet ve hizmet anlayışını birbirleriyle kıyaslamış ve ikinci kişinin hizmetinin ve ibadetinin daha büyük olduğu alenen beyan buyurmuştur.
Bu basit örneği hayatımızın tüm alanlarına vurmak mümkündür. Bugün ülkemizde şer odakları ile girişilen mücadelede yapılan eylemlerin hepsi kim ne derse desin Cenâb-ı Hak nazarında ciddi bir hizmettir. Gece sabahlara kadar kılınan namaz yerine ülkenin selameti ve güvenliği için sabahlara kadar kafa yoran kişinin hizmeti daha övülmeye layıktır. Bu sebeple kısır hizmet anlayışının terk edilmesi gerektiği üzerinde uzunca durmuştuk. Hizmeti ibadetsel faaliyetlerin yayılması, cemaatin isminin tüm ülkede duyulması şeklinde anlarsak hem kendimize hem de ülke insanına yazık etmiş oluruz.
Son dönem İslami cemaatler ve gruplar, hizmet deyince ya yalnızca Allah (cc) için cihat etmek olarak anlamışlardı veya yalnızca Kur’an kursu açmak, cami veya dergâh inşa etmek olarak algılamışlardı. Diğer eylem ve işler boş şeyler, masiva olarak görülmüştü. Sonra bir yirmi sekiz şubat geldi ve tüm kursların ve dergâhların kapılarına kilitler vuruldu. Yapılan onca dua ve niyaz fayda etmedi. Bu musibetten sonra İslami cemaat ve grupların hizmet anlayışları değişti. Ne oldu? Hizmet kavramı asliyetine döndü. Namaz kılan kadar deveye yem veren adamın amelide hizmetten sayıldı. Hatta deveye yem veren insanın hizmeti namaz kılandan daha üstün sayıldı. Yaşadığımız coğrafyada ülkenin güvenlik ve adalet birimleri için insanlar yetiştirildi. Bu insanların güvenlik ve adalet alanında her çabası iki rekât nafile namazdan evla görüldü. Bu alandaki her çaba cihad telakki edildi. Belli kadro ve hizmet birimlerinde bu anlayış olunca şer odakları harekete geçti ancak ibadet aşkıyla gece sabahlara kadar kafalar şer odaklarına yoruldu. Hizmet anlayışı sahih olan gerçek mürşidi kâmiller bu kişilere destek oldu. Teşvik etti. Geceleri sabaha kadar namaz kılan ile insanlığın huzuru ve güvenliği için sabaha kadar nöbet bekleyen polis aynı kemâlde görüldü. Hatta daha üstün sayıldı. Taşlar yerine oturdu. Hizmet anlayışındaki kısırlık terk edildikçe Cenâb-ı Hakkın da yardımıyla birçok kapılar teker teker aralanmaya başlandı. Bugün camimizde ve dergâhımızda rahatça ibadet edebiliyorsak bu deveye yiyecek vermeyi ibadet sayan anlayış sayesinde olduğu unutulmamalıdır.
Efendimizden (sav) sonra hizmet anlayışında çığır açan iki Allah (cc) dostundan burada bahsetmeden geçemeyeceğim. Bunlardan birisi Mevlana Halid Efendimizin çok yakın arkadaşı ve halifesi, Abdullah-i Nehri hazretleri ve diğeri yakın tarihimizin üstad isimlerinden Bediüzzaman Said Nursi hazretleri.
Hâcegân Büyüklerinden Abdullah-i Nehri Hazretleri ve Hizmet Anlayışı
Hâcegân yolunun büyüklerinden Abdullahi Nehri Hazretleri, Mevlana Halidi Bağdadi (ks) efendimiz ile aynı dönemde yaşamış büyük bir Allah (cc) dostudur. Bu iki zat Hâcegân yoluna girmeden önce de çok iyi arkadaştırlar. O zamanlarda Delhi’de Şahı Dehlevi (ks) adında bir Allah (cc) dostunun varlığından bir vesile haberleri olur. Abdullah-i Nehri Hazretlerinin maddi durumları iyidir. Ticareti, bugünkü manada inşaat işleri üzerine kuruludur. Mevlana Halid efendimizle birlikte Şahı Dehlevi Hazretlerine talebe olmaya Hindistan’a gitmeye karar verirler. Mevlana Halid efendimizin maddi imkânı yoktur. Hindistan’a gitmek ister ancak cebinde yol parası dahi yoktur. Abdullahi Nehri Hazretleri kendisine bir öneride bulunur. Derki, “Ben buradaki işlerin başında kalayım. Buradaki ticaretimiz açık kalsın, ikimizin de maişetini kazanayım, senin yol paranı ve tüm masraflarını ben karşılayayım. Sen Hindistan’a git. Bu zata müntesip ol. Hâcegân yolunun usul ve esaslarını öğren sonra gel bize uygula. Biz de burada senin yanında seyrimizi tamamlayayım” derler. Mevlana Halid efendimiz bu teklife sıcak bakarlar, anlaştıkları gibi Hindistan’a giderler, Şahı Dehlevi Hazretlerine müntesip olurlar. Nakşibendî yolunun tüm inceliklerini öğrenirler ve Şahı Dehlevi efendimizden hilafet alarak dönerler. Abdullahi Nehri hazretleri heyecanla arkadaşını beklemektedir. Mevlana Halid efendimiz Hâcegân yolunun usul ve esaslarını kendi yaşadığı seyir ve sulûkunu anlatır. Vasılı ilallah için öncelikli olarak zikri tavsiye eder. Beş bin Allah (cc) lafzı ile zikir tarif etmek ister. Süreci anlatır. Bu beş bin lafzı celal daha başlangıçtır. Yüzbir binleri falan duyunca Nehri Hakkâri hazretleri çıkışır;
“Bu senin anlattığın amele seyri suluğudur. Ben biçare değilim ki. Bak ben inşaat ustasıyım. Sen bana diyorsun ki otur, bilmem kaç bin tespih say. Bu elinden bir iş gelmeyenlerin zikridir. Sen bana deki; tekke yap, mektep-medrese yap, dergâh yap. Filan caminin inşaatını bitir. Benim hizmetim ve zikrim bunlar olsun” buyururlar. Bu çıkış üzerine Mevlana Halid Efendimiz çok düşünür ve bu mesele kendisinde değişik ufukların açılmasına vesile olur. Abdullahi Nehri hazretlerine hak vererek kendisine en iyi bildiği ameli, hizmet olarak verir ve bu hizmeti onun aynı zamanda zikrini ve seyri suluğunu oluşturur. Abdullahi Nehri hazretleri en iyi bildiği işi yaparak yani tekke ve dergâh yaparak büyük Allah (cc) dostu olur. Hâcegân yolunun zikir ve hizmet anlayışının inceliklerinin de böylelikle ortaya çıkmasına sebep olurlar.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Hizmet Anlayışlarından Bir Kesit
Bediüzzaman hazretleri, kadir gecesinde Mustafa Sungur beye “Ankara’da bulunan milletvekili Tahsin Tola’ya şöyle bir mektup yaz” talimatı verirler. Mustafa Sungur bey kadir gecesi münasebetiyle evrad ve ezkârla coştuğu bir sırada Bediüzzaman hazretlerinin bu emrini algılamakta zorlanır.
İlk bakışta, mübarek bir gecede evrad ve ezkârla meşguliyetin, bir siyasetçiye mektup yazmak gibi “basit, sıradan, önemsiz” gibi görünen bir işten çok daha değerli olduğu düşünülebilir. Ancak Üstad hazretleri meseleye farklı bakmaktadır. Bu sebeple Mustafa Sungur efendinin okumakta olduğu evrad ve ezkârı derhal bir kenara bırakarak o mektubu yazmasını ister. Üstada göre o gece mektubun yazılması, hizmetin gereği ve maslahatı açısından, evrad ve ezkâr okumaktan çok daha önemli ve önceliklidir. Evrad okumak, kişinin kendisinin şahsî kemâlâtıyla ilgili bir husustur. Ama hizmetin genel meselelerini takiple vazifeli bir milletvekiline yazılacak mektup, tüm insanlığa planlanan hizmetin selâmetini ve tüm insanlığın hukukunu ilgilendirmektedir. Onun için de, kadir gecesinde bile, şahsî evrad ve ezkârdan daha çok önem arz etmektedir.
Yine üstad Bediüzzaman hazretleri Afyonda hapishanede ve mübarek üç aylar içerisinde iken tüm zihnini mahkemede yapacağı savunmaya ayırır. Bu sebeple de kendisini kınar. Boş bir dava için kendisini niye bu kadar yorduğunu düşünür. Her şeyi Hakka havale edip üç ayları zikir ve ibadetle geçirmek ister ancak kendisine cezaevinde öyle ilhamatlar gelir ki yaptığı savunmanın o mübarek aylarda yapacağı en büyük ibadet olduğu kendisine manen bildirilir. Bu husus üstad hazretlerinin tarihçeyi hayat isimli eserinde şöyle geçer; “Bu günlerde kısmen müdafaatla zihnen meşguliyetimden teessüf ederken kalbe geldi ki: O iştigal dahi ilmîdir; hakaik-ı imaniyenin neşrine ve serbestiyetine bir hizmettir, bu cihette bir nevi ibadettir[7]”.
Sonuç olarak; Hâcegân vakfının ve yolunun hizmet anlayışındaki eylemler, yukarıda zikretmeye çalıştığımız örneklerde olduğu gibi zamanın gerekliliğine ve her insanın istidadına göre farklı özellikler arz edebilmektedir. Cenâb-ı Hak tarafından insana ne özellik verilmiş ise onu yine Hakkın hoşnutluğu için insanlığa sunması, hizmetin esasını oluşturmaktadır. Allah’a (cc) ve Rasulüne yapılacak en büyük hizmet; Allahın (cc) i’yalleri hükmünde olan insana yapılan hizmettir.
Cenâb-ı Hak tüm hizmetlerimizi dergâhı izzetinde kabul etsin. Gerçek hizmet anlayışına sahip olmayı ve gerçek hizmet eri olmayı cümlemize nasip eylesin.
Hâce-i Hâcegân [8]
Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] Suyuti, el-Câmiu’s-Sağîr, c.I, s.12
[2] Aliyyü’l-Kari, Kübra, s.265.; Acluni, Keşf, 2/157.
[3] Ahzab Suresi, 21. Ayet: “Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; …güzel örnekler vardır.”
[4] Muhibbüddin et-Taberî, Hulasatü siyeri seyyidi’l-beşer, s. 87; Zürkani, Şerh, 4/265.
[5] Deylemî, el-Firdevs bi-Me’sûri’l-Hitâb, Beyrut 1986, II, 324.
[6] Müsned, VI, 256.
[7] Tarihçe-i Hayat, s. 512.
[8] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân yolunun hocası