Nefsin Hakikati
İnsanın ilk yaratılma isteği zuhura geldiğinde melekler “Yarabbi yeryüzünde fesat çıkaracak kan dökecek kişiler mi yaratıyorsun? Biz sana yetmiyor muyuz?” sualini sorduğunda Cenab-ı Hak; “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim[1]” buyurdu. Yani siz susun, benim işime karışmayın, buyurdu.
Nefsin yaratılışı insanın ilahlık iddiasında bulunmaması içindir. Cenabı Peygamber (sav) “eğer siz hiç günah işlemeseydiniz Allah (cc) sizin hepinizi helak eder günah işleyen bir topluluk yaratırdı” buyurmaktadır[2]. İnsan, nefsle birlikte büyüklenme, kendini ilah görme cüretkârlığını bırakır. Aslında bu, insanın ne kadar büyük olduğunun perdesidir. İnsan, nefsi gerçekten doğru okuyabilirse bu durum perde olmaktan çıkar ve insanı illiyyine götürür. Ancak insan, bu nefsin arzularına esir olursa hayvanlardan da daha aşağılara düşeceğini yine Kur’an bizlere bildirmektedir[3].
Öyleyse nefs, Cenab-ı Hakkın ilahlığını kimseye bırakmadığının ispat vesilesi olarak insana verilmiştir. İnsan doğmadan önce nefsle tanıştığı gibi ölene kadar onunla yaşamaya mahkûm ve mecburdur.
Tasavvufta, nefs ve onunla mücadelede değişik yöntemler geliştirilmiştir. Önce nefsin çerçevesi çizilmektedir. Yani nefsin, Cenab-ı Hakkın emri ilahisi olduğu, Şems Suresinde belirtildiği üzere “fücuru”[4] Cenab-ı Hakkın ilhamıyla insana yönelttiği, karşı karşıya kalınan varlığın ne kadar güçlü olduğu izah edilir. Nefsin yüzde yüz yok edilmesinin mümkün olmadığı belirtilir. Nitekim böylesi bir durum da istenmemektedir. Yukarıda belirttiğimiz hadisi şerifte nefsine hiç uymamış bir topluluk olsaydı Allah (cc) onları helak eder nefsine uyan (günah işleyen) topluluk yaratırdı, buyrulmaktadır.
Nefs ve onunla mücadelede ortaya konulan diğer bir yöntem, kişinin zamanını Cenab-ı Hakla meşguliyete çokça ayırması şeklindedir. Yani kişi yirmi dört saatini Cenab-ı Hakkın ve Cenab-ı Peygamberimizin (sav) emri ilahisi ile geçirmeli, başka bir anlatımla nefsi bu meşguliyetten bıkıp, umudunu kesip, sesini kesme durumuna gelmelidir. Bu konu oldukça zordur ve çetin bir mücadele gerektirmektedir. İnsan, Cenab-ı Hakla ve Efendimizin (sav) sünnetiyle meşgul oldukça nefsin sınırlarının çizilmesi söz konusu olmakta ancak yine de nefs tamamen ortadan kalkmamakla beraber aradan galip geldiğinde, zaman kaybetmeksizin tövbe ile yine Cenab-ı Hakkın kapısına koşuş öğretilmektedir. Tasavvuf büyükleri günah işlemekten değil tövbe edememekten korkun, şeklinde ikaz buyurmaktadırlar.
Hâcegân yolu ise nefs ve onunla mücadelede daha spesifik ve daha köklü bir çözümü ortaya koymaktadır. Şöyle ki;
Nefs, Kömür Gibidir.
Hâcegân büyükleri nefsi kömüre benzetmişlerdir. İbadetleri ve taatleri, her türlü dini faaliyetleri ise suya teşbih etmişlerdir. İnsan ne kadar ibadet ederse etsin ne kadar namaz kılar, oruç tutarsa tutsun veya riyazet yaparsa yapsın, kömürün yıkanması misali kendisinden bir siyahlık akmaktadır. Ancak yine de kömür, kömür olmaya devam etmektedir.
İşte büyüklerimiz meseleye böyle bakarak nefsle mücadelede ateşi tavsiye etmişlerdir. Yani nefs kömürünü ateşe at, öyle bir yansın ki, kül olup mahiyet değiştirsin. Kitaplarda nefsin bahsedilen dereceleri aşama aşama hızla bu yöntemle geçilsin buyrulmaktadır.
İşte bu ateş, sevgi ateşidir, ocağı da İnsanı Kâmilin gönül ocağıdır. İnsanı kâmilin Cenab-ı Hakka ve Kâinat güneşi Efendimize (sav) olan sevgisinden mütevellit ocaktır. Onların nefsleri de aynı usulle ocakta yanmış, kor ateş halini almıştır. İnsan, nefsini insanı kâmilin ocağının yanına koydu mu, o ateş ister istemez yanındaki kömüre de sirayet edecek ve insanda da bir yangın başlayacaktır. Bu yüzden din büyüklerimiz “İslam’ı” afedersiniz “uyuzlu keçiye” benzetmişlerdir. “Hemen uyuzunu yanındakine bulaştırır” buyurmuşlardır. İnsanı kâmil de ateşini yanındakine hissettirmektedir.
Zaten Nefs de kömür misalinde olduğu gibi yanıcı bir madde olarak yaratılmıştır. Bu yangında insanın biraz canı acımaktadır. Ancak yıllarca sürecek nefs mücadelesi düşünüldüğünde çok kestirme bir yoldur. Hâcegân yolunda bu yüzden nefs ve nefsin meratipleri yerine bu kestirme yol üzerinde çokça durulmuştur.
Kül olan nefsin içinde ateş tamamen sönmemektedir. En ufak bir rüzgârda yeniden kor haline gelebilmektedir. İşte bu aşamada kişi, yüzde yüz nefse hâkim olamasa da kontrol altında tutmayı başarmıştır. Ancak unutulmamalıdır ki nefs de tamamen yok olmamıştır. Mahiyet değiştirmekle birlikte gevşek kalınan noktalarda kendini gösterecektir. Nefsin isyanı halinde yapılacak şey küçük bir rüzgâr çıkarmaktır. Nasıl ki küllenmiş köz en ufak bir rüzgârda kızarmakta kor halini almakta ise yapılacak basit yöntemlerle nefs, kor halini alacak ve sesini kesecektir. Neticede ilahi emre muttasıl olacaktır. Kimi zaman nefs galip gelse de kişi zaman kaybetmeden tövbesini yapacak ve Hakka koşacaktır.
Hâcegân pirleri mahiyet değiştirmiş nefsin farklı şekillerde insanı aldatmak istediğine işaret etmektedirler. Birçok veli derecesine ulaşmış kişileri bile aldatabileceğine dikkat çekerek bu konuda rehavete kapılmaması gerektiği tavsiye edilmiştir. Anlayış meselesinde sıklıkla vurguladığımız bir mesele vardı. İnsan hangi noktaya gelirse gelsin, kim olursa olsun, geldiği aşamayı daha önce o aşamadan geçmiş kâmil zatlarla çek etmelidir.
Bugün insanların içinde bulunduğu en önemli hastalıklardan birisi de budur. Herkes her şeyi bilmektedir. Bir başkasına ihtiyaç yoktur. “Kitap, sünnet ortadadır, okunması yeterlidir, Allah ile kul arasına girilmez” anlayışsızlığıdır. Buralar ayrı bir yazı konusu olacak önemli meselelerdir. Cihan padişahı, İslam’ın halifesi, peygamber aşığı, mısırın fethinde Peygamber Efendimizden (sav) doğrudan yardım alabilen, Yavuz Sultan Selim Han bile bulunduğu yere, manevi konumuna bakmaksızın, kendisini bulunduğu yere ve konuma taşıyan insanı kâmillerle her hâl ve kârda hemhal olmayı cümleden evla görmüş ve sarf ettiği iki satır cümle Cenab-ı Hakkın öyle hoşuna gitmiş ki bizim bu yazıda bile hitam cümlesi olarak sertaç şeklinde yerini almıştır. Yüce Sultan buyurmuşlar ki;
…..
Padişah-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş,
Bir veliye bende olmak cümleden evla imiş.
…..
Hâce-i Hâcegân [5]
Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] Bakara Suresi 30. Ayetinde: “Rabbin meleklere “Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim” demişti; melekler, “Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz” dediler; Allah “Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi”. Bkz: https://www.kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=2&ayet=30
[2] Müslim, Tevbe, 9-11.
[3] Araf Suresi 179. Ayet: “Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.”
[4] Şems Suresi 8. Ayetinde: “ فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙۖ ; “Fe-elhemehâ fücûrahâ ve takvâhâ” : “ Nefse ve … ona fücuru (kötülük duygusunu) ve takvasını ilham edene andolsun ki…”; Bkz: https://www.kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=91&ayet=8.
[5] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân yolunun hocası.
“İnsan doğmadan önce nefsle tanıştığı gibi ölene kadar onunla yaşamaya mahkûm ve mecburdur.”
Hayata dokunan bir veciz kelam. Allah razı olsun