8.2. SABIR EHLİ OLMAK (2. Bölüm)
bb. Allah ﷻ Cephesi
Sabrın ikinci cephesi; Allah ﷻ cephesidir. Bu cepheden bakabilen için sabrın tarifi ve yapılması gerekenler farklıdır. Bu cephede İmam Efendinin [1] buyurduğu gibi “Allah ﷻ ile olanlar” vardır. İmam efendi bahtiyar insanları iki grupta inceler. Birincisi “Allah ﷻ ile olanlar”; yani doğrudan meselesini Cenabı Hakka arz edip cevaplar alabilenler, Cenabı Hakla doğrudan bağlantı kuranlar. Bunlar; peygamberler ve Allah ﷻ dostlarıdır. Bunlar öyle azdırlar ki yok hükmündedir. İkincisi; “Ehlullah ile olanlar”; Bunlar doğrudan bağlantılı olamamakla birlikte onun dostuyla beraber olanlardır.
Allah ﷻ ile olanlar, meseleye kul cephesinden değil de Allah ﷻ cephesinden bakabilenlerdir. Meselenin nedenini, niçinini bizzat her şeyin yazılı olduğu ve ilgilisine açık levhi mahfuza bakarak bilenler. Ledun ilmi sahipleri. Bu kişiler, her işlerini Cenâb-ı Hak ile görürler. Bu yakınlık nedeniyle Cenâb-ı Hak ile aralarında değişik ilişkileri vardır. Akılla idrak edilemeyecek ilişkilerdir. Hz. Eyüp (as) ile Cenâb-ı Hak arasındaki ilişki buna örnektir. Aralarında bulunan yakınlık nedeniyle özel muameleye tabidirler. Özel insanların imtihanları da sabırları da özeldir. Bu durum normal insanlar için geçerli değildir.
Eşrefoğlu Rumi (ks), Eyüp (as) meselesini “Müzekkin Nüfûs” isimli eserinde şöyle anlatır: “Şeytan aleyhilla’ne, ‘Yarabbi bana izin ver hazreti Eyüp’ü (as) kandırayım’ der. Cenâb-ı Hak da şeytana bu konuda fırsat verir. Önce şeytan Eyüp’ün (as) mallarını helak eder. Bakar ki Eyüp (as) nasıl davranıyor. Eyüp (as), hiç oralı bile olmaz, daim secde ve şükür halindedir. Bu seferde Eyüp’ün (as) çocuklarını helak eder. Eyüp (as); ‘mallarda, çocuklarda Allah’tandı şimdi yine ona gittiler’ dedi, şükür ve secde halinde oldu. Bu seferde şeytan, Eyüp (as) secdede iken burnuna üfledi ve Eyüp (as) burnundan mikrop kaparak hastalandı. Öyle hastalandı ki etleri lime lime oldu, kemiklerinden ayrıldı, kurtlandı, koktu, onu şehirden attılar. Başına gelmedik cefa kalmadı. Ama Eyüp (as), olanların kimden olduğunu bildi, sabretti. Şeytan aleyhilla’ne galip gelemedi. Süreçte Eyüp (as)’mın, Cenâb-ı Hakka yakınlığı (yakin) sabrına güç verdi. Ancak Eyüp (as), vücudundan düşen bir kurdu kendi iradesi ile yeniden bedenine koyduğunda bu kurdun ısırığına dayanamadı. Bu durumu Cenâb-ı Hakka açtığında Cenâb-ı Hakkın Eyüp’e (as);
‘Ya Eyüp! Önceki bela ve musibetler benden idi. Benim emrimle oldu. Ancak senin vücudundan düşen o kurdu sen kendi iradenle bedenine koydun. Bu konuda benim bir emrim yoktu. O yüzden onun ısırığı seni çok acıttı’ buyurmuştur”[2].
Mesele, Cenâb-ı Hakka yakınlık kesbeden Eşrefoğlu Rumi hazretleri cephesinden böyle nakledilmiştir. Bu meseleyi belki de Cenâb-ı Hakk ezeli ilmiyle ledün ilmi vasıtasıyla işin hakikatini bizzat kendisine ihsan eylemiştir, orasını bilemiyoruz. Ancak sabır konusunda bizim durduğumuz yerin burası olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Sabır mevzusunun şifreleri Hz. Eyüp (as) da saklıdır. Kendisi Sabir peygamberdir. Kuran-ı Kerim’de kıssasının şifreleri yer almıştır. Bu sebeple Eyüp (as)’ı biz de mercek altına almak istiyoruz.
d. Sabır ve Eyüp Aleyhisselam
Sa’d suresi 44. ayette Cenâb-ı Hak; “Biz, Eyyub’u cidden (nefsine, ehline ve malına erişen musibetlere) sabırlı bulduk. O, ne güzel kul idi. Daima Allahu Tealaya döner, ona sığınırdı” buyurmaktadır. Hazreti Eyüp aleyhisselamın bela ve musibetlere karşı duruşu bizlere örnek olarak gösterilmektedir. Önce malları, sonra evlatları, sonra bedenine düçar olan hastalıklar, yaşadığı şehirden kovulma ve tahkir ve nihayetinde sabrın meyvesi olarak Hakkın ikramı. Tüm aşamalar en ince detayına kadar tevatüren anlatılmaktadır. Cenâb-ı Hak, Kitabı keriminde bizzat kendilerinden bahsederek Hazreti Eyüp aleyhisselamın mücadelesini tüm insanlığa duyurmuştur. Bu konu Allah ﷻ dostlarının da dikkatini çekmiş ve sabırla ilgili bazı meseleleri irdelerken Hazreti Eyüp aleyhisselamı daha detaylı inceleme ihtiyacı duymuşlardır.
Marufu Kerhi (ks) Hazretleri de bu ihtiyacı duyan veli zaatlardan birisidir. Hazreti Eyüp aleyhisselamın bazı hallerini o da merak etmiştir. Hatta merak ettiği halleri bizzat Cenâb-ı Hakka sorarak aldığı cevapları da bizlerle paylaşmışlardır. Özellikle Eyüp aleyhisselamın Enbiya Suresi 83. ayetinde bahsi geçen haline taaccüp ettiğini, bu taaccüp neticesinde yaşadıklarını detaylı anlatmışlardır. Bizde bu yaşanan olayları burada zikretmek istiyoruz.
Enbiya suresi 83. ayette Eyüp aleyhisselamın; ” رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ “, “Rabbehu enni messeniyed-durru ve ente erhamürrahimin” “Ey Rabbim! Bana zarar (hastalık ve mihnet, dert) isabet etti. Sen merhametlilerin en merhametlisisin” dediği buyrulmaktadır.
Marufu Kerhi Hazretleri bu durumu bir şikâyet olarak algılar ve Hazreti Eyüp aleyhisselamın nasıl böyle bir şikâyet ifadesi kullandığını düşünür. Bunu bir başkası söylese inanmayacaktır ama ifade bir Allah ﷻ kelamıdır, ayeti kerimedir. Marufu Kerhi Hazretleri ayet üzerinde tefekküre dalarlar ancak işin içinden çıkamazlar ve neticede bu durumu Cenâb-ı Hakkın kendisine sormaya karar verirler. Ayette; “bana zarar (hastalık ve mihnet) isabet etti” ifadesi, “Messeniyed-Durru” şeklinde geçmektedir. Marufu Kerhi Hazretleri manevi deryaya dalar ve Cenâb-ı Hakka niyazda bulunur. Bundan sonraki konuşmaları nakilsiz Marufu Kerhi Hazretlerinin dilinden aynen aktarmak istiyorum;
“Ya Rab! Kur’anı azimül burhanda (Sad, 44); “Biz, Eyyub’u cidden (nefsine, ehline ve malına erişen musibetlere) sabırlı bulduk. O, ne güzel kul idi. Daima Allah’u Tealaya döner, ona sığınırdı” buyurdun. Şu halde Eyyub’un (as) “Messeniyed-Durru” demesi ne idi?
Hatıftan bir nida geldi;
Ya Ma’ruf! Mihnetlere uğramış ve tenini kurtlar yerken, biz ona her sabah in’am ederdik. Tecelli kılar ve (Esselamü aleyk ey benim sabırlı kulum, nice sorayım seni…) derdik. Bu tecelli ve soruşumuz dolayısıyla Eyyub’e mihnetleri rahat görünürdü. Öyle ki Eyyub hoşluğa döndü, hoşluk alemetleri belirdi. O hatır soruşların kesilebileceği kaygısına düştü ve ayrılık korkusuyla “İnni Messeniyed-Durru dedi” diye ifade buyurmuşlardır[3]. Buradan anlıyoruzu ki Hz. Eyüp (as)’ın “Ya Rabbi bana bir hastalık isabet etti derken zahiri yaşadığı hastalıkları değil, Cenabı Hakkın her pazartesi kendisine hal hatır sormasının kesilmesi kaygısı ve ayrılık hastalığına düştüğünü anlıyoruz. Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber…
Marufu Kerhi hazretleri ayetin tefsirini bizzat Cenâb-ı Haktan bu şekilde alırlar. Bu görüşme kendisinde birçok kapıların açılmasına sebep olur. Daha sonraları büyük bir tefsir yazarlar ve tefsirine “Messenned-Durru Tefsiri” ismini verirler. Hazreti Eyüp aleyhisselamın düçar olduğu hastalığa yani Cenâb-ı Hakka vuslatın neticesinde O’ndan ayrılma korkusu hastalığına kendileri de yakalanırlar. Hazreti Eyüp aleyhisselamın hangi haline takılınırsa takılınsın Cenâb-ı Hakkın büyük ikramı vardır. Bu yazı vesilesiyle bizleri de ikramdan mahrum etmediler, elhamdülillah.
Biz meselemize tekrar dönecek olursak. Marufu Kerhi Hazretleri, Eyüp aleyhisselamın maruz kaldığı musibetler sebebiyle Cenâb-ı Hakka şikâyette bulunduğunu zannetti. Taaccüp etti. Bu meseleye takıldı. Meseleye takılması kendisinde birçok açılımlara sebep oldu. Cenâb-ı Hakla görüştü, Cenâb-ı Haktan cevap aldı. İkram üzerine ikramlar oldu.
Yine Beyazıdı Bestami hazretlerinin de bu meseleye takıldığını görüyoruz. Bayezidi Bestami Hazretleri de bu meseleyi merak ederler, Cenâb-ı Hak cephesini değil de daha çok Hazreti Eyüp (as) cephesini merak ederler ve kendileri de bizzat meseleyi Hazreti Eyüp aleyhisselama sorarlar. Bayezidi Bestami Hazretleri bizzat bu ayeti tefsir ederlerken Hazreti Eyüp (as) ile aralarında geçen konuşmaları kendi dilinden aynen aktarmak istiyorum;
“Ben Eyyub aleyhisselamın; “inniy Messeniyed-durru”, “bana zarar (hastalık) isabet etti” demesine taaccub ettim ve;
Ya Eyyub! Sen ki övülmüş peygambersin. Allah’u Tealanın verdiği beladan niçin inlersin? Dedim, secdeye vardım, teveccüh ettim ve hemen o demde Eyyub aleyhisselamın ruhu ile buluştum. Kendisine selam vermek ve bu inlemesinin sebebini sormak üzere ileriye vardım. Eyyub aleyhisselam önüme geçti ve bana selam verdi ve dedi ki;
Ya Bayezid! Ol Hazret, öyle bir Hazrettir ki, kişi neye itimat eder ve mesnet edinirse, hemen ona set ve hicap olur. Kişinin kendisine değil, Allah’u Tealanın fazlına dayanması gerektiğini bildim. Oğuldan, kızdan, hısımdan, kavimden, maldan, rızıktan, sağlıktan hiçbir fayda olmadığını da anladım. Yani sabırdan başka dayanacak bir şeyim olmadığını da sezdim. Bu sabrın da benimle Mevlam arasında kalın bir perde olduğunu fark edince o sabır dağını da kül gibi savurdum, hiç eyledim. Ol Hazrete, işte böyle bir hiçlikte vardım. Hazret, bana; ‘Sen kimsin?’ buyurdu. Cevap verdim; ‘Ben bir hiçim, bende kimlik kalmadı ki, bir haber verebileyim’. Kulluk makamında hiç olduğum için benim iflasımı ve yokluğumu kabul ettiler ve ol padişahın yanına ilettiler. Şimdi biz onların ve onlar bizimdir…”
Bu cevap üzerine Bayezidi Bestami Hazretleri bir nara atarak kendisine gelir ve “Peygamberim Hz. Muhammed Mustafa sallAllah’u aleyhi ve sellem, şeyhim Sabir aleyhisselamdır” diye bağırırlar.
Beyazıdı Bestami hazretleri, Eyüp aleyhisselamdan, Marufu Kerhi hazretlerinin aldığı bilgiden daha da ötesini alırlar. Biz Hazreti Eyüp aleyhisselamın sabırla Hakka vasıl olduğunu sanırız. Oysa işin manevi boyutunda sabrında Cenâb-ı Hakka bir engel olduğunu, onda da bir varlık duygusunun olduğunu anlamış bulunmaktayız. Her durumda olduğu gibi bu durumda da “yokluk” “hiçlik” tavsiye edilmiştir.
İmam Efendinin (ks), mes’ud ve bahtiyar iki grup insandan bahsettiğini belirtmiştik. Bunlardan birincisi Allah ﷻ ile olanlar, ikincisi Ehlullah ile olanlar.
Sabrı bizzat Allah’ın ﷻ kendisinden öğrenen peygamberler ve büyük Allah ﷻ dostları, yaşadıkları olayları bir bir, hiç çekinmeden anlatmışlardır. Şayet bizler kendimizi bu birinci sınıf insan içerisinde görüyorsak mesele yok. Bizim kimseye de ihtiyacımız yok. Ancak biz meselemizi bizzat Cenâb-ı Hakkın kendisine sorarak halledemiyorsak bu sefer ikinci grup insanlarlar olan “Ehlullaha” ihtiyaç duyulmaktadır. Bilenlere meseleler sorulmalıdır. Başımıza bir musibet geldi. Ne yapılmalı? Cenâb-ı Hakkın muradı ne? Bu ve benzeri sorular bu sefer Ehlullah denilen Allah ﷻ dostlarına sorulmalıdır. Meseleye alınan cevaba göre davranıldığında Cenâb-ı Hakkın hoşnutluğu kazanılmakta ve sabra konu olan bela ve musibet en az hasarla defedilmektedir. Biz bu tür sabra “sabrı cemil” demekteyiz.
e. Sabr-ı Cemil
Meariç suresi 5. ayette Cenâb-ı Hak; “فَاصْبِرْ صَبْرًا جَم۪يلًا”, “Fasbir sabran cemilen” “Güzel bir sabırla sabret” buyurmaktadır. Ayetin öncesinde ve sonrasında güzel sabır diye tabir edilen “sabrı cemil” in ne olduğu açıklanmamaktadır. Ancak kişinin bela ve musibetler karşısında sabrederken kendisine ve çevresine zarar vermeden bu durumu iyi bir şekilde atlatması olarak tanımlanmaktadır. Sabrı cemilde, Cenâb-ı Hakka yakınlık söz konudur. Bu yakınlık ne kadar artarsa bela ve musibete karşı direnç o kadar artar, sabır bu sefer “cemil bir sabır” “güzel bir sabır” olur.
Bu sebeple sabırda “yakîn” önemlidir. Zira hadisi şerifte Peygamber Efendimiz ﷺ : “(Ey Allahım!) Senden öyle bir yakîn isterim ki o yakîn sayesinde dünyanın musibetleri bana kolaylaşsın!” buyrulmaktadır[4].
Hadisi şeriften anlaşılan; yakîn arttıkça sabrın güzelleştiği, musibetlerin kolaylaştığıdır. Peki, nedir bu yakin? Diye sorduğumuzda “Yakîn’in Cenâb-ı Hakka yakınlık” olduğu anlaşılmaktadır. Kitaplarda da benzer tanımların yapılarak “Yakîn, iman kuvvetidir” denilmektedir. Kısaca belanın zararsız def’inde yakîn lazımdır. Hazreti Eyüp aleyhisselamın tüm bela ve musibetler karşısındaki direncinin kaynağının, Marufu Kerhi hazretlerinin bizzat Cenâb-ı Haktan aldığı bilgiye göre, “her sabah kendisine Cenâb-ı Hakkın selam vermesi” olduğu görülmektedir. Öyleyse bizler de başına bir musibet gelmiş insanlara en azından hal ve hatırını sorarak onun acılarını hafifleteceğimizi ve sabrına güç katacağımızı unutmayalım.
Bir insanın, bela ve musibete düçar olmuş diğer insana, basit gibi görünen “bir hal hatır sormasının” sabra ne kadar güç kattığı, musibeti ne kadar hafiflettiği ortadadır. Şimdi salih bir insanın veya Allah ﷻ dostunun bu hali ve hatırı sorduğunda, sabrın gücüne nasıl bir güç katılır onu siz düşünün. Başta da belirtmiştik. “Ya Allah ﷻ ile ol, Ya ehlullah ile ol”. Bizler doğrudan meselesini Cenâb-ı Hakka götüren, O’ndan hal hatır sual alan kimseler olmadığımız için sabrı cemil meselesinde, bir hak dostunun merhabasına şiddetle ihtiyaç vardır. Yine sabrı cemil için ayrıca ibadetlere de ihtiyaç vardır. Ayeti kerimelerde de buyrulmaktadır. “Allah’tan sabırla ve namazla yardım dileyin”. Sabrı güzelleştiren şey, sabır sırasında Cenâb-ı Hakkın kendisine müracaat edilmesidir. Bu müracaatta en güzel vesile O’nu hoşnut edecek amellerdir.
Başta belirttiğimiz ayete tekrar dönecek olursak “Biz, Eyyub’u cidden (nefsine, ehline ve malına erişen musibetlere) sabırlı bulduk. O, ne güzel kul idi. Daima Allah’u Tealaya döner, ona sığınırdı.” Bela ve musibetten dolayı yine sığınılacak yegâne yer Cenâb-ı Hakkın kendisidir. Cenâb-ı Hakka vesilelerle sarılmamız emredilmektedir. Vesile ister kâmil insan olsun, ister bir ibadet olsun mesele değişmeyecektir.
Ancak Marufu Kerhi hazretlerinin ve Bayezidi Bestami hazretlerinin halleri ortadadır. Marufu Kerhi hazretleri, Eyüp aleyhisselamın “Messenniyed-durru” ifadesine takılması, kendisine “Messenned-durru” isimli tefsirini yazmasına sebep olmuştur. Şu bir gerçektir ki Allah ﷻ dostlarının bize taaccüp gibi gelen meselelerine keşke takılabilsek. Taaccüb gibi gelen meseleler bile insana ne kapılar açmaktadır. İnsanı kâmil vesilenin en büyüğüdür. Öyleyse bela ve musibet halinde sığınılacak en güvenli liman insanı kâmildir.
Cenâb-ı Hak bizlere sabra konu olacak bela ve musibetler vermesin. Şayet vermiş ise kendisine yönelerek razı olacağı en güzel amelleri işlemek ve en güvenli limanlara sığınmak suretiyle sabrı cemil ihsan eylesin.
Hâce-i Hâcegân [5]
Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] İmam Efendi: Osman Bedruddin ERZURUMİ Hazretleridir (k.s) (1858-1922); Hâcegân büyüklerinden Mahmut Samini Hazretlerinin halifesi olup, Osmanlıda Tabur imamlığı görevi yürütmüş, subaylıktan emekli olmuştur. Eserleri, orduda subaylık yapan dinleyicilerinin el notlarından oluşturulmuştur. En meşhur eseri, “Gülzar-ı Samini Sohbetler” eseridir. “İmam Efendi” ismiyle maruftur. Elazığ Harput’ta metfundur.
[2] Eşrefoğlu Rumi; Müzekkin Nüfûs, 50.Bölüm, Eyüp (as) Sabrı.
[3] Marufu Kerhi, Messenned Durru Tefsiri, ilgili bölümü; (Zikreden: Eşrefoğlu Rumi; Müzekkin Nüfûs, 50.Bölüm, Eyüp (as) Sabrı.)
[4] Tirmizî, Nesai, Hâkim
[5] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân yolunun hocası