6. 1. ZİKİR EHLİ OLMAK (1. Bölüm)
a. Terim Tanım
Zikir kelimesi; “ذ-ك-ر”,“zekera” kökünden ve “zekera-yezkuru-zikran-tezkâran ve zükran” kalıbından gelmekte olup cemîsi “zükûr“, emir siygası “üzkür” dür. Kelime anlamı; bir şeyi anma, telaffuz etme, hatırlama, şeref, şöhret, şân, sitâyiş, namaz, dua, niyâz-ı ilâhî, Kur’an’ı Kerîm, Kur’an’ı Kerîm tilâveti, kitap, tesbih, şükür, taat, bahadır adam, hüccet, kadri yüce şey manalarına gelmektedir[1].
b. Kur’an ve Sünnette Zikir
Kur’an’ı Kerîm’de “zekara” kökünden gelen ve çeşitli kalıplarda yer alan kelimeler yaklaşık 292 ayette geçmektedir. İsim, fiil ve masdar şeklinde yer alan bu kelimeler anlamsal olarak “zikir” kelimesinin lügat manasında olduğu gibi özde anlamsal bir birliktelik olmakla beraber bu özün dışa farklı yansımalarının neticesi olarak değişik isimler aldığı görülmektedir. Zikir kelimesinde özde anlamsal birliktelikten kasıt, Cenabı Hakkı anmak ve hatırda tutmaya zikir denilince bu sefer onu namazla anarsanız namazınız zikir olur, tesbihle anarsanız tesbihiniz zikir olur, Kur’anla anarsanız tilavetiniz zikir olur, olur da olur. Hatta kimi ayetlerde Kuranı Kerimin bizzat kendisi de isim olarak zikir olarak geçmektedir. Kur’an Kerim, Cenabı Hakkın sözleri olunca bu sefer Hakkı anmaya vesile olduğu için bir adı da zikir şeklinde geçmektedir. Bu manada kutsal kitaplar; tevrat, incil, zebur ve diğerleri de Cenabı Hakkı anma vesilesi olması anlamında “zikir” olarak adlandırılmaktadır. Kur’anda kimi yerde zikir; şan, şöhret olarak tercüme edilse de içşel manada aslında insanın çokça hatırda tutularak şöhretlendirilmesi manasının kastedildiği ve zikir kelimesinin o içsel mana bütünlüğünün aslında burada da olduğu görülmektedir.
Kur’an’ı Kerimde belki de zikirle ilgili en çarpıcı ifade “اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ” “İman edenlerin kalpleri Allahı zikirle tatmin olur, dikkat edin, kalpler ancak Allah’ı zikirle tatmin olur.“[2] ayeti kerimesidir. İman edenlerin kalpleri Allahın zikriyle tatmin olur ifadesi ayeti kerimede geçmesine rağmen aynı ayette ikinci sefer “dikkat edin kalpler Ancak Allahın zikriyle tatmin olur” uyarısının bir daha yapılması çok dikkat çekicidir. Zikrin kalbi doyucu, tatmin edici, teskin edici özelliği, özellikle “اَلَا – ela” edatıyla, dikkat edin, bilin ki hatırlatmasıyla ikinci sefer yapılmaktadır. Zikrin hakikati diye adlandırdığımız bu konuyu diğer bölümlere bırakmak kaydıyla burada bu hakikatin dışa vurumlarında meydana gelen dış manalar diye adlandırdığımız ve semantik bilimine konu olan manalar üzerine yoğunlaşmak istiyoruz.
İlk olarak Kur’an’ı Kerîm’de, “zikir” kelimesi, fiil kalıbıyla bazı ayetlerde düşünmek manasına kullanılmaktadır. Birçok ayette Cenâb-ı Hak birtakım hatırlatmalarda bulunarak insanların bu konularda hiç düşünmediklerini veya çok az düşündüklerini bu kelime ile vurgulamış ve düşünmeye teşvik edilmiştir[3]. Tabiki bu düşünüş anlamsız bir düşünüş değil Hakkı hatırlatan, Hakka götüren bir düşünüş olduğu için bu düşünce, zikir olarak ifade edilmiştir.
Yine bazı ayetlerde zikir kelimesi; “zekkera-yezzekkeru” kalıbında “hatırlatmak, öğüt vermek ve öğüt almak” manasında kullanılmıştır. Bu ayetlerde Allah’ın öğüt verdiği[4], Peygamber Efendimizin ﷺ de bir öğütçü olduğu ve bu sebeple insanlara öğüt vermesi emredildiği, “faydalı olacaksa insanlara öğüt ver” şeklinde buyrukların yer aldığı görülmektedir[5]. Başka bir ayette ise öğüt vermeyi emrettikten sonra öğüdün insanlara fayda verdiği ifade edilmektedir[6]. Öğüt manasına gelen ayeti kerimeler incelendiğinde; insanların Kur’an’ı öğüt alsınlar diye Peygamberin ﷺ dilinde indirildiği, çeşitli misaller verilerek insanların öğüt almasının istendiği[7], Kur’an ayetleri üzerinde bizzat düşünülmesi gerektiği[8], bu sebepten dolayı Cenâb-ı Peygambere ﷺ “Sen onlar üzerinde bir zorba değilsin. Söz verdiğim günden korkanlara Kur’an’la öğüt ver” şeklinde buyrulduğu görülmektedir[9]. Hz. Nûh ve Hz. Musa’nın (a.s.) kıssasında ve diğer bir kısım ayetlerde de “zikir” kelimesi, öğüt almak veya öğüt vermek manasında kullanıldığı görülmektedir.
Kur’anda, zikir kelimesinden türetilen “zikrâ” kelimesi; anma, hatırlatma, öğüt, öğüt vermek, öğüt ve ibret almak manalarında kullanılmaktadır. “Zikrâ” kelimesi Kur’an’da “unuttuktan sonra hatırlatmak[10], sûrekli hatırda tutmak” anlamında da kullanılmaktadır[11].
“Tezekkera-yetezekkeru” kalıbıyla Kur’an’da yer alan kelimeler ise ibret almak ve ders almak manasında kullanılmıştır. Nitekim ayeti kerimelerde Cenâb-ı Hak; insanlar ibret alsınlar diye ayetlerini uzun uzadıya açıklamakta olduğunu[12], bununla beraber Allah’ın ayetlerinden ibret alan kimselerin akıl sahibi ve Allah’a yönelen kimseler olduğu belirtilmekte, kalplerinde hastalık olanların ibret almaktan kaçındıkları vurgulanmaktadır[13].
“Zekkera” fiilinden türetilen kelimeler, bilinen bir şeyi hatırda tutmak ve unutunca hatırlatmak manasında kullanılmıştır[14]. Allah’ın ayetleri kendilerine hatırlatıldığında (zikredildiğinde) secdeye kapananlar bulunduğu gibi[15], bu duruma duyarsız kör ve sağır olanlar, bu hatırlatmalardan (zikretmelerden) yüz çeviren kimselerin de olduğu bizlere bu kelime ile bildirilmektedir[16].
Emir sîgasıyla gelen “üzkur” kelimesi Kur’anda; bilinen bir şeyi hatırlatmak ve hatırda tutmak manasına kullanılmıştır. Mesela A’raf sûresinde Hz. Şuayb, milletine hitaben “azken, Allah’ın sizi çoğalttığını hatırlayın” ifadesinde bilinen bir şeyi hatırlamak manasında kullanılmıştır[17]. Bu manada bazı ayetlerde Peygamber Efendimize ﷺ hitaben geçmiş peygamberlerin ve bazı şahısların kıssalarını zikretmeyi (hatırlatmayı) emretmektedir. Yine Ahzâb[18] ve Bakara[19] sûrelerinde Allah’ın insanlara verdiği nimetlerin yanında insanların öğüt alması için indirilen ayetlerin, kitap ve hikmetin zikredilmesi, yani hatırda tutulması emredilmektedir.
“Zekera-yezkuru-zikran” kalıbıyla Kur’an’da yer alan kelimeler; anmak, anlatmak, hatırlatmak, bahsetmek, telaffuz etmek manalarında kullanılmıştır. Meselâ, “İnananlar keşke bir sûre indirilse de cihada çıksak derler. Fakat kesin anlamlı bir sûre indirilip orada savaş zikredilince (bahsedilince) ölüm korkusuyla bayılmış kimseler gibi bakarlar” ayetinde olduğu gibi zikir kelimesi anmak, telaffuz etmek manasına gelmektedir[20].
Kur’an’da “zekara” kökünden türetilen ve değişik kalıplarda, dişinin zıddı erkek anlamında kullanılan birçok ayet olduğu gibi[21] şân, şeref manasına gelen ayetlere de rastlanmaktadır. Nitekim Allah (cc) Hz. Muhammed’e ﷺ hitaben “senin şânını (zikrake) yükseltmedik mi?” buyurmaktadır[22].
Zikir kelimesi, Kur’anı kerimde Tevrat’ın özel ismi olarak da kullanılmıştır[23], Kimi ayetlerde de Kur’an’ın da özel ismi olarak kullanıldığı görülmektedir[24]. Bunun yanında Enbiya Sûresinde[25], Kur’an dâhil daha önce gönderilen kitaplar için zikir isminin kullanıldığı, Nahl[26] ve Enbiya[27] sûrelerinde “ehle’z-zikr” şeklinde zikir ehli, Allahı (cc) her an hatırda tutanlar, kitaplılar manasında bu kelimenin kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Kur’an’ı niteleyen başka bir kelime de “tezkira”dır. Bu kelime lügatte hatırlamaya vasıta olan şey anlamındadır. Türkçe’ye “öğüt” olarak tercüme edilen bu kelime birçok ayette yer almaktadır[28]. Kimi ayetlerde “tezkira” kelimesi Kur’an’ı değil, anlatılan bazı olaylardan ibret ve öğüt manasında kullanılmıştır. Meselâ Vâkıa sûresinde yakılan ateşin ağacı hakkında, “Biz onu bir ibret (tezkira) ve çölde konaklayanlar için yararlı kıldık” buyrulmaktadır[29].
Zikir kelimesi, Kur’anda kimi yerlerde namaz manasında da kullanılmıştır. Cuma suresinde; “Cuma günü namaz için ezan okunduğunda Allah’ın Zikrine (Cuma namazına) koşun” buyrulmaktadır[30].
Hadisi şerifler incelendiğinde; zikir kavramının Kur’anı Kerimdeki gibi dışa yansıyan çoksal anlam yerine tevhidi manada öze yönelik anlama ağırlık verildiği görülmektedir. Daha çok fiil olarak “Allah’ı zikretmek, hatırda tutmak, anmak” şeklinde kullanılmakla beraber bu amelin nasıl yapılması gerektiği Cenâb-ı Peygamber ﷺ tarafından tatbiki olarak da bizzat bize gösterilmektedir.
Bir hadisi şerifte Cenâb-ı Peygamber ﷺ; “Allah (cc) şöyle buyurmuştur: ‘Ben kulumun Beni sandığı gibiyim ve Bana dua ettiği, Beni zikrettiği zaman onunla beraberim. Kim Beni kendi nefsinde zikrederse, Ben de onu kendimde zikrederim. Kim Beni kalabalıkta, bir cemaat içinde zikrederse, Ben de onu, ondan daha hayırlı bir cemaat içinde zikrederim” şeklinde buyurarak zikirden bahsetmişlerdir[31].
Başka bir hadisi şerifte; “Allah’ı zikredenle zikretmeyen, diri ile ölü gibidirler”[32]. Benzer bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz ﷺ: “İçerisinde Allah zikredilen evlerin misali ile içerisinde Allah zikredilmeyen evlerin misali, diri ile ölünün misali gibidir” şeklinde buyurmuşlardır[33]. Yine başka bir hadiste; “Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere otururlarsa, melekler onları kuşatır, rahmet onları kaplar, üzerlerine sekîne (huzur, feyiz) iner ve Allah onları yanındakilere (meleklere) zikreder” şeklindedir[34].
Yine cehri zikrin Efendimiz ﷺ döneminde yapıldığına delil olarak rivayet edilen bir hadisi şerifte; “Biz Rasulullah’ın ﷺ huzurunda idik, O ﷺ:
“Aranızda hırıstiyan, yahudi ya da şeriatın esrarına vakıf olmayan yabancı birisi var mı?” deyince, biz de:
“Yoktur ey Allahın elçisi” dedik.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz ﷺ kapının kapatılmasını emretti ve:
“Ellerinizi kaldırın ve “Lâ ilahe illAllah” deyin” buyurdular. Bunun üzerine ellerimizi kaldırdık ve “Lâ ilâhe illAllah” dedik. Sonra Hz. Peygamber Efendimiz ﷺ :
“Allah’a hamdolsun. Ya Rabbi, Sen Beni bu kelime ile gönderdin, Bana bunu emrettin ve onda bana cenneti vaad ettin. Sen vaadinden dönmezsin” dedi. Sonra da şöyle buyurdu: “Sevinmez misiniz? Allah sizin hepinizi affetti” buyurdular[35].
Bu ve benzeri tüm hadisi şerifler birlikte değerlendirildiğinde zikir kelimesi namaz, oruç gibi bir ibadeti simgelediği, zikrin eylemsel bir amel olduğu yönüne vurgu yapıldığı anlaşılmaktadır. Hatırlanacağı üzere Kur’an’da zikir kelimesi, hem isim olarak kullanılmış örneğin Kur’anın kendisi manasında, hem de sıfat olarak “şan, şöhret” manasında kullanılmıştı. Hadisi şeriflerde zikrin bizatihi kendisinin amelî bir ibadet olma yönünün vurgulandığı görülmektedir. Örneğin bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz ﷺ; “Namaz, oruç ve zikir; Allah yolunda infak (harcama) üzerine yedi yüz misli katlanır” şeklinde buyurmuştur[36].
Yedi sınıf insandan bahseden ve bu yedi sınıfın Kıyamet gününde Allah’ın arşında gölgeleneceği müjdesini veren hadisi şerifte Cenâb-ı Peygamber ﷺ yedi sınıftan yedincisi olarak “Tenhada Allah-ı zikrederek gözleri yaşaran kimseden” bahsederek zikir ameline işaret etmiştir[37].
Peygamber Efendimizin ﷺ hem sözleri (hadis) hem fiilleri, hem de takrirleri dikkatlice takip edildiğinde şu sonuca varılmaktadır. Zikir yalnızca dil ile Allah’ın isim ve sıfatlarının tekrarı değildir. Ancak dille yapılan zikir de yok sayılmamıştır. Zira Peygamber Efendimizin ﷺ kimi yerde açıkça sahabelere sayı da belirterek örneğin “sen 33 kere subhanallah diye zikret” şeklinde kişiye özgü dille söylenen zikir tarif ettiği görülmektedir.
Hazreti Ali (ra) efendimizden rivayet edilen bir hadiste hz. Fatıma annemizin değirmen çevirmekten elleri ve su kırbasını taşımaktan da omuzları yara olmuştu. O sıralar köleler de Medine’ye yeni gelmişti. Ali efendimiz Hz. Fatıma annemize Peygamber Efendimizden ﷺ köle hizmetçi istemesini söyledi. Hz. Fatıma annemiz Peygamberimizle ﷺ karşılaşınca durumu anlatamadı. Durumu Hz. Ali efendimiz anlatınca Peygamber Efendimiz ﷺ; “Ey Fâtıma, Allah’tan kork! Allah’a olan farzlarını edâ et, âilenin işlerini kendin yap. Yatağına girince otuz üç kere sübhânellah, otuz üç kere elhamdülillâh, otuz dört kere Allahuekber de; Böylece hepsi yüz yapar. Bu zikir, senin için hizmetçiden daha hayırlıdır” [38] buyurarak Fatıma annemize evinin hizmetini kendisinin yapmasının daha faziletli olacağını buyurdu. Bu hadisi şerifte zikir kavramı çok net örnekleriyle tarif edilmiştir. 33 kere Subhanallah, 33 kere Elhamdulillah, 34 kere Allahuekber denilmesi ve bu eyleme zikir denildiği “bu zikir senin için hizmetçiden daha hayırlıdır” cümlesi ile teyit edilmektedir.
Zikir denilince aslında ne demek istendiği sarih bir şekilde anlaşılmasına rağmen maalesef tasavvufa muhalif kimi çevrelerce kasıtlı, kimi çevrelerce iyi niyetli gibi görünmesine rağmen İslam’ın özüne ters zikir tariflerinin yapıldığı görülmektedir. Kimileri namaz, zikirdir deyip namaz ibadeti yerine dille söylediği birkaç tesbihatın namaz yerine geçeceğini iddia ederken, kimileri de tesbihle yapılan zikirleri bidat olarak kabul etmektedirler. Bu yüzden zikir bahsine giriş yaparken zikir kelimesinin Kur’anda ve hadisi şeriflerde kelime olarak (semantik) nasıl geçtiği ve hangi manalara geldiği konusunda tereddüde mahal vermeyecek şekilde geniş açıklamalarda bulunmayı tercih ettik. Sonraki konular da bu temel üzerine oturtularak daha geniş açıklamalar yapılacaktır.
Cenâb-ı Hak bizleri kendisini layıkıyla zikredenlerden eylesin.
Hâce-i Hâcegân [39]
Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] Râgıb el-Isfahânî, Müfredâtü elfâzü’l-Kur’an, Zikir maddesi.
[2] Rad, 28.
[3] Secde, 4: “اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِۜ مَا لَكُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا شَف۪يعٍۜ اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ” , “Allah, gökleri ve yeri, ikisi arasındakileri altı gün içinde (altı evrede) yaratan sonra da Arş’a kurulandır. Sizin için O’ndan başka hiçbir dost, hiçbir şefaatçi yoktur. Hiç düşünmez misiniz?”. Benzer ayetler için bkz: Hûd, 30; Vâkıa,62; Mümin,58; Neml,62; Hâkka,42; Saffet,155; Kısas,43; Hûd, 24.
[4] Nahl, 90: “اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَٓائِ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ” “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”.; Ayrıca Bkz.: En’am, 152.
[5] Ala, 9: “فَذَكِّرْ اِنْ نَفَعَتِ الذِّكْرٰىۜ”, “Faydalı olacaksa insanlara öğüt ver.”; Ayrıca Bkz.: Gaşiye, 21.
[6] Zâriyat, 55: “وَذَكِّرْفَاِنَّالذِّكْرٰىتَنْفَعُالْمُؤْمِن۪ينَ”, “Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü’minlere fayda verir.”; Ayrıca Bkz.: Abese, 4.
[7] Zümer, 27: “وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَۚ”, “Andolsun, öğüt alsınlar diye biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali verdik.”
[8] Sad, 29; İsra, 41; Nûr,1; A’raf, 26; Furkan, 50; Yâsin, 19; Nahl,13.
[11] En’am, 69; Hûd, 120; Enbiya, 84; Sâd, 46; Nâziat, 43; En’am, 90.
[14] En’am, 44, En’am, 70; Mâide, 13, Mâide, 14; İbrahim, 5; Yunus, 71; Bakara, 282.
[21] Al-i İmran, 195; Nisâ, 11,124,176; Nahl, 97; Hucurât, 13.
[24] Al-i İmran, 58; A’raf, 63; Hicr, 9; Tâhâ, 99,124.
[28] Tâhâ, 3; Hâkka, 48; Müddesir, 49,54,55,56.
[31] Buhârî, Tevhid 15, 35, 50; Müslim, Zikir 2, Hadis No: 2675, 4/2061, Tevbe 1; Tirmizî, Deavât 142, Hadis No: 3598.
[32] Buhârî, Deavât 67.
[33] Buhârî, Deavât 66; Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn 211, Hadis No: 779.
[34] Müslim, Zikir 25, 30, Hadis No: 2689, 2700, 4/2069; Tirmizî, Deavât 7, Hadis No: 3375.
[35] Hadis-i Müsned, IV, 124.
[36] Ebû Dâvud, Cihad 14, Hadis No: 2498.
[37] Müslim, Zekât 91, Hadis No: 1031.
[38] Buhârî, Fedâilu’l-Ashâb 9, Humus 6, Nafakaat 6, 7, Deavât 11; Müslim, 80, Hadis No: 2727.
[39] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân yolunun hocası.