5. 1. MUHASEBEDE DAİM OLMAK (1.Bölüm)
a. Terim Tanım:
Muhasebe sözlükte; hesaplaşma, karşılıklı hesap görme, hesap işleriyle uğraşma, hesapların bütünü, hesap işlerinin yürütüldüğü yer olarak tanımlanmaktadır[1].
Kaynaklara baktığımızda kişinin gün içerisinde işlediği kötü veya iyi fiillerin bir son durumunu çıkarmak. Yapılan günahlar ile işlenen sevapların hesap edilmesi işlemleri ve bu işlemler neticesinde iyi dediğimiz sevaba sebep olan amellerin fazlalığı halinde Hakkın hoşnutluğunun ve dolasıyla cennetin kazanılması, kötü fiillerin fazlalığı halinde cehennem şeklinde gidilecek yerin tespiti amacına yönelik olarak insanın bu tarz fiillerini tartması, ölçmesi ameliyesi gibi tanımlarla karşılaşılmaktadır.
Muhasebeden kasıt nefs muhasebesidir. Nefs muhasebesi, üç temel saç ayağı üzerine kurulmuştur. Üç temel kavramın bilinmesi gerekmektedir. Bunlardan birincisi akıl, ikincisi kalp ve üçüncüsü nefsdir. Akıl ve kalp kavramlarını işlemiştik. Nefs konusu da detaylıca burada incelenecektir.
b. Kur’an ve Sünnette Muhasebe
Kur’an-ı kerimde muhasebeyle ilgili olarak Cenâb-ı Hak; “Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız; artık kimseye hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Yapılan, bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu getirir ortaya koyarız. Hesap görücü olarak biz yeteriz[2]” buyurmaktadır.
Peygamber Efendimiz ﷺ bir hadisi şeriflerinde; “Hesaba çekilmeden evvel kendi nefsinizi hesaba çekiniz! En büyük düşmanınız olan nefs ve şeytanın şerrinden Allah’a sığınınız![3]” buyurmuşlardır. Yine başka bir hadisi şerifte Cenâb-ı Peygamber ﷺ ; Akıllı şu kimsedir ki, günü dörde ayırıp, birincisinde, yaptıklarını ve yapacaklarını hesap eder. İkincisinde, Allahü Teâlâya münâcât eder, yalvarır. Üçüncüsünde, bir sanatta veya ticârette çalışıp, helâl para kazanır. Dördüncüsünde, istirâhat eder ve mubâh olan şeylerle kendini eğlendirip, haram şeyleri yapmaz ve onlara gitmez”[4]buyurmaktadır.
Ayeti kerime ve hadisi şeriflerden de anlaşılacağı üzere gerçek muhasebe ahiret yurdunda yapılacaktır. Gerçek hesaplaşma orada olacaktır. Ancak Cenâb-ı Peygamberin ﷺ buyurduğu gibi bu dünyada o gerçek hesaplaşmaya gitmeden önce biz de kendimizle hesaplaşalım. Yine hadisi şerifte bir günün dörde ayrılması ve dört parçadan birinin muhasebe işlemleri ile iştigal edilmesi istenmektedir. Çok enteresandır. Bir günün yirmi dört saat olduğunu düşündüğümüzde altı saat muhasebeye ayrılması istenmektedir.
Öyleyse nedir bu muhasebe ki günün altı saatinin buna ayrılması istenmektedir. Diğer üç adet altı saatlik dilimlere tekrar baktığımızda; 2. altı saatte Cenâb-ı Hakka dua ve yakarış, 3. altı saatte bir sanat ve ticaret ile iştigal ile helal para kazanma, 4. altı saatte istirahat ve mubah şeylerle iştigal.
Heyhat! Yaşadığımız yirmi dört saat ile hadisi şerifte tavsiye edilen programa bakınız. Geçim derdine düşmüş şu insanlığın günde kaç saat dünya için çalıştığımızı bir düşünelim. Bugün İş Kanunlarına göre resmi çalışma süresi günde sekiz saat ve günde bilmem kaç saat fazla mesai. Bunlar maaşla çalışan insanlarımız. Ya serbest ticaret erbabı. Onlara yirmi dört saat bile az gelmekte. Geldiğimiz durum bu sevgili arkadaşlar. Kendi yaşadığım ve ömrüm boyunca unutmadığım öğrencilik yılları hatırımıza geldi.
Fakülte yıllarında vize ve finallerin de içerisinde olduğu ikişer, üçer aylık dönemde ders çalışma planları yapardık. Okuduğumuz bölüm biraz ağır olunca bir dersin en az dört veya beş ciltlik kitabı, dört bin veya beş bin sayfalık dersleri olurdu. Günü yirmi dört saat üzerinden hesap ederek, iki saati yemek ibadet ve günlük sair ihtiyaçlara, dört saati uykuya, geriye kalan on sekiz saatini ders çalışmaya ayırmıştık. Masamızda saat olurdu. Bu programa harfiyen üç ay devam edilirdi. Diğer bölümlerde okuyan arkadaşlar bizi etüt salonlarında meraktan ziyaret ederlerdi. Siz ne yapıyorsunuz. Siz insan mısınız diye. Allah Resulünün ﷺ muazzam programını görünce bizim yaptığımız ve tam on sekiz saatini yılmadan bıkmadan ders çalışmaya ayırdığımız o günler hatırıma geldi.
c. Nefs ve Onun Muhasebesi
aa. Nefs kavramı
aaa. Terim Tanım
Nefs kelimesi; Arapça “n-f-s” “نفس” kökeninden gelmektedir. Anlamı ise her ne suretle olursa olsun havanın çıkışı şeklinde tercüme edilmektedir. Rüzgâr ve soluk içinde bu kelime kullanılmaktadır. Teneffüs, soluğun göğüsten çıkmasına denilir. İnsanı rahatlatan rüzgâra da aynı isim verilir. Hadisteki “Rüzgâra sövmeyiniz, çünkü o Rahman’ın nefesindendir”[5] ifadesindeki nefes de bu türdendir.
İşte bu kökten türeyen nefs, lügatte önce kan manasına kullanılmıştır. Hayızlı kadına “nüfesâ’”, lohusalığa “nifas” denmesi bu yüzdendir. Kimi yerlerde canlılığı temsil ettiği için can ve hayat manasında da kullanılmaktadır. Can ve hayatı sağlayan, manevi hayatın kaynağı olan “ruh” ve maddi hayatın kaynağı olan “kalp” manasında da kullanıldığı görülmektedir. Nefs, semantik süreçlerden geçerek en geniş anlamıyla “bir şeyin kendisi, zatı” olarak tanımlanmaktadır.
Kur’an ve Sünnete bakıldığında ıstılahi olarak nefsin genel geçer tek bir tanımının olmadığı görülmektedir. Çoğu İslâm âlimlerinin yaptığı ortak tanımlara bakıldığında “kendi kendinin farkında olan zat” ve “ben idrakine sahip olan kendinde varlık” şeklinde tanımlandığı görülmektedir. Bu ıstılahi anlam bizi şuurlu bir varlıkla karşı karşıya bırakmaktadır. Demek ki nefs, bizim dinimizde “şuurlu” bir varlıktır. Kur’an’daki kullanımlara baktığımızda da bu çerçevenin korunduğu görülmektedir.
Kur’anı kerim’de nefs kelimesinin geçtiği 267 ayet incelendiğinde nefs kelimesinin genel olarak yedi ayrı manada kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bunlardan 1.“Kalp” anlamına (17:25). 2. “İnsan” anlamına (91:8; 5:32); 3.“Millet/ümmet” anlamına (4:29; 24:61); 4. “Tür/cins” anlamına (9:128); 5. “Can/hayat” ve “ruh” anlamına (6:93; 39:42).; 6. “Öteki, yekdiğeri” anlamına (2:85).; 7. “Yakınlık” (4:44) anlamlarında kullanılanları örnek olarak verebiliriz.
Ancak Kur’an’daki ilgili ayetlerden anlıyoruz ki nefs, genel olarak insanın kendisi, insanı insan yapan öz olarak kullanılmaktadır. Bu özün niteliklerini Şems suresi bize şu şekilde haber vermektedir: “فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا” “Andolsun nefse, takvasını ve fücurunu ilham edene“[6]. Bu ayetten, Rabbimizin bütün nefslere (insanlara) fücur ve takva ilham ettiğini öğreniyoruz. İlham vurgusu; şuur dışında, insan iradesi dışında yaratıcının iyi ve kötü eğilimler yerleştirdiğini ifade eder.
Hâcegân pirleri nefsin insan bedeniyle ilişkili olduğunu ifade etmekle beraber daha çok insanın bedeninden başka bir şey olduğunu hatta bedenin dünyaya gelmeden önce nefsin yaratıldığı işaret edilmiştir. İlk yaratılan varlıklardan olan akıl, ruh ve nefs üçlüsü üzerinde sıklıkla durmuşlardır. Ruhun Cenâb-ı Haktan bir nefha olduğu, insan ruhunun Cenâb-ı Hakla bağlantısı kadar Efendimizle ﷺ de bir bağlantısına işaret etmişlerdir. İnsanın zahir bedeninin Hz.Ademin sülbünden gelmekle beraber onun fotokopisi gibi algılanmakta bunun yanında mesele maneviyat cephesine gelindiğinde de her şeyin Cenâb-ı Hakla, Efendimiz ﷺ arasında geçtiği beyan edilmiştir. İlk yaratılanın Efendimizin ﷺ ruhu olduğunu ve diğer ruhların da O ﷺ nun ruhunun parçacıkları şeklindeki tarifle tüm insanlığın ruhlarının Peygamber Efendimizin ﷺ ruhundan oluşturulduğu beyan buyurulmuştur.
Bunun yanında nefs de eskidir, kadimdir. Ruhtan sonra yaratılmıştır. Cenâb-ı Hakkın emri ile yaratıldığı için Hâcegân pirleri tabiri caizse nefsin kuvvetini kimi yerde ruhun kuvveti ile eşdeğer olduğunu ifade ederek bu durumun sebebini de yine Cenâb-ı Hakkın muradı ilahisine bağlamışlardır.
Bu üçlü yani akıl, ruh ve nefs, insan dediğimiz sırlı kişiliğin bileşenlerini oluşturmaktadır. Daha sonra bu bileşen doğumla insan bedeni içerisine hapsedilerek yoğun, kutlu, ahseni takvim bir hale bürünmektedir. Yani Cenâb-ı Hakkın muradı ilahisi zuhur etmiş olmaktadır. İnsanın zahir oluşu bu nedenle çok önemlidir. Oysa İnsan denen varlığın hikâyesi çok önceleri başlamaktadır. Dünyaya gönderilmesine karar verilen başka bir anlatımla yaratılmasına karar verilen kişiler önce büyüklerimizin bize beyan buyurduğu âlemi ervahta toplanmış Cenâb-ı Hakla ilk mülakatları orada olmuştur. Bu mülakatta insanın yanında aklı, ruhu ve nefsi de bulunmaktaydı. İlk imtihan da orada başlamıştır. İlk nefsle tanışma ilk nefsin oyununa geliş, ilk Cenâb-ı Hakkın insana verdiği manevi donanımla tanış, ilk muhakeme, ilk muhasebe…
Cenâb-ı Hak “ben sizin rabbiniz değil miyim?”[7] sualinde, insan kendi donanımlarına bu meseleyi götürdü. Nefsi, şems suresinde beyan buyrulduğu gibi kendisine düşen görevi yaptı ve “hayır” yanıtını verdi. Ruhu ise Cenâb-ı Hakka, maşuku diye baktı. Ondan henüz ayrılmamıştı. Tarifsiz bir haldeydi. “Kalü bela”, binlerce “kalu bela” yanıtı veriyordu. Akıl, ilahi emiri algılayıp “vicdan” teknesinde ilk muhakemesini ve muhasebesini yaptı. Orada kimi insanlar nefsin sesine kulak vermedi. Onu tanıdı, ruhun sesiyle muhakeme ve muhasebe sonucu vicdanında oluşan sese kulak vererek “kalu bela” dediler. “Evet, Yarabbi” diyerek secdeye kapıldılar. Bu kişiler salihler defterine yazıldı. Kimi insanlar nefslerinden gelen sese kapılarak secdeye gidemediler, küfrü seçtiler şakiler defterine yazıldılar. Kimileri nefslerine az da olsa haklılık payesi biçtiler, secdeye zorsuna zorsuna gittiler, münafık veya fâsık gurubuna yazıldılar. Hâsılı insanın nefsi yalnızca bedeni varlığı olmayıp, insanı insan yapan ilahi kudretin emriyle teşekkül etmiş muazzam bir varlıktır.
Hâce-i Hâcegân [8]
Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] TDK., https://sozluk.gov.tr/
[2] Enbiya, 47.
[3] Tirmizi, Kıyame 25
[4] İmamı Gazâli, Kıyamet ve Ahiret s.64.
[5] Beyhakî, el-Esmâ ve’s-Sıfât, II/392; El-Hâkim en-Neysâbûrî, el-Mustedrek, II/272.
[6] Şems Suresi 8. Ayetinde: “ فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙۖ ; “Fe-elhemehâ fücûrahâ ve takvâhâ” : “ Nefse ve … ona fücuru (kötülük duygusunu) ve takvasını ilham edene andolsun ki…”; Bkz: https://www.kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=91&ayet=8
[7] Araf Suresi 172. Ayetinde; “Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir”; Bkz: https://www.kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=7&ayet=172.
[8] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân yolunun hocası