3. 2. Anlayış-ı Sahih Olmak (2.Bölüm)
a. Anlayışımızdaki Bozukluklar
aa. Peygamber ﷺ Anlayışı / Anlayışsızlığı
Kur’anı Kerimde Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimizle ﷺ alakalı olarak “o ﷺ size neyi emrederse alın, neyi yasaklarsa ondan kaçının [1]” buyurmaktadır. Efendimizin ﷺ neyi emrettiğini ve neyi yasakladığını nasıl anlayacağız. Nasıl bir peygamber anlayışına sahip olunmalı ki, bu anlayış bize önce Peygambere ﷺ sonra dolayısıyla Hakka yakınlığa sebebiyet versin.
Anlayıştaki bozuklukların da çeşitli sebepleri vardır. Bunlardan en önemlisi; kâinatın efendisi, dinimizin temel kaynağı Hz. Muhammed Mustafa’yı ﷺ doğru anlayamamaktır. Efendimizi ﷺ doğru anlamanın yolu, bizlere bıraktığı miras olan sünnetini doğru anlamaktan geçmektedir. Hadisi şerifte Cenâb-ı Peygamber ﷺ “âlimler peygamberlerin varisleridir [2]” buyurmaktadır. Dolayısıyla ekmel varisleri olan âlimleri anlayamamak, Efendimizin ﷺ şahsında Hakkı anlayamamaktır.
Başka bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz ﷺ ; “Şüphesiz Allah, ilmi insanların ellerinden çekerek almaz, ilmi, âlimleri almakla alır. Âlimlerden kimse kalmayınca, insanlar cahil başkanlar edinirler, onlara sorarlar, onlar da fetva verirler, hem kendileri saparlar, hem de onları saptırırlar [3]” buyurmaktadır.
Yine Hâcegân pirleri, “Allah bir toplumu helak etmek istedi mi o toplumdan önce âlimleri alır” buyurmaktadır. Zikrettiğimiz hadisi şerif ve büyüklerimizin sözlerinden anlaşılmaktadır ki bu zamanın insanlarının ve anlayışlarının bozukluklarının sebebi, Peygamber Efendimize yol olan manevi mirasçıların, yani gerçek manada âlim zatların anlaşılamamış olmasından kaynaklanmaktadır.
Âlim bilindiği üzere “bilen” manasına gelmektedir. Bilmede ki kastın ne olduğu konusu önemlidir. Âlim yalnızca fıkhı bilen, din ilimlerini tahsil etmiş kişi anlamında kullanılmamaktadır. Hakkı bilen selim kalp ve selim akıl sahibi, meseleleri temizlenmiş kalp ortamında selim bir akılla Cenâb-ı Hakka, Cenâb-ı Peygambere bizzat götürerek cevap alabilen, Hakka yakınlık kesbetmiş kişi manasındadır. İşte günümüzün insanlarının anlayışsızlıklarının sebebi kendisi mihenk alınan, kendisi bizzat ölçü olabilen bu kişilerinin yok denecek kadar az oluşlarındandır.
Rivayet edilirki birgün İmamı Hanbel hazretlerine kendisinin ne büyük bir âlim olduğu yüzüne söylenince kendileri : “Biz kitaplarda olanı biliriz. Gerçek âlim Cenab-ı Hakkı iyi bilendir. Bu manada Bişri Hafi bizden daha büyük bir âlimdir. Zira o Cenab-ı Hakkı bizden daha iyi bilir” buyurmuşlardır [4].
Allah’u Teâla, Kura’nı kerimde “fa’lem ennehu lailahe illAllah” [5] buyurmaktadır. Ayette “fa’lem” kelimesi anlayışla ilgilidir, “bilin, anlayın” manasında kullanılmıştır. “Lailahe illAllah” zikrinin en efdal olduğunu bilin buyuruyor. Evet, bugün La ilahe illAllah kavramında günümüz müslümanlarının bir sorunu bulunmamaktadır. Sorun “Muhammedurrasulullah” kavramında yaşanmaktadır.
Bugünün sorunu “Muhammedurrasulullah” tadır.
Allahın varlığında ve birliğinde diğer dinlerde de sorun bulunmamaktadır. Ancak bugünün birçok sözde âlimleri dahi, bu ifade de sorun yaşamaktadırlar. Bu sorun İslâmın merkezi olarak düşünülen Kâbe’de, Efendimizin ﷺ bulunduğu Medine’de dahi vardır.
Hac ve umreye gidenlerimiz bilirler. Efendimizin ﷺ kabri saadetine yöneldiğinizde sizi azarlayan bir sesin geldiğine şahit olanlarınız vardır. Hâşâ ve kella “Peygamber öldü” derler. “la fayda” “size peygamberden fayda yok” derler.
O yüzden Cenâb-ı Peygamber ﷺ ;“insanlar anlayışları nispetinde Allah’a yakınlaşırlar [6]” buyurmuştur. Bugün insanlığın içerisine düştüğü duruma bir ad koymak gerekirse bu ad “anlayışsızlık” olmalıdır.
İslâm tarihimizde bazı âlim zatlar vardır ki bunlar üzerinde ümmetin icmaı vardır. O kişinin gerçekten müçtehid olduğuna, hakiki bir âlim olduğuna dair. Bunlardan hele üçü vardır ki ümmetin bu manada icmaı tamdır. Bunlar; İmam Nevevi, Suyuti ve Hacerül Askalani hazretleridir.
Bu zatları büyük yapan şey onların peygamber anlayışlarıdır. İslâm inancının tam ortasına Efendimizi ﷺ koymuşlardır. Öyle bir sevgiyle aşkla bağlanmışlardır ki. Bu bağlılıkları onlara farklı kapıların aralanmasına sebep olmuştur.
Nasıl bir peygambere inanıyoruz?
Bu konuda çokça eser yazılıp çizilmiştir, yeni bir izahata gerek yoktur. Ümmetin üzerinde icmaı bulunan bu üç âlim İmam Nevevi, Suyuti ve Hacerül Askalani hazretlerinin eserlerine bakmamız yeterlidir. Bu zatlar meselelerini bizzat Efendimize ﷺ sorma büyüklüğüne sahip insanlardı. O yüzden ümmetin icmaı vardı. Bu büyük zatlar bırakın peygamber öldü ifadesini, kitaplarında “peygamber efendimizin ﷺ bizzat baş gözüyle görülebileceğine” dahi hükmetmişlerdir. Bizzat kendileri de görmüşlerdir. İslâm tarihi kitaplarında yer alan ve İslâm topluluklarınca da inkârı mümkün olamayacak derecede tevatüren aktarılan olaylar vardır. Biz yalnızca Hacerül Askalani ve Ahmederrıfai hazretlerinin yaşadıkları iki olaydan bahsetmek istiyoruz.
Bir hac döneminde Hacerül Askalani hazretleri kafasına çok takılan bir hadisi şerifi Efendimize ﷺ sormak isterler. Efendimizin kabri saadetlerinde hadisi şerifi okurlar ve “bu söz size ait ya Resulallah” diye sual buyururlar. Kabirden efendimize ait bir ses gelerek; “Bana aittir ya Hacer, ancak son kısmında geçen bir kelime esre ile değil de üstün ile okunması lazımdır, bu halde mana da değişecektir” buyururlar. Ses o zamanın hüccacı tarafından duyulur. Ve bu hadise o gün bugün tevatüren anlatılmaktadır.
Yine mana önderlerinden Ahmederrıfai hazretleri bir hac sırasında Medine’de efendimizin kabri saadetlerinde efendimize yönelerek, “Ya Resulallah, buraya gelmeden önce seninle manen görüşmekteydik. Şimdi sizin yanınıza geldim. Ver elinizi öpeyim ya Resulallah” der. Efendimizin kabrinden bir el çıkar ve Ahmederrıfai hazretleri Efendimizin ﷺ elini öper. Çevrede bulunan hüccac olaya tanık olur ve o eli öpmek için izdiham yaşanır. İnsanlar arasında yaralanmalar meydana gelir. Ahmederrıfai hazretleri izdihamı görünce kendisine eseflenir. Hüccacın yaralanmasına sebebiyet verdiği için üzülür. Ahmederrıfai hazretlerinin üzüldüğünü gören peygamber efendimiz ﷺ “sen üzülme ey Ahmederrıfai, hüccacın yarasına tükürüğünle ıslattığın parmağını sür” buyururlar. Ahmederrıfai hazretleri elini, mubarek dudağı ile ıslatarak hacıların yaralarına sürer ve Allah’ın izniyle tüm yaralı hacı iyileşir. Bu olayda tevatüren aktarılan inkârı mümkün olmayan hadiselerdendir. Zaten tasavvufta Rufai ekolüne sahip zatların zikir sırasında şiş vurduklarına ve bu yaraları aynı yöntemle iyileştirdiklerine bugünde şahit olmaktayız.
Meselesini bizzat Efendimize ﷺ soran âlimler ve “peygamber öldü, ondan sana fayda yok” diyen sözde âlimler. Tercih bize aittir. Allah (cc) her insana akıl vermiştir. Kalp vermiştir. Meseleyi değerlendirebilme yeteneği vermiştir. Ancak üzülerek söylemek isteriz ki bu gün “peygamber öldü” diyen taraf çoğunluktadır. Bu sebeple sağlam ve sahih anlayış için sağlam ve sahih “Muhammedurrasulullah” inancına sahip olmak zorunludur.
Bu zamanda böyle âlimler var mıdır?
Bugünün Müslümanları tarafından çokça sorulan bir soruyu burada zikretmekte fayda vardır. Bu zamanda böyle âlimler var mıdır? Meselesini bizzat Efendimize ﷺ götürülebilen, terbiyesini bizzat Peygamber Efendimizden ﷺ almış kişiler.
Cevap çok basit, siz hangi anlayışa sahipsiniz?
Peygamber öldü, diyenlerden misiniz? Yoksa Peygamber Efendimiz ﷺ sünnetiyle dip diri aramızda, yaşayan ve canlı, diyenlerden misiniz?
Eğer Peygamberimizi öldürmüş iseniz, Hakkı anlamış, Efendimizi ﷺ bilen, o eski âlim zatlar, bugün yok demeniz gayet normaldir. Ancak biz diyoruz ki Cenâb-ı Peygamber ﷺ ölmedi. Dipdiri hayatın içerisinde, tüm Sünnetleriyle şahsı manevisiyle dipdiri. Ayrıca bizzat terbiyesini kendisinden almış, kendisini baş gözüyle görmüş insanların da varlığına inanıyoruz. Nasıl ki Hacerül Askalani, Ahmederrıfai, Suyuti ve ismini burada zikretmediğimiz birçok insanı kâmil baş gözüyle görmüş ve ümmetin imanının tecdidine mazhar olarak icmaını almışsa bugün de ümmetin ıcmaına mazhar insanlar olduğuna inanıyoruz. Hatta ve hatta inanmakla kalmıyoruz, bu duruma şahit olduğumuzu beyan ediyoruz.
Bir ramazan umresinde ülkemizin meşhur âlimlerinden Medine’de mukim meşhur Konyalı Osman Karabulut hocaefendi ile birlikte Mescidi Nebevi’de iftarımızı açmak nasip oldu.
Kendilerine Medine’ye nasıl gelip yerleştiklerini sorduk. Osman Karabulut hocaefendinin bizlere anlattıkları hayat hikâyelerini sizlerin iman ve iz’anlarına arz ederek aynen aktarmak istiyorum.
Osman Karabulut hocaefendi Konya Şemsi Tebrizi camiinde imamlık yaparken rüyasında Peygamber Efendimizi ﷺ görür ve Efendimiz ﷺ kendilerini rüyada Medine’ye davet eder. Rüya üzerine Osman Karabulut hocaefendi çoluk çocuğunu bırakarak Medine’ye yaklaşık kırk yaşlarında umreye giderler. Umre ziyaretinin bitişinden sonra kaçak kalmaya başlarlar. 1980 dönemleridir, Türkiye karışık olduğu gibi Medine’de de sıkı bir denetim vardır. Bir dostu küçük dükkândan bozma bir yere geçici olarak Osman hocaefendiyi yerleştirir. Aradan günler geçer. Osman Karabulut hocaefendi duruma çok üzülür. Ağlamaklı bir vaziyette;
“Ya Rasulallah buraya beni sen davet ettin, bende geldim, buralarda kaçak göçek kalmak istemiyorum, bir çaresine bak ya Rasulallah” diye ağlayarak hitap eder.
Osman Karabulut hocaefendi devamla; “O anda dükkân ortadan kalktı, bir kapı açıldı, kapıdan Peygamber Efendimiz ﷺ geldi. Bana buyurdu ki;
“Sen üzülme, şu genç senin işini halledecek dedi ve bir genci işaret etti. Olayları bizzat yaşadım ve baş gözüyle gördüm. Ve işaret ettiği gençle birlikte tüm resmi işlemlerimi gerçekleştirdim” buyurdu. Böylelikle Osman Karabulut hocaefendi ikame dediğimiz Medine’de oturum alırlar, ikame işlemlerinden sonra gençle vedalaşırlar. Ve bir daha o gençle karşılaşmazlar. O gence sen kimsin diye niye sormadığını hala eseflenerek bizlere de anlattı. Ve ekledi;
“O gün bugün 30 yıldır Medine’deyim. Eşimi ve çocuklarımı da getirdim ve her ramazanda Mescidi Nebevi’de Allah’ın izni ve Peygamber Efendimizin ﷺ lütfuyle iftar sofrası açıyorum” dedi.
Şimdi aynı soruyu sizlere soruyorum.
Peygamber ﷺ öldü diyen tarafta mısınız? Yoksa hayatta diyen tarafta mı?
Hayatta diyen tarafsanız hayat bulacaksınız. Başta zikrettiğimiz ayeti kerimeye dönecek olursak, “O ﷺ size neyi emrederse alın, neyi yasaklarsa ondan kaçının[7]” buyruğunda bile meselenin inceliği görülmektedir. Ayeti her okuduğunuzda Allah’u Teâla bu hitabı size doğrudan yapmaktadır. Yani sende o kainat güzeli ile bire bir görüşebilirsin, meseleni bizzat ona sorabilirsin, ondan cevaplar alabilirsin, buyurmaktadır. Sen bunu nasıl anlarsan anla artık.
Bu ne büyük bir lütuf, bu ne büyük bir ikram.
Böyle bakabilene, böyle, görebilene…
Hâce-i Hâcegân [8]
Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] Haşr Suresi, 7. Ayet.
[2] Buhari; İlm, 10; Ebû Davut; İlm, 1; Tirmizi; İlm, 19; İbn Mace; Mukaddime, 17
[3] Buhari; İlm 34, İ’tisam 7; Müslim; İlm 13, (2573); Tirmizi; İlm 5, (2654)
[4] Bişri Hafi; Evliyalar Ansiklopedisi, Bk: https://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-Ansiklopedisi/Detay/Irak-Bagdat-BISR-I-HAFI/832, E.T: 19.07.2023
[5] Muhammed Suresi, 19. Ayet.
[6] Ramüz El-Ehadis, s.95. No.5
[7] Haşr Suresi, 7. Ayet.
[8] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân yolunun hocası