7.1. ŞÜKÜR EHLİ OLMAK (1. Bölüm)
a. Terim, Tanım
Arapçada şükür kelime olarak,”şe-ke-ra” “الشكر” kökünden türetilmiş olup; “hayvanın yediği besini, verdiği sütü ve semizliği belli etmesi” manasına gelmektedir[1].
Sözcüğün lügat anlamı biraz daha açılacak olursa “şükür”; “beslenen hayvanın, yediklerinin karşılığını maddeten vermesi”, yani “bir tavuğun yumurta vermesi, bir ineğin süt vermesi, bir koyunun yün vermesi ve her üçünün de et verecek şekilde semirmesi” olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımın ifade ettiği karşıt anlamdan ise beslenen bu hayvanların sahiplerine sesle veya beden dili ile gösterdikleri yaranma ve şirinlik hareketlerinin “şükür” kapsamında olmadığı anlaşılmaktadır.
Aynı kökten türemiş olan “teşekkür”, “müteşekkir” ve “şükran” sözcükleriyle birlikte Türkçede de kullanılan “şükür” sözcüğü, türevleriyle birlikte Kur’an’da toplam yetmiş dört kez yer almıştır. Bu ayetler bir bütün olarak değerlendirildiğinde şükür; insanların, Allah’ın kendilerine verdiği nimetlere karşı, nimetin karşılığını Allah’a vermeleri olarak tanımlanmaktadır.
Sözcüğün hem ayetlerdeki kullanımı hem de gerçek anlamı, verilen nimetlere karşılık olarak verilenin, yani “şükrün” de o nimet cinsinden bir karşılık olmasını gerektirmektedir. Diğer bir ifadeyle, “şükrün” lâf ile olmayacağı, gerek sözcüğün kelime anlamından gerekse Kur’an’daki kullanımlarından anlaşılmaktadır.
b. Kur’an ve Sünnette Şükür
Şükür, türevleriyle birlikte Kur’an’da toplam yetmiş dört yerde zikredilmiştir. Sebe suresinde; “Kullarım arasında şükredenler azdır”[2]; İbrahim suresinde; “Şükrederseniz muhakkak nimetimi artırım”[3] buyrulmaktadır. Şükür ayetleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde şükür; insanların Allah’ın kendilerine verdiği nimetlerin karşılığında Allah’a nasıl teşekkür etmeleri gerektiği üzerinde yoğunlaşıldığı görülmektedir[4].
Hadisi şerifler incelendiğinde Allah Rasûlünün ﷺ; “İman iki kısımdan müteşekkil bir bütündür; onun bir yarısını sabır, diğer yarısını da şükür oluşturur[5]”; “Aza şükretmeyen çoğa da şükretmez”[6] ; “Yemek yiyip şükreden, oruç tutup sabreden gibidir”[7].; “Zikrin en faziletlisi Lailahe illallahdır. Duanın en faziletlisi Elhamdülillahtır”[8] ; “Allah’a şükretmeyen insanlara teşekkür etmez, insanlara teşekkür etmeyen Allah’a şükretmez” [9] şeklinde ifadelerinin olduğu görülmektedir.
Şükürle bağlantılı diğer önemli bir konu da sabırdır ki bu konuyu bir sonraki başlık altında detaylı olarak müstakilen inceleyeceğiz. Hakka vuslatta sabır mı yoksa şükür mü daha efdal sorusuna yanıt hemen verilememiştir. Hazreti Ömer (ra) efendimiz; “Şükürle sabır birer binek hayvanı olsalardı, hangisine daha önce bineceğimi kestiremezdim” şeklinde ifade buyurarak durumu daha iyi açıklamışlardır.
c. Şükrün Hakikati
Şükür, tüm insanlık boyunca insanların çoğunun gözünden ve fehiminden kaçırdığı, Kur’anın kıyamete kadar baki olacağı hususu da düşünüldüğünde kıyamete kadar insanlığın çoğunun bu konuda gaflete düşeceği bir gerçektir. Cenâb-ı Hak bu durumu alenen ve açıklıkla vurgulamıştır. Kelamı kadiminde; “وَقَلِيلٌ مِّنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ“ “Kullarım arasında şükredenler azdır”[10] buyrulmaktadır. Oysa Müslüman toplulukların kültüründe iki insanın karşılaşmasında ilk söz “selamün aleyküm” olmakta arkasından nasılsın denilmekte ve sonraki cevap “çok şükür iyiyiz” olmaktadır. Bu telefon konuşmalarının da ezberi haline gelmiştir. En acı anımızda dahi “çok şükür iyiyiz” diyebiliyoruz. Hal böyle olmasına rağmen acaba neden Cenâb-ı Hak bize şükürsüzsünüz muamelesi yapmaktadır. Burada biraz düşünülmesi ve durulması lazımdır. Demek ki ezberden “elhamdülillah” veya “çok şükür” ifadeleri şükür anlamına gelmemektedir.
Hakiki şükür için bazı alt yapıların olması gereklidir. Tam manasıyla şükredebilmek için öncelikle bilgi gereklidir. Neye şükredilmeli, kime şükredilmeli ve niçin şükredilmeli? Bu hususlarda şuurlu olunmalıdır. İmamı Gazali hazretleri şükür bahsinde şükrün üç unsurundan bahseder. Buyururlar ki şükür için ilim, hal ve amel gereklidir. Şükür bu üç unsurdan mürekkeptir. Bu üç hamurun yoğrulması ile şükür oluşmaktadır.
Şükür için birinci şart ilimdir. İlim derken bugünkü manada bilgi kastedilir. Kişi kendisine nimeti veren varlığı bilmelidir. Nimetin yalnızca ondan geldiğini, insanlık, İslâmlık, akıl, yiyecek ve içecek vs. tüm nimetlerin Cenâb-ı Haktan olduğu bilinmelidir. Vesilelere takınılmaması gerektiğini önemle vurgulanır. Vesileye de teşekkür, şükrün içerisindedir. Bizi zahiren dünyaya getiren anne babamızdır. Ama anne-baba sadece vesiledir. Onlara da teşekkürü unutmamamız gerektiğini yine Kur’anı azimüşşan bildirmektedir. Ancak şükürdeki azimet asıl nimetlerin sahibi tarafından verildiği bilgisi üzerinde durulmaktadır. Asıl sultan unutulmamalıdır. Padişahın emriyle bizlere nimetler verilmiştir. Vezirin eliyle verilen nimette vezirin aracı olduğu unutulmamalıdır. İş vezire kalsaydı bir dirhem bile bize vermezdi. Onun gönlüne “ver” icbarını yapan sultandır. Kişi bunu bilmeli teşekkürü ilgili yere yapmalıdır. Bu husus Cenâb-ı Hakkın vahdaniyetiyle alakalı bir durumdur. Burada Cenâb-ı Hak ortak kabul etmemektedir. Kişi verilen nimetin Allah (cc) tarafından verildiği bilgisinde ve şuurunda olmalıdır. Bu birinci şarttır.
İkinci şart haldir. Şükürde hal gereklidir. Halden kasıt nimet verenin nimet vermesinden dolayı meydana gelen sevinçtir. Bu bilgi ve nimet karşısında kişi kendisinin bizzat Cenâb-ı hak tarafından muhatap alındığının sevincidir. Hani küçük çocuklara büyük bir adam gibi isminin yanına “bey” veya “hanımefendi” sıfatları ekleyerek konuşulunca çocukta müthiş bir sevinç olur. Kendisinin muhatap alındığı, önemsendiği yüzüne yansır. Cenâb-ı Hakta her an bir iş üzerine ve el an hay ve halen hayatta olan insanları çocukluklarına bakmadan “ey kulum” diyerek muhatap almıyor mu? Evet alıyor. Benimle canlı bir alışverişin içinde ve bana doğrudan nimetlerini ihsan ediyor, verme konusunda arada kimse yok. Öyleyse bunun sevinciyle sevgi gösterisi hali, şükrün ikinci şartıdır.
Üçüncü şart ameldir, yani eylemdir. Böyle bir sevinçle kişi eylemde bulunmalıdır. Kelime anlamında olduğu gibi tavuksa yumurtlamalı, koyunsa süt vermelidir. Böyle bir bilgi ve halden, amel doğmalıdır. Salih amel denilen şey işte böyle bir şeydir. Ortaya eylemsel bir teşekkür çıkmaktadır. Eylem şükrün son unsurudur. Eylemin içi bilgi ve hal ile doldurulmalıdır. Amel, insanın her eylem ve işleminin neticesinin Allah (cc) için yapıldığı bilinciyle yapılmasıdır. Bu aşamada amel dille, kalple ve diğer azalarla yapılabilir. Dille yapılan zikir bu sefer şükür olur. Bu tarz şükür aynı zamanda zikir olur. Kalple yapılan niyette sırf Allah (cc) rızası olur. Kalp Cenâb-ı Hakkın nazargâhı olur. Diğer azaların bu bilgi ve sevinçle her yaptığı her eylem zikir olur, şükür olur. Cenâb-ı Hak kendisine mal bahşetmiş ise onun şükrünü fakir ve yoksula vererek yerine getirir. Hayat ve sıhhat şükrünü, sa’y ve gayretini Allah (cc) yoluna sarf ederek eda eder. İşte bu üç hali içerisinde barındırarak yapılan teşekkür eylemlerine gerçek manada şükür denilmektedir.
Teşekkürde öncelik insanlık için olmalıdır. İlk önce bizi yarattığı için Cenâb-ı Hakka teşekkür edilmeli. Sonra elhamdülillah ki bizi İslâm üzerine yarattı. İkinci teşekkür İslâmlık için olmalıdır. Çok şükür ki bizi Efendimize ﷺ ümmet olarak yarattı. Sonra bizi sağlıklı ve sıhhatli yarattıysa buna, sonra verdiği nimetlere tek tek teşekkür edilmelidir. Gerçi ayeti kerimelerde “benim nimetlerimi saymakla bitiremezsiniz”[11] buyrulmaktadır. Sonsuz nimetlere ulaşan bizler hangi birine şükredeceğimizi şaşırmamız gereklidir. O yüzden bunca nimetlere karşı şükrümüzün az olduğu belirtilmiştir. Bu aşamada Musa aleyhisselamın Cenâb-ı Hakla arasında geçen diyalog hatırlanmalıdır.
Musa (as) yarabbi ben senin hangi nimetine şükredebileyim. Sonsuz nimetleri bizlere sundun. Buyurduklarında Cenâb-ı Hak; “Ya Musa, senin bu anlayışın bize şükür olarak yeter” buyurmuştur.
Ayeti kerimede “şükredin ki nimetimi ziyadeleştireyim”[12] buyrulmaktadır. Şimdi her şükürden sonra ziyadeleşen yeni nimete yeniden şükür gereklidir. Bunun şükrü nasıl yapılacaktır, şeklinde soruyla karşılaşan bir evliyaullah Musa aleyhisselamın Cenâb-ı Hakla bu diyalogunu örnek vererek, kişinin bu şuurda olması da şükürdür buyurmuşlardır. Yani insanın Cenâb-ı Hakkın sonsuz nimetleri karşısında şaşkına dönmesi acizlik hissetmesi en büyük şükürdür muhteremler.
Zira Cenâb-ı Hakkın bizim vereceğimiz bir mala veya ibadete ihtiyacı yoktur. Bizim yaptığımız ameller deryada bir damla hükmünde bile değildir. Bu yüzden şükürde amelle, eylemle birlikte bilgi ve hal dediğimiz diğer unsurların da bulunması gereklidir. Bu seviyeyi yakalamış insan ayeti kerimelerde yer alan az kullar zümresine ilhak olmuştur. Cenâb-ı Hakkın övgüsüne mazhariyet kazanmıştır.
Kaynaklarda geçen ve meleklerin dahi gıptayla izlediği örnek bir insanın durumundan bahsetmek istiyoruz. Cebrail aleyhisselam Cenâb-ı Haktan dünyada kendisinden razı olduğu şükrünü, zikrini, ibadetini beğendiği bir kişiyi kendisine göstermesini ister. Cenâb-ı Hakta bir kulunun ismini verir ve yaşadığı yeri gösterir. Cebrail aleyhisselam da bu kişiyle ilgili araştırma yapar, levhi mahfuza bakar ki bu kişi şakiler defterine yazılıdır. Mesele hakkında daha da meraklanır. Şaki defterine yazılı ama Cenâb-ı Hakkın övgüsünü almış bu insanla görüşmeye karar verir. Bir insan suretinde bu kişinin yanına gelir. Bu kişiyi izlemeye başlar. Bu kişi bir nehir kenarında yaşayan yalnız biridir. Sabahları kalkıp nehirden abdestini alan, öğleye kadar yiyeceği balığı tutan sonra sair ibadetlerini yapan sıradan bir insan görüntüsü sergileyen biridir. Bu durumu izleyen Cebrail aleyhisselam daha da meraklanır. İnsan suretinde bu kişinin yanına gider ve kendisinin Cebrail olduğunu kendisinin Cenâb-ı hak tarafından şakiler defterine yazıldığını söyler. Bu zatı muhterem “elhamdülillah” diyerek şükür secdesine kapanır. Cebrail aleyhisselamın bu kişinin yanlış anladığı düşüncesiyle durumu bir daha anlatır. Bu kişi de tekrar “elhamdülillah” der ve “demek Cenâb-ı Hak beni bir deftere yazmış, ya unutmuş olsaydı, ya hiçbir deftere yazmasaydı, ya muhatap almasıydı ?” diyerek yeniden şükür secdesine kapanır. O anda Allah (cc) bu kişiyi salihler defterine yazar ve Cebrail (as) in bu durumdan haberi olur. Bu sefer bu kişiye yeni durumu anlatır bu zatı muhteremde en ufak bir değişiklik olmadan ve yine “elhamdülillah” der ve şükür secdesine kapanır. Cebrail aleyhisselam her iki durumda da kişide bir değişiklik olmadığını devamlı şükür halinde olduğunu gözlemler ve gerçekten Cenâb-ı Hakkın neden bu kulundan en çok razı olduğunu görür.
Bu misal bizlere kadar ulaştırılmış ve tevatüren gelmiştir. Her hâl ve kârda Cenâb-ı Haktan razı olmaktır aslında şükrün esası. Şimdi kendimize bir bakalım. Başımıza en ufak bir şey geldiğinde niye ben diye hemen başlıyoruz dert yanmaya. Ancak bize bir mal geldiğinde bir yüklü miras kaldığında teşekkür ediyoruz. Oysaki aldığımız nefes için gözlerimiz görüyorsa görme yetisi, duyuyorsak kulaklar için hiç teşekkür yok. Sanki Cenâb-ı Hak bunları bizlere vermeye mecbur gibi davranıyoruz. Bir an boğazımıza bir şey kaçsa birkaç nefes alamasak hayata veda edeceğiz. Bunların şükrü yok. Bu sebeple şükredenleriniz az buyruluyor.
Hepimiz geçim sıkıntısından dem vururuz. Bunun formülünü Cenâb-ı Hak bize tarif buyurmuş. “Şükrederseniz muhakkak nimetimi artırım.”[13] Bir şeyi çoğaltmak mı istiyoruz. Şükredelim muhteremler. İmanımızı kuvvetlendirmek için şükredeceğiz. Malımızı çoğaltmak için şükredeceğiz. İdrakimizi, fehmimizi açmak için şükredeceğiz. Aslında formül çok basit ve kolay. Şükretmek.
Cenâb-ı hak bizleri kendisini layıkıyla şükreden kullarından eylesin.
Hâce-i Hâcegân [14]
Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] Lisan ül Arab, c:5, s:163–165; Tac ül Arus, c:7, s:48–51
[2] Sebe, 13
[3] İbrahim, 7
[4] Şükür ile ilgili diğer ayet ve hadisi şerifler için bkz: https://www.sukur-ile-ilgili-ayet-ve-hadisler.html
[5] Şuabü’l-İman, 123/7; Feyzu’l-Kadîr, 188/3
[6] Müsned, IV, 278, 375.
[7] Müsned, II, 283, 289; Buhârî, “Eṭʿime”, 56
[8] Tirmizi, Nesai, İbni Mace, İbni Hibban
[9] Tirmizi, Birr, 35.; Müsned, II, 258, 295, 303
[10] Sebe, 13
[11] Nahl, 18
[12] İbrahim, 7
[13] İbrahim, 7
[14] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân Yolunun Hocası.