Hâcegânın Manası: Hâcegân Yolu
Terim Tanım
Hâce, bugünkü yaygın kullanımı ile hoca demektir. Hâcegân ise hâcenin çoğulu hocalar şeklinde tanımlanmaktadır. Hâce kelimesinin kökeninin nereden geldiği konusu tam olarak bilinmemekle birlikte kaynaklarda çeşitli rivayetler yer almaktadır[1]. Öz anlatımla Hâcegân; asrın bilginlerine, mütefekkirlerine, münevverlerine, ariflerine, âşıklarına en üst seviyede verilen bir isimdir
Tarihin seyri içinde Hâcegân isminin ortaya çıkışı, Orta Asya ve Maveraünnehr dediğimiz bu bölgede Ali Fârmedi hazretlerinden sonra Yusuf Hemedani hazretleri ile başlamıştır. Kendisine Hâce Yusuf Hemedani denilmiştir. O’nun bir halefi Hâce Ahmed Yesevî, diğer bir halefi Hâce Abdulhâlık Gucduvânî vasıtasıyla manevi miras yayılmış ve devam etmiştir. Hâcelikte; Peygamberimizin ﷺ şahsı gibi hem velayete bakan manevi yön hem de devlet adamlığı, siyaseti ve komutanlığı gibi zahire bakan yön bulunmaktadır. Bazı zamanlarda mana ile zahir ayrı ayrı kişilerde toplanırken bazen mana ve zahirin tek kişide toplandığı şahsiyetler de olmuştur.
Hâcelikte; zahir ile mana bir şahsiyette toplandığı için mavera denilen bölgede kurulan muhtelif İslâm devletlerinin teşkilâtlarında idari bir terim olarak da kullanılmıştır. Özellikle Sâmânîler, Gazneliler ve Selçuklularda hükümdardan sonra gelen vezir bu unvanla anıldığı gibi diğer bazı resmî ricâlin de unvanı olmuştur. Örneğin, Selçuklularda devletin birinci adamı ve sultanın mutlak vekili olan vezire “Hâce” denilmiştir. Nizâmülmülk’e “Hâce” veya “Hâce-i Büzürg / Büyük Hoca” diye hitap edilmiştir. Nizâmülmülk’ün Siyasetname adlı eserinde bürokrasi mensubu memurlar da Hâce veya Hâcegân şeklinde isimlendirilmiş, Hâcegâna mensup kimselerin “Hâce-i Saîd, Hâce-i Reşîd, Hâce-i Kâmil” gibi lakaplarla anılmaları gerektiği belirtilmiştir[2].
Harizmşahlarda da büyük ricâle ve vezirlere Hâce denilmiş, büyük vezir “Hâce-i Cihân” şeklinde anılmıştır. Yine İlhanlılar, Timurlular, Karakoyunlu ve Akkoyunlular da Hâce unvanını kullanmışlardır. Hatta Hindistan’da kurulan sultanlıklar da bile bu Hâce unvanı kullanılmış sultanlarına “Hâce-i Cihân” denilmiştir[3].
Hâce veya hoca unvanı resmî kullanış dışında çok değişik şekillerde farklı zümreler arasında da yaygınlık kazanmıştır. XII. yüzyılda “sahip, efendi, tahsil görmüş kişi” anlamlarında kullanılarak “kadılar, imamlar, şehir reisleri” bu lakapla anılmıştır. Anadolu Selçuklularında ticaretle uğraşanlar ve zanaat ehli olanlar özellikle şehrin divan görevlileri arasında yer alan büyük tacir üstatlarına Hâcegân denmiştir. “Hâce-i Bâzâr” tabiriyle esnaf ve tüccar erbabı kastedilmiştir. Köylerde ve şehirlerde kanaat önderlerine bir dönem Hâce denilmiştir[4]. İlerleyen yıllarda Hâce kavramı bazı farisi bölgelerde itibarsızlaştırılmaya, uygunsuz kişilere lakap olarak verilmeye çalışılsa da[5] “Hâce-i Cihân, Hâce-i Kâinat, Hâce-i Düserâ, Hâce-i Rusül, Hâce-i Âlem”[6] gibi Peygamberimize ﷺ ait sıfatların ve İslami değerlerin ağır basması sonucu neticede başarılı olunamamıştır.
Türkçe’de lakap olarak hem özel isimden önce (Hoca Ahmet, Hoca Nasreddin, Hoca Sâdeddin gibi) hem de -daha çok XX. yüzyıl Türkçesi’nde- özel isimden sonra da (Nasreddin Hoca, Hüseyin Hoca, Hasan Hoca gibi) kullanılmıştır. Ayrıca bazı tarikatlarda birçok tarikat büyüğü ile şeyh ve pîri bu unvanla anılırken “Hatm-i Hâcegân, Silsile-i Hâcegân” gibi terkipler içinde de çoğul olarak yer almıştır.
Köprülü’ye göre Hâcelik; Abdulhâlık Gucduvânî ve Ahmed Yesevî silsilesinden gelenlere, tarîkat-ı Hâcegân olarak adlandırılan Nakşibendî tarikatına mensup büyük mürşitlere verilen ünvandır[7]
Osmanlıda da daha önceki Türk-İslâm devletlerinde olduğu gibi “Hâce” unvanı kullanılmış ve bürokraside görevli üst memurlara Hâcegân denilmiştir. Hâce unvanı, Osmanlı döneminde yaygın biçimde “Hoca” şeklinde kullanılmıştır. Özellikle mektep muallimleri ve medrese uleması bu unvanla anılmıştır. Şehzade muallimlerine “Hoca” denilmesinin sebeplerinden birisi de “Hâce” unvanının tarihi anlamından kaynaklıdır. Şehzade tahta çıktığı zaman ders aldığı âlimlerden birini kendisine hoca olarak seçer ve bu kişi “Hoca-i Sultânî”, “Padişah Hocası” unvanıyla anılır, teşrifatta da şeyhülislâma denk kabul edilirdi. Bunların görev ve tayinleri ile kendilerine tanınan imtiyazlar hakkında Fâtih Sultan Mehmet Han bir kanunname çıkarmış ve bu kanunnameye “Hocazâdeler Kanunu” denilmiştir[8].
Istılahi Olarak Hâcegân
Toplumlar kültürleriyle tarih sahnesinde yerini alabilirler. Ne kadar zengin bir kültüre sahipseler o kadar köklü bir derinlikleri olur. Kültürüne yabancı, kültüründen uzak bir millet, köksüz bir bitki gibidir. Hemen, asıldığında, kopuverir. Hâcegân, geçmiş kültürümüzden bize mirastır. Bizi geçmişimizle irtibatlayan, alakalandıran, tarihimizin derinliklerinden gelen zengin bir kültürdür.
Bu kültürün kaynağı, membaı İslam’dır. Kur’ân ifadesiyle Allah’a giden yolda, hakikat yolunda Hâcegân; “peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kimseler [9]”dir.
Hâcegân silsilesinde, peygamberler, ashap, ehlibeyt ve evliyaullah, önemli duraklardandır. Dolayısıyla onlarla özdeşleşmiş bir isimdir. Bu silsilede, rabbani zincirde ilk halkada peygamberleri görüyoruz. İnsanlığın hidayet rehberi en hakiki, en kâmil mürşidleri peygamberlerdir. Âdem (as) ile başlayan bu silsile Efendimize ﷺ kadardır. Bu sebeple Efendimizin ﷺ bir ismi “Hâce-i Kâinattır”, kâinatın hocasıdır. Diğer bir ismi ise “Hâce-i Rusüldür”, peygamberlerin hocasıdır.
Peygamberlerden sonraki rabbani zincirin ikinci halkasına “Ashab-ı Kiram” diyoruz. Efendimizi ﷺ baş gözüyle görmüş, onunla sohbetleşmiş, hasbihal etmiş kutlu topluluk. Ashaptan sonra kıyamete kadar gelecek üçüncü halkaya da “Saadatı Kiram” diyoruz. Saadete, selamete, hidayete ermiş topluluk. Kur’an’ın sıddıklar, şehitler ve salihler diye zikrettiği bu topluluğun ismidir.
Hâcegân, bir dönem sadece ilahi silsilenin üçüncü halkasında yer alan kişilerle tanınmıştır. Hâcegân geleneği, Orta Asya ve Maveraünnehr dediğimiz bu bölgede Yusuf Hemedani hazretleri ile tanınmıştır. Yani Cenâb-ı Peygamberden Hazreti Ebubekir Sıddık (radıyallahu anh) vasıtasıyla devam eden bu saadat zincirinde Hâcegân ekolü Ali Fârmedi hazretlerinden sonra Yusuf Hemedani hazretleriyle tanınmaya başlamış ve O’nun bir halefi Hâce Ahmed Yesevî, diğer bir halefi Hâce Abdulhâlık Gucduvânî vasıtasıyla yayılmış ve devam etmiştir. Ta ki bu anlayış, bu kültür, bu zaviye Hoca Muhammed Bahauddin hazretlerine kadar devam etmiştir. Hâce Bahauddin hazretleriyle birlikte bazı anlayışlarda ve dolayısıyla uygulamalarda yapılan değişikliklerden sonra bir isim değişimi olmuş ve bu ekole Nakşibendilik denmiştir. Aslında Hâcegâniyye ekolü Nakşibendiliğin içinde mündemiç bir özdür.
Bu hususlar dikkate alındığında Hâcegân salt bir cemaat ve tarikat anlayışı değildir. İçinde geçmişten bugüne gelen dini, milli, tasavvufi kültürleri mezceden, bunları birleştiren bir yoldur. Her zamanda hakkı üstün tutan bir topluluk bulunsun fehvasınca Hâcegân hak üzere bir araya gelmiş topluluğa verilen isimdir. Hâcegânı diğer topluluklardan ayıran özelliği ise Efendimizden ﷺ bozulmadan nesilden nesile aktarılarak gelen İslam mirasına sahip salih insan, varisi nebi dediğimiz insanı kâmil anlayışıyla yoğrulu, İslam medeniyetinin yaşatıldığı velayet anlayışını bünyesinde barındıran yaşayan bir zamanın Hâcesinin varlığıdır.
İnsanı kâmil anlayışına sahip Hâce, zülcenaheyndir. Çift yönlü, çift kanatlıdır. Kendisinde hem zahir dediğimiz Efendimizin ﷺ devlet adamlığı, siyaseti, komutanlığı ve diğer yönleri hem de mana dediğimiz İslam’ın manevi mirası bulunur. Hakikatte İslam bir bütündür. İçerisinde devleti, siyaseti, ibadeti ve ukubatı toptan barındırır. İslam’ın hâkim olduğu dönemlerde her iki yönün aktif olarak işletildiği ancak devletlerin İslam’dan uzaklaştıkları dönemlerde Müslümanlık sadece ibadet olarak algılandığı için zahir denilen yön pasif kalmaya mahkûm edilmiştir. Zaman zaman bu iki yön birbirinden ayrışmış, zahir ve mana iki ayrı kişide toplanmıştır. Ne zaman ki bu iki sıfat Efendimiz ﷺ ve râşit halifeleri gibi tek insanda toplanmış o zaman yeryüzü sadece Müslümanlar için değil tüm insanlık için de saadet yurdu olmuştur.
Ayeti kerimede buyrulan “kâfirler istemese de Allah (cc) nurunu tamamlayacaktır [10]” ifadesindeki nur kelimesi hem insan hem de İslam’ın hükmü olarak tefsir edilmiştir. Bu iki anlamdan hareketle Allahu Teâlâ önce insanı, tıpkı Efendimiz ﷺ ve sahabe dönemi gibi yeniden canlandıracak ve zamanın bu kâmil insanları vasıtasıyla da yeryüzünde hükmünü hâkim kılacaktır.
İşte insanlığın tamamlanmasında rol oynayacak bu mayaya biz kısaca Hâcegân diyoruz. Bu maya ile yeniden özüne dönen insan, Rabbisinin emrine imtisal ile ayeti kerimede geçen nuru da tamamlayacaktır inşallah.
Bu manada Hâcegân Vakfı bir fikir ocağıdır. Günün kâmil insanları mesabesindeki zamanın hâcelerinin her an hay olan Cenabı Hakla yaşadıkları aşk ocağından elde ettikleri sıcak, mis kokulu ekmek misali, o demden elde edilen taze ve katışıksız muhabbet kokan o fikirlerin husule geldiği yerlerdir. Vakfın binaları gönüllerdir. Binalarla, okullarla, kurslarla vakit kaybetmez. Binalara değil insanlara yatırım yapar. Okulu, kursu, tekkesi gönlüdür. Seyyardır. Her yere sığar, açar kurar o demi yaşar yaşatır. Yer geldi mi hemen toplar, kapatır, pratiktir. Onun için bir insan dahi olsa önemlidir. Bir insan uğruna binlerce bina, okul, kurs feda edilebilir. Binalar, okullar, kurslar adı altında insanların feda edilmesine karşıdır.
Bu maya bir fikir mayasıdır. Sahibi Hace-i Kaniat Muhammed Mustafa’dır. O, ashabı güzini mayalamış, ashab da sonraki zamanın hâcelerini mayalayarak günümüze kadar bozulmadan gelmiştir. Tıpkı sütün yoğurtla mayalanması gibi. Bugün sağlıklı maya ile mayalanan yoğurt, bembeyaz ve tadı da ilk günkü yoğurdun tadındadır. Hâcegân Vakfı fikriyatı, bu maya misalidir. Nasibi olan herkesi mayalama gücüne sahiptir. Abı hayat gibidir. Serin, soğuk su gibidir. Her derde şifadır. Zira insanlığın tüm hastalıklarının sebebi iman zafiyetindendir. Allaha (cc) inandım diyen çoktur ancak Allah (cc) varmış gibi yaşayan azdır.
İşte zamanın Hâcesi, aşk ocağı denilen gönülden, her an hay olan ve tenezzülen iskan buyuran Cenabı Hakla yaşadığı anın deminden, anın hikmetini ve hakikatini istinbat edebilen, getirebilen kişidir. Bu dem sonucu çıkan yepyeni sıcacık bu fikirler 70 yıl ibadet gücündedir[11]. Pas sökücü mesabesindedir. Hasta kalplere şifa, paslı gönüllere cila hükmündedir. Bugün insanlığın ihtiyacı, zamanın münevver, mütefekkir, Allah adamları dediğimiz zamanın hâcelerinin getirdikleri anın hikmeti mesabesindeki fikirlerdir. Bu adamlardan doğan fikirler, hayat suyu gibi önce kendilerini hay eder, yeniden diriltir, ateşlerini, hararetlerini söndürür. Sonra hak vergisi, bitmeyen ve tükenmeyen bu suyun, bereketini Cenabı Haktan bilerek susuz çoraklaşmış gönüllere ulaştırma gayreti içerisine düşer.
Bilir ki, ateşi de veren O dur. Suyu da veren O’dur. O’ndan O’na deveran eden O’dur. Yeter ki ortada sen olmayasın, ben olmayayım, hep O, olsun.
…..
Ademliktir [12] insanı âdem [13] yapan,
O demdir âdemi ayakta tutan,
Demi demdir bu âlem,
Ademi âdemler doğuran,
Hâce-i Hâcegândır, yâri dost besti best.
Hülasadır insan bu kevni âlemin,
Hz. insandır gaye-i kelamı kadimin,
İnsanı hazret yapan tohumudur kâmilin,
Hâce-i Hâcegândır, dostu yâr besti yâr.
…..
Hâce-i Hâcegân [14]
Vakıf Genel Başkanı
[1] İpşirli Mehmet; Hâcegân, İslam Ansiklopedisi, C.14, s.430. Ayrıca rivayetler için bkz.
[2] Beyhaki, Muhammed b. Hüseyin; Tarih (neşreden: Kāsım Ganî – Ali Ekber Feyyâz), s. 218-219
[3] Konukçu, Enver; Hâce-i Cihan; İslam Ansiklopedisi, C.14, s.429.
[4] Dıa, Hoca, İslam Ansiklopedisi, C. 18, s. 186.
[5] Sümer Faruk; Hâce Sera, in: Ağa, İslam Ansiklopedisi, C.1, s.451.
[6] Dıa, Hoca, İslam Ansiklopedisi, C. 18, s. 186.
[7] Köprülü, M. Fuad; “Hâce”, İslam Ansiklopedisi, C. V/1, s. 24.
[8] Dıa, Hoca, İslam Ansiklopedisi, C. 18, s. 186.
[9] Nisa Suresi 69. Ayet; “Kim Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır!”
[10] Saf Suresi 8. Ayet.
[11] İbn Abbas ve Ebu’d-Derda’dan rivayet edildiğine göre “Bir saat tefekkür yetmiş yıl ibadetten hayırlıdır.” Bkn:. Aliyyu’l-Kārî, Esrâru’l-Merfû’a, 175; Suyutî, Camiu’s-Sağir, II/127; Aclûnî, I/310.
[12] Adem; yokluk.
[13] Âdem; insan, insanı kâmil.
[14] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân Yolunun Hocası.