2. 6. Kalb-i Selim Olmak (6.Bölüm)
Gönüldedir küfür nikmet
Nikmet, bilindiği üzere nimetin zıddıdır. Büyük ceza, azap gibi manalara gelmektedir. Cenâb-ı Hak ile buluşma yeri gönül olunca O’nun (cc) inkârı meselesi de gönülde cereyan etmektedir. Nasıl ki ibadetlerde bedeni ameller önemli olmakla birlikte ibadet ile neyin kastedildiği konusu da (hikmeti) bir o kadar önem arz etmektedir. Mesela namaz ile yapılan bedeni hareketlerin ötesinde mümin kişi, namaz vesilesiyle Hakkın emrine imtisal sonucu Cenâb-ı Hak ile birlikteliği yaşayarak manevi değerler kazanmaktadır. Bu baki değerler bedensel hareketlere nazaran daha önemlidir. Yine Kur’anı kerimde kurban ile ilgili ayetlerde “sizin kestiğiniz kurbanların ne kanları, ne de etleri Allah’a (cc) yükselir. Allah’a (cc) yükselen sizin niyetleriniz” buyrulmaktadır. Öyleyse rızayı ilahiyi kazanma ameliyeleri olan ibadetlerin neticesinde gönülde kâmil iman nimetine ulaşılırken, kulluğun gereklerinin inkârı neticesinde gönülde küfür nikmetine ulaşılmaktadır.
Aşk, muhabbet, küfür, nikmet kelimelerinin şiirin aynı dörtlüğünün iki mısrasında yer alması bir hikmete mebnidir. Başta da belirtmiştik, aşk denince gönülde hemen muhabbet hatıra gelirken, ardından küfür ve nikmet hatırlatılmaktadır. Bu üzerinde durulması gereken bir konudur.
Aşkın neticesinde muhabbet doğarken, küfrün neticesinde nikmet (nimetsizlik) doğmaktadır. Yine aşkın zıddı küfür, muhabbetin zıddı nikmettir. Cenâb-ı Hakkın insana duyduğu sevginin inkârı, örtülmesi Hakkın insana duyduğu ilginin görmezden gelinmesi küfür, muhabbet nimetinden yoksunluğa nikmet denilmektedir.
İnsanın ruh ve nefs hamuruyla yoğrulu bir varlık olduğunu belirtmiştik. İnsanın bir meseleyi iyi anlaması o meselenin iki yönünün ortaya konulmasına bağlıdır. İyi denilen şeyin anlaşılması için kötünün görülmesi, izah edilmesi gereklidir. Yine güzelin anlaşılması, çirkinin varlığına muhtaçtır. Âlemde yer alan zıtlar aslında bir hakikate işaretle insana doğruyu gösteren yön levhaları olmuşlardır.
Konumuza dönecek olursak niçin aşkla taban tabana zıt küfür birlikte zikredilmiştir?
Hadisi Şerifte mümin “havf ve reca arasında olmalıdır” buyrulmaktadır. Yani korku ile ümit arasında olunmalı. Mümin, Allah’tan (cc) korkmalı ancak onun rahmetinden ümidini kesmemeli. Niçin bu kural böyle? Çünkü insan iki veçheli (nefs-ruh) bir varlıktır. Her iki cephesine de bir hitap vardır. Cennet ile cehennem Kur’anda birlikte zikredilmektedir. Sebep yine aynıdır. Aşk ile küfrün birlikte ifade edilmesinde de aynı sebep vardır.
Aşk denilince hemen kuralsızlık, mantık dışılık akla gelmektedir. Ancak olgun insan diye tanımlanan insanı kâmiller aşk halinde bile edebi elden bırakmamışlardır. Nasıl olur da âşık ile maşuk arasında kural olur diye sorabilirsiniz. Ancak kurallar önceden belirlenmiştir. Din tanımlanmış ve tamamlanmıştır. İnsan hangi halde olursa olsun bu kurallarla bağlıdır. O’nun (cc) en sevgilisinin hayatı ve bize bıraktığı sünneti bizlere şahittir.
Hâcegânın büyüklerinden birisiyle Üsküdar’da bir zatı ziyareti gitmiştik. Piri fani, yaşlı, beyaz uzun sakallı birisiydi. Edebince gösterilen yere oturup, kısa bir tanışmadan sonra sustuk ve o zat sohbete başladı. Açık söyleyeyim bu zatın konuşması ve dışa yansıyan hali özellikle aynı yöne bakan bakışları beni etkilemişti. Arştan, kürsten, Cenâb-ı Hak ile beraberlikten, aşktan bahsediyordu. Biz girdiğimizde öğle ezanı okunmuştu ve biz öğle namazını kılmamıştık. Sohbet öyle uzun sürdü ki ikindi ezanına yarım saat kalası Büyüğümüz edeple öğle namazını kılmadığımızı araya girerek hatırlattı. Bu zat kendisinin de öğle namazını kılmadığını beyan ederek sohbetine devam etti. Aradan 15 dakika geçti, ikindi namazına çok az süre kaldı. Büyüğümüz tekrar söze girmek istedi ancak bu zatı muhterem öğle namazı için “insan Hakkın huzurunda iken, onunla birlikte iken, ona bir dakika, ben senin bir emrini yerini getireyim de tekrar geleyim dese edepsizlik olmaz mı?” diye cevap verdi. Anladık ki bu zatı muhteremin öğle namazını kılmaya niyeti yok. Ortam biraz soğudu ve Büyüğümüzün bu zata karşı sarf ettiği ibret verici sözleri, ömrüm boyunca unutamayacağım bir ders olmuştur.
Buyurdular ki;
“İnandığımız ilahımız bize namazı emretmektedir. Size namazı terki emreden ilahlara biz inanmıyoruz. Bir vakit namazın terki mukabilinde kazanılacak hiçbir mükâfat olamaz” diyerek o yeri hemen terk etmemizi emir buyurdular. Akabinde hep beraber evi terk ederek en yakın camide namazlarımızı kılmıştık.
Niye bu meseleyi anlattık. Çünkü “aşkta kural olmaz” ilkesinin insanı nerelere götürebileceğinin görülmesini istedik. Ben Hakka aşığım onun yanında kural olmaz dolayısıyla dinin yükümlülükleri benden kalktı diyemezsiniz.
O yüzden aşk ve küfür, korku ve ümit yan yana zikredilmiştir. Salt bir sevgi makbul değildir. Salt bir sevgi lakaytlığı doğurabilir. Korkuyla yoğrulu bir sevgi istenmiştir. Bu yüzden Hâcegân büyükleri sevgiyi keskin bir kılıca benzetmişlerdir. Bu kılıcın kını da korkuya teşbih edilmiştir. Kişi keskin kılıcı eline alsa rast gele sağa sola sallasa, ya kendini yaralayacak veya çevredekilere zarar verecektir. Bu sebeple kılıç kınında durmalıdır ki hem kendine zarar vermesin hem de çevredekiler zarar görmesin.
İnsan, Hakkı sevmeli ve bunu en büyük nimet saymalı, ancak bu nimetin zayi veya sevdiğini incitme konusundaki korkusu da bu sevginin içerisinde yer almalıdır. İşte o zaman gerçek manada seven, gerçek manada mümin oluruz.
………
Nedir bu karışıklık ortalık toz duman,
Kim haklı, kimsemiz yok mu el aman,
Niçin bekler yüce şah sual olunmaz,
Başka yerde arama, kendin bu.
İnsan dedikleri konuşan hayvan,
Haklılar mı ne görüyoruz apaçık ayan,
Nerde eşiğine baş konulan Hz. İnsan,
Başka yerde arama halin bu
……
Gönüldedir Merkeziyyet
İslâm tevhid dinidir. Cenâb-ı Hakkın birliği üzerine kuruludur. Bu birlik bizim anladığımız sayısal birliğin ötesinde önceki yazılarımızda izaha çalıştığımız mahremine açık, namahremine gizli sır gibidir. Hakkın zatı ve sıfatları kendisine aittir. Ancak işaret ettiğimiz gibi bazı sıfatlarının insanda paylaşımı vardır. Bu paylaşım Cenâb-ı Hakkın birliğine halel getirmediği gibi bu sıfatları taşıyan insana yapılan eylemleri kendisine yapılmış gibi kabul edildiği durumlar vardır. Örneğin, Allah’a itaat ile ilgili ayeti kerimelere bakıldığında Efendimize (sav) yapılan itaat Allah’a (cc) yapılmış sayılmaktadır. Yine hasta ziyaretiyle ilgili hadisi şerifler incelendiğinde, bir hastayı ziyaret edenin la teşbih Allah’ı (cc) ziyaret etmiş olacağı belirtilmektedir[1]. Burada bir birlikten bir merkeziyetten bahsedilir. Yapılan eylemlerin sanki Allah’a (cc) karşı yapılıyor addedilmesi önemlidir. Eylem tek, netice ise çifttir.
Cenâb-ı Hakkı misafir etmek isteyen Musa aleyhissamın durumu, konuyla ilgili önemli mesajlar içermektedir.
Musa aleyhisselam bir gün tura çıktığında Cenâb-ı Hakkı evine davet eder. Allah (cc); Ey Musa filan gün, filan saatte geleceğim der. Musa (as) sevinçle evine döner ve hazırlıklara başlar. Beklenen gün geldiğinde Hz. Musa’nın evine bir dilenci gelir. Kapıyı çalar. Musa (as) kapıyı açar, dilenci Allah rızası için sadaka ister. Musa aleyhisselam dilenciye;
Bugün bana Allah (cc) misafir gelecek bırak dilenmeyi bana yardım et, diyerek bir su kırbası verir ve su doldurması için gönderir. Dilenci bir daha gelmez. Ancak tüm beklemelere rağmen Cenâb-ı Hak da Musa aleyhisselama teşrif etmez. Tura çıktığında Musa aleyhisselam Cenâb-ı Hakka durumu arz ederek;
Yarabbi haşa ki sen yalan söyleyesin. Filan gün sana geleceğim dedin, gelmedin sebebi nedir acaba? Bir kusur mu işledik
Diye sual buyururlar. Cenâb-ı Hak cevaben;
“Ya Musa ben geldim ancak sen beni suya gönderdin” buyurur.
Merkezde iskân buyuran Cenâb-ı Hakkın nerede aranması gerektiği sorusunun cevabı hadisi şeriflerde de geçen, Musa aleyhisselamın Allah (cc) ile yaşadığı bu hadisede de net olarak zikredilmektedir. Bu sebeple gönül dünyasının merkezinde Cenâb-ı Hak varken, varlık âleminin merkezine insanı yerleştirmiştir.
Zahir dünyada görülen dış düzenle manevi âlemde yer alan ve Hakkın bizzat dizayn ettiği iç düzen arasında bir bağlantı vardır. Evrenin güneşin etrafında dönmesi, insanların Kâbe etrafında dönmesi, her şeyin bir merkez üzerine peyk etmesi mana âlemi ile yakın ilişkisine işarettir. Manada her şey bir merkezden idare edilmekte ve bu merkezin cazibesi etrafında dönmektedir. İşte bu merkez Hakkın bizatihi kendisidir. Tüm işlerin idare edildiği yer de gönüldür.
Varlık âlemi, gönül dünyasına göre şekillenmiştir. Her şeyin bir karşılığı gönülde yer almaktadır. Cenâb-ı Hak bu sebeple zahir yapılanlar yanında, gönül dünyasında yer alan karşılığının üzerinde tefekkür edilmesini de istemektedir. Bu bağ kurulduğunda âlemse âlem, ibadet ise ibadet anlam kazanmaktadır.
Gel gönüle gir gönüle
Şiirin son mısrası yine insanı kamilin gönlüne davetle bitmektedir.
DÖRDÜNCÜ KITA
Hikmet ehli böyle demiş
Gönlü anlatan şiirde yer alan tüm açıklamaların hikmet ehlinden alındığı belirtilmektedir. Hikmet ehli denilince ilk akla gelenler kendisine kitap verilen peygamberlerdir (as). Zira Kur’an da kendisini “hikmet” olarak ayetlerde tanımlamıştır. Buradan hareketle hikmet ehli kendisine kitap verilenler şeklinde anlaşıldığı gibi bu hikmete vukufiyet kesbetmiş tüm kişiler de kastedilmektedir.
Sözü hikmet yapan Cenâb-ı Hak ile bağlantısıdır. Bakara suresinde inekten bahsedilir. Böyle olmasına rağmen sözleri söyleyenin kıymeti hasebiyle değer kazanmakta ve ayeti kerime diye nitelendirilmektedir. Bu sebeple hikmet, Allahtan (cc) alınan bilgiye denilmektedir. Bu kutsal kitaplarda yazılanlar olduğu gibi, Hakka yakınlık kazanmış Peygamber Efendimiz ve onun izini takip eden din büyüklerimizin sözleri de olabilmektedir.
Ancak üzerinde dikkat kesilmesi gereken husus her dönemde aranılması ve bulunulması gereken yaşanılan döneme ait anın hikmetinin keşfidir. Yaşanılan anda Allah’ın (cc) hay ismi sıfatı gereği her an bir iş üzeri olmasından dolayı kendine kesbedilen yakınlık nedeniyle o anda getirilen taze bilgi anın gerçek hikmetidir. Bu bilgiyi aktaran kişilere hikmet ehli insan, başka bir tabirle insanı kâmil denilmektedir.
İşte şiirde, Cenabı Hakka yakınlıkları nedeniyle zamanın hikmetini getirebilen, hikmet ehli insanların gönülle ilgili tespitlerinin dile getirildiği ifade edilmiştir.
Ehli gönül tasdik kılmış
Hâcegân uluları “ya Allah (cc) ile ol, ya ehlullah ile ol” buyurmuşlardır. Bizzat Allah ile olabilme, ondan taze haber getirebilme özelliğine sahip kişilere Ehlullah yani Allah dostu, denilmektedir. İşte Ehlullahı, hikmet ehline; bu hasletlere sahip olmasa bile hikmet ehliyle beraber olanları, gönül ehline benzetebiliriz. Gönül ehli, hikmet ehlinin ortaya koyduğu bu hakikati bizzat kendi gönlüne götürerek, gönülde bu hakikati müşahade ederek tasdik kılmışlardır.
Gönülle ilgili bahse çalıştığımız tüm konularda hem hikmet ehlinin hem de gönül ehlinin tam bir mutabakatı vardır.
Hâce gönlü böyle bilmiş
Hâce; hoca, Hâcegân ise hâcenin çoğulu olup hocalar manasına gelmektedir. Hâcegân yolu tasavvufta hocaların yolu olarak bilinmektedir. Sebebi ise Hâcegân yolunun büyüklerinin hoca (âlim) oluşları sebebiyle ilme, bilime verdikleri değerden kaynaklanmaktadır.
Hâcegân yolu, salt bir cemaat ve tarikat anlayışı değildir. İçinde geçmişten bugüne gelen dini, milli, tasavvufi kültürleri mezceden, bunları birleştiren bir yoldur. Her zamanda hakkı üstün tutan bir topluluk bulunsun fehvasınca Hâcegân, hak üzere bir araya gelmiş topluluğa verilen isimdir. Hâcegânı diğer topluluklardan ayıran özelliği ise Efendimizden (sav) bozulmadan nesilden nesile aktarılarak gelen İslam mirasına sahip salih insan, varisi nebi dediğimiz insanı kâmil anlayışıyla yoğrulu, İslam medeniyetinin yaşatıldığı, velayet anlayışını bünyesinde barındıran, yaşayan bir zamanın Hâcesin varlığıdır.
Zamanın Hâcesi, aşk ocağı denilen gönülden, her an hay olan ve tenezzülen iskan buyuran Cenabı Hakla yaşadığı anın deminden, anın hikmetini ve hakikatini istinbat edebilen, getirebilen kişidir. Bu dem sonucu çıkan yepyeni sıcacık bu fikirler, 70 yıl ibadet gücündedir[2]. Pas sökücü, çamaşır suyu mesabesindedir. Hasta kalplere şifa, paslı gönüllere cila hükmündedir.
Bugün, insanlığın ihtiyacı; zamanın münevver, mütefekkir, Allah adamları dediğimiz zamanın hâcelerinin Haktan getirdikleri, anın hikmeti mesabesindeki fikirlerdir. Bu adamlardan doğan fikirler, abı hayat gibidir. Bu hayat suyu, önce kendilerine hayat verir, hay olurlar, yeniden dirilirler. Hararetlerini ve ateşlerini ancak bu su söndürür. Sonra mevhibe-i ilahi olan, bitmeyen ve tükenmeyen bu suyun bereketini Cenabı Haktan bilerek susuz çoraklaşmış gönüllere ulaştırma gayreti içerisine düşerler. Bilir ki gönüller Cenabı Hakkın evleridir. Yapılan her yeni gönül, Hakkın iskan buyuracağı evdir, yeni bir ocaktır, nice demlerin yaşanacağı yerdir.
Bilir ki, ateşi de veren O’dur. Suyu da veren O’dur. O’ndan O’na deveran eden O’dur. Yeter ki ortada sen olmayasın, ben olmayayım, hep O (cc), olsun.
Gel gönüle gir gönüle
Şiir, Hakka hakikate eşik olan insanı kâmilin gönlüne davetle hitam bulmaktadır. Cenâb-ı Hak bizleri bu davete icabet edenlerden eylesin.
Unutmayalım ki yönü Hakka dönmüş, ona teslim olmuş, selim kalp mevzusu çok önemlidir. Kur’anı kerim onu mal ve evlat ile mukayese yaparken “Mal ve evlad fayda vermez, o gün ancak kalb-i selim fayda verir” [3] buyurmuştur. Hesap gününde Cenâb-ı Hak nazarında bu dünyadan götürülecek kıymete değer en önemli şey kalbi selimdir.
…..
Sanma ki ey Hâce senden sim-ü zer isterler,
Yevme lâ yenfe’uda kalb-i selim isterler [4].
…..
Hâce-i Hâcegân [5]
Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] Müslim, Birr, 43; “Allah Teâlâ, kıyâmet gününde şöyle buyurur: «–Ey Âdemoğlu! Hastalandım, Ben’i ziyâret etmedin!» Âdemoğlu: «–Sen Âlemlerin Rabbi iken ben Sen’i nasıl ziyâret edebilirdim?» der. Allah Teâlâ: «–Falan kulum hastalandı, ziyâretine gitmedin. Onu ziyâret etseydin, Ben’i onun yanında bulurdun. Bunu bilmiyor musun?” buyurur…”
[2] İbn Abbas ve Ebu’d-Derda‘dan rivayet edildiğine göre “Bir saat tefekkür yetmiş yıl ibadetten hayırlıdır.” Bkz.: Aliyyu’l-Kārî, Esrâru’l-Merfû’a, 175; Suyutî, Camiu’s-Sağir, II/127; Aclûnî, I/310)
[3] Şuara Suresi, 88. ve 89. Ayet.
[4] Bağdatlı Rûhî (ö.1605)
[5] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân yolunun hocası
Maşallah, elinize sağlık.
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal.
Üstat Necip Fazıl’ı rahmetle anarken ehli islamı menfaatsiz Rızaen Lillah şuuru ile yaşayıp kalbi selim ile huzura ermeyi nasib etsin
Gönlünüze sağlık