2. 5. Kalb-i Selim Olmak (5.Bölüm)
ÜÇÜNCÜ KITA
Gönüldedir aşk muhabbet
“Ahir zamanda İslâm’ın ismi, Müslümanın resmi kalacaktır” buyrulmaktadır. “Her şeyin (insan dâhil) sunileştiği şu zamanlarda acaba aşk da mı sunileşti?” sorusunu sormadan geçemedik. Yaşadığımız çevrede birçok kişinin sevgi ve aşk cümlelerini kolayca kullandıkları görülmektedir. İnsanların aleni birbirlerine “aşkım, sevgilim vs.” dediklerine şahit olmuşsunuzdur. Sevgi ve aşk cümlelerinin ağırlıklarının kalmadığı, kimi zaman nefsani arzu ve heves duygularına verilen isim olduğu görülmektedir. Peki, aşk nedir o zaman?
Bir dergide gözüme ilişmişti, aşk tarif ediliyordu. Eğer ilgi duyduğunuz kişinin ne yaptığını merak ediyor, yaşadıklarınız sık sık hatırınıza geliyorsa o zaman siz âşıksınız deniliyordu. Piyasa dergilerinin tarifi bu. Yalan da olsa bir hakikatten neşet ettiğini düşünmekteyiz.
Hâcegân büyükleri, “aşktan bahseden onun yalancısıdır” buyurarak dile getirilen aşk cümlelerinin aslında aşkın hakikatini, izah edemeyeceğini ifade etmektedirler. Yine “aşk yaşanır, anlatılmaz” sözü de aynı hakikate vurgu yapmaktadır. Buradan hareketle bizim de aşk zannettiğimiz duyguların izaha gelen yönlerinin aslında aşk olmadığı bilinci ile gerçek aşkı yaşamış kâmil insanların hallerine bakarak aşkın kendisini değil de aşk sebebiyle yaşanılan ve izaha gelen hallerden bahsetmeye çalışacağımız bir durumla karşı karşıya olduğumuzu belirtmekte yarar vardır.
Piyasa dergisinde yer alan aşk tarifine tekrar dönersek, “ilgi duyduğunuz kişiyle yaşadıklarınızın hatıra gelmesinden” bahsedilmekteydi. Bu bir hakikate işaret etmektedir. Zira aşkta bir yaşanmışlık vardır. İki sevgili arasında yaşanan aşkta, arada yaşanan ilişki sebebiyle neşet etmiştir aşk.
Bir irfan meclisinde “aşk hali” tarif edilmeye çalışılıyordu. Mesele çok soyut olduğu için teşbihle anlatılıyordu. Deniliyordu ki; evlilik öncesinde, bir erkek ile bir bayan yolda karşılaşsalar, birbirlerini görseler ve geçseler; bu iki kişi bir müddet sonra tekrar karşılaşsa ve birbirlerine daha önceki karşılaşma sebebiyle ilgi duysalar, daha sonra tekrar karşılaşmak isteseler burada “ilgi” boyutuna ulaşmış bir hal vardır. Bir zaman sonra tekrar karşılaşsalar ve konuşsalar birbirlerini tanımaya başlasalar ayrıldıktan sonra bu tanışıklığın devamını isteseler, burada ilgi boyutunu aşan bir duygudan yani “sevgi”den bahsedilir. Birbirlerini tanımış, sevmiş, beraber yaşamaya karar vermiş, artık onsuz bir hayat düşünemiyorum aşamasında “tutku” hali başlamış denilmektedir. Ve duygularının en nihayetinde “aşk”ın oluşacağı izah edilmişti.
Aşk için öncelikle iki kişi olması gereklidir. Ve o iki kişi arasında yukarda izah edilen aşamaların sağlıklı (hastalıksız) geçirilmesi lazım ki aşktan bahsedilsin. Şimdi Allah’ımı, (cc) Peygamberimi ﷺ seviyorum diyen bizler hangi yaşadıklarımızı anlatıyoruz?
Hâcegânın büyüklerinden Abdulhakim Hüseyni (ks), lisanlarıyla bir sefer olsun sevgili Peygamberimizin “Muhammed ﷺ” ismi şeriflerini söyleyememişlerdir. Peygamberimizden ﷺ bahsederken daha ziyade sıfatlarını kullanmışlardır. Bunun birçok sebebi vardır. Dilleriyle “O’nun ﷺ isminden bahsedip de kirletmeyeyim, O’nun yalancısı olmayayım” diye. Elhamdülillah Efendimizin ﷺ yalancısı olmamışlar, Efendimizin ﷺ manevi mirasını sırtlanarak efendimiz olmuşlardır.
Hakikat pirleri, nefsi kömüre, ibadetleri ise temiz suya benzetmişlerdir. Bu nefs denen kömür ne kadar suyla yıkanırsa yıkansın, ondan su ile birlikte bir siyahlık akar. Bu siyahlık bitmez, işte kişi ne kadar zikir ederse etsin, ne kadar ibadet ve taatle meşgul olursa olsun, ondan bir günah kiri dökülür ama nefs denen kömürün mahiyeti değişmez. Onun mahiyetini değiştirmek için kömürü kor ateşin içine atıp, yanıp kül olmasını sağlamak lazım. İşte nefs denen şeyin, insanı kâmilin aşk ocağına atıp yanmasını sağlamakla ancak mahiyeti değişir. Hâcegân büyükleri, Efendimizin ﷺ aşk ocağına nefslerini atarak kor ateş olmuşlardır. Nasıl ki ateşe atılan odun yanarak kor halini alınca kendisine teşbihen ateş denilmiş ise Efendimizle ﷺ aşkı yaşamış kişiler, aradaki yaşanmışlık sebebiyle ahlakı ile ahlaklanarak sanki O ﷺ olmuşlardır.
Aşk adına yaşanmışlığın veya yaşanacak şeylerin mekânı gönüldür. Kalp ile gönül kavramları aynı manada kullanılmakla birlikte aralarında fark olduğunu, gönlün tek, kalbin ise insanların adedince olduğunu, Hakkın mekânının gönül olduğunu ve oradan kalplere nazar ettiğini, kimi kalplerin gönlü tam yansıttığını, kimi kalplerin gönülden bî-haber olduğunu belirtmiştik. İşte heva ve hevesinin esiri olmuş kalbin aşka bakışı elbette cinsellik boyutunu aşamayacaktır. Ancak kalp aynasını gönle tam çevirmiş insanı kâmiller aşkın hakikatini yaşarlar. Zira gönülde âlemlerin Rabbi meskûndur. İnsan, Cenâb-ı Hak ile bu dünyaya gelmeden önce tanışmıştır. O’nunla yaşanmışlığı ve konuşmuşluğu vardır. Ruhlar âleminde insanla Cenâb-ı Hak arasında yaşanan ve ayet-i kerimede beyan buyrulan “ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ hitabına insanın “kalu bela” cevabı vardır Yine hadisi şeriflerde zikredilen yaşanmışlıklar vardır. Kalbi ile gönlü birlemiş insan bu yaşanmışları hatırlar, Cenâb-ı Hakkın güzelliklerinin mübtelası olur. O’nsuz bir hayat düşünemez. Piyasa dergisinin tarifine göre “Hakka âşık olmuş” olur.
Hâcegân pirleri, insanın müziğe ilgisini açıklarken ne kadar ince düşünmüşlerdir. Cenâb-ı Hakkın “ben sizin Rabbiniz değil miyim?” hitabını işiten insanın, bu güzel sesi unutamaması sebebiyle bu dünyada her güzel ses duyduğunda “Acaba o ses mi?” diye kulak kabartıp dinlemesi, müziğe ilgi duyması, buradan kaynaklıdır buyrulmuştur.
Gerçek aşk; Cenab-ı Hakk ile Efendimiz ﷺ arasında yaşanmıştır. Efendimize ﷺ, “Ya Habibi” şeklinde yer alan hitapları bu hakikate mebnidir.
“Ey Habibim” yani “Sevgilim” deyişi…[1]
Kur’an-ı Kerim, Allah’ın (cc) Peygamberimize ﷺ ve onun şahsı manevisinde bütün insanlığa gönderdiği bir nevi aşk nağmeleridir. O yüzden Kur’an güzel nağmelerle okunmaya çalışılır.
Tüm insanlık da bu aşktan doğmuştur. Allah (cc) insanı öyle sevmiştir ki Kur’an’ı mübinde insandan bahsederken “i’yalim“, “halifem” yani “yeryüzündeki temsilcim” şeklindeki ifadeleri kullanmıştır[2].
İnsan iki veçheli bir varlıktır. “Ruh” ve “Nefs” hamuruyla yoğrulmuştur. Ruh, Cenab-ı Hakkın bizzat Zâtından kaynaklı mevhibey-i İlâhidir. Ayeti kerimede zikredilen “ve nefahtü fihi min ruhi”[3] “insanlara ruhumdan üfledim” ifadesi bunun delilidir.
Aşk, “Kalb” mekânında bulunan ruh ile gönülde tenezzülen İskân buyuran Cenab-ı Hak arasında cereyan eden bir olaydır. Aslında Hakkın (cc) kendinden kendine gerçekleşen birleşme çabasıdır. Teşbihle izah edilirse; insanda yer alan Allah’a (cc) ait ruh denilen bir parça ile o parçanın aslı arasında, birbirleriyle eskiye dayalı beraberlikleri nedeniyle, birbirlerine kavuşma isteği ile şekillenmiş halin adına aşk denmektedir.
Aslında ortada ikilik değil yalnızca O vardır. O’nun aşkı…
……..
Hak Olmazsa sever mi kalp, görür mü göz,
Gördüğün değildir O, değildir gayri O,
Kalp mi desem göz mü desem onu sen çöz.
Seven O, Gören O, O, O.
Bütün canlı ona dövünür lâkin bilinmez,
Yapılan her şey onu yüceltir yapan bilmez.
Biliyorum ve ifşa ediyorum sen O’ sun diyen olmaz,
Diyen O, Dedirten O, O, O.
……….
Hâcegân uluları, ‘sevgi tektir’ buyurarak sevgi adına ne yaşanmışsa onun, Cenâb-ı Hak (cc) ile bir bağını kurmuşlardır. İnsanın karşı cinsten biriyle yaşadığı aşk ile Allah (cc) arasında yaşadığı aşk arasında hissetme ağırlığı açısından fark yoktur. Hatta insanın bir hayvana beslediği sevgide bile “Sevginin mahiyeti bakımından” Cenâb-ı Hakka duyulan sevgi arasında fark yoktur buyurulmuştur.
Geçmiş dönemlerde Hâcegân yoluna girmeye hazırlanan insanlara ‘Bir şeyi sevdin mi?” sorusu yöneltilirmiş. Yani bir çiçeği, bir bitkiyi, bir kuşu, bir insanı sevdin mi? Rivayet edilir ki kişinin birisi bu sorulara olumsuz yanıt verince, ‘Kardeşim bir merkebi bile sevmedin mi?” sorusu yöneltilmiş, yine hayır cevabı gelince, sevmeyi bilmeyen bizim yolumuzdan istifade edemez buyrularak kişinin bu yüce yola kabul edilmediği ifade edilmiştir.
“Sevgi şeker gibidir” buyurmuşlardır büyüklerimiz. Onu neye atarsan onu tatlandırır. Şekeri ne kadar parçalarsanız parçalayın yine onun adı şekerdir. İşte imkân âleminde adına ne denirse densin, kiminle neyle yaşanırsa yaşansın, sevgi şekerinin bir parçasıdır, aşk hakikatinin bir parçasıdır. Başka suretlerde de gözükse -lâ teşbih- o şeyin içindeki Hakkın kendisidir. Bu âlemde sevmeye ve sevilmeye layık tek şey Cenâb-ı Hakkın kendisidir. Mecnunun Leyla’da gördüğünün Leyla’nın eti kemiği olmadığı malumdur.
Cizre’de yaşamış Molla Cezeri adlı büyük bir zatın meşhur bir gazeli vardır. “Cezeri Divanı” olarak da bilinir. Molla Cezeri genç bir medrese öğrencisi iken hocaları tüm talebeleri kıra götürmüşler. Molla Cezeri hasta olduğu için medresede kalmıştır. O yörenin ağası, ailesi ve çocuklarıyla bu medreseyi ziyarete gider. Medrese boş olduğu için tereddütsüz ağanın ziyaretine izin verilir. Molla Cezeri’nin içerde olduğu fark edilmez. Durumu fark eden Cezeri medresenin bir köşesinde yer alan hasıra kendisini sararak gizler. Hasırın deliklerinin arasından ağanın kızını görür ve âşık olur. Bu aşk üzerine Molla Cezeri hiç susmaz. Öyle rivayet edilir ki Molla Cezeri sırtını bir kayaya dayayıp gazel söylerken köydeki kadınların o kaya üzerindeki hararet ile ekmek pişirdikleri görülmüştür. Bu sevgi Hakkın, hoşuna gitmiş ve kendisine büyük kapıların açılmasına vesile olmuştur. O günden bugüne, Molla Cezeri’nin divanları ve kasideleri halen söylenmektedir. Cezeri kasidelerinde ağanın kızının esmer oluşu nedeniyle, Cenabı Hakka karşı, “esmeri esmeri..” şeklinde hitapları vardır. Teşbihen Allah’a duyduğu sevgiyi böyle dile getirmiştir. Ancak zamanın Cizre emirinin bu zatı “Allaha (cc) karşı böyle sözler söyledi diye” hapsettirdiği ve “deli” diye Diyarbakır’a sürgüne gönderdiği bilinmektedir. O sürgün günlerinde Cizre’ye bir damla yağmurun yağmadığı, Cizre emirinin büyük pişmanlık duyarak molla Cezeriyi getirttidiği, böylelikle yağmurun yağdığı rivayet edilmiştir.
Cenâb-ı Hak bizleri bu aşk delilerine bağışlasın.
……..
Aşkın Delisi
Sana gelmeye cesaret edemiyorum,
Dayanamıyor bu küçük kalbim,
Aşkın şiddetine,
Aklım gidiyor benden,
Aslında istediğimde bu sanki,
Sana gelmek ve o demde kalmak,
Şimdi çok iyi anlıyorum deli olmayı,
Vardıkları yerden dönmeyip o demde yaşayan deliler,
Ne güzeller yırtık üst baş Dünyaya dair hiçbir kaygı yok,
Yeter ki akıllı geçinen insanlar kendilerine değmesin,
Sıyrılmışlar tüm bağlarından hep o demdeler.
Son yaşadıkları anda.
Sana varmak ve hep o demde deli olmak,
O demde bu ruhu teslim etmek,
Tüm bağlardan kurtularak,
Ve Aşkın delisi olarak…
Hâce-i Hâcegân [4]
Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] Bir hadisi şerifte Efendimiz ﷺ şöyle buyurmuştur: “İbrahim halilulah, Allah’ın dostu; Musa, safiyullah, Allah’ın seçkin kulu; ben ise Allah’ın bana bir ihsanı ve bir ikramı olarak habibullahım, Allah’ın sevgilisiyim (sevgili kuluyum).” Hadis metni için bkz: Darimî, Mukaddime, 8; Tirmizî, Menakıb, 1.
[2] En’am Suresi, 165. Ayet; Bakara Suresi 30. Ayet.
[4] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân yolunun hocası