2. 4. Kalb-i Selim Olmak (4.Bölüm)
Gönüldedir Sırrı Yezdan
Yezdan’ın yani Hakkın sırrı, şifreleri gönüldedir. Sır; varlığı veya bazı yönleri açığa vurulmak istenmeyen, gizli kalan, gizli tutulan şey[1] demektir. Gönülde Cenabı Hakkın tenezzülen iskânıyla beraber belli kullarına has, herkesle paylaşmadığı, bir sırrın varlığı söz konusudur. Gönülde yer alan ve herkesle paylaşılmayan sır ne olabilir ki acaba?
Hadisi Şerifte Cenâb-ı Hak “ben bir gizli hazineydim bilinmekliğimi istedim ve insan denen şerefli mahlûku yarattım”[2] buyruğu hepimizin malumudur. Öyleyse gönülde bir sırrın varlığı, gerçekliği yanında Allah’u Teâlâ’nın bu sırrı insanla paylaşma isteği açıktır. Zira insanla birçok sıfatının paylaşımını müşahede etmekteyiz. Allah’u Teâlâ “Basîr”dir. Yani her şeyi görendir. İnsanda basardır. Yani belli ölçüler çerçevesinde görme duyusu vardır. Aynı şekilde Hakkın “Semî’” sıfatının yansıması olarak insan da işiten, “Alîm” (bilici) sıfatının yansıması olarak insan da bilendir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Buradan da anlaşılmaktadır ki; Allah’ın (cc) insana bir tenezzülü ve iştiyakı vardır.
Peygamber Efendimizin ﷺ kalbi, risaletinden evvel üç defa Cenâb-ı Hak tarafından temizlendiğini hadisi şerifler işaret etmektedir. Hakkın kudret eliyle temizlenen kalbin Hakka ayna olduğu şüphesizdir. O kalpten Haktan maada bir şey gözükmez. Böyle bir kalp ile gönül arasında ikilik olmaz. Tevhide ulaşan kalp artık gönülde ne varsa onu görür ve onu yansıtır. Böyle bir kalp sahibi için mahremiyet olmaz. Böyle bir kalp sahibi için gönüle düşen sırlar malum olur. Bu durum sırrın varlığına halel getirmez. Din büyüklerimiz Cenâb-ı Hakkın vahdaniyetinin sayısal teklik olmadığına işaret buyurarak bir hakikati dile getirmişlerdir. İşte mahremine açık, namahreme gizli olan böyle bir sır vardır gönülde.
Efendimizin ﷺ manevi mirasına sahip, kalpleri bizatihi kendisi tarafından işaret edilen usullerle temizlenmiş her kalp sahibi bu sırra mahremdir. Nesilden nesile aktarılarak gelen bu sırra Hâcegân büyükleri “maiyet sırrı” demişlerdir. Maiyet sırrı: Cenabı Hakla birlikte yaşama sanatıdır. O’nunla birliktelikte hep kazanım vardır. Bu sırra mazhariyet neseben değildir. Sebebendir. Yani babadan oğula geçmeden ziyade kalp temizliğini yapabilmiş, Hakka sevgili olabilmiş bu sırrı taşımaya layık kişilerdir.
Türkçemizde sır taşımak diye bir kavram mevcuttur. İşte gönülde yer alan bu sır Peygamber ﷺ ve onun kâmil varisleri tarafından taşınmaktadır. Gönülde yer alan bu sırra eşik, işte bugünün yaşayan canlı insanı kâmilleridir. Bu sırra kapı ise insanı kâmilin gönlüdür.
……
Sır, gizlilik içindeki açıklık,
Gizli olma, yoksa olmaz sırdan aralık,
Perde, gururun gizliliğindir bırak artık,
Başka yerde arama sende bul.
……
Gel Gönüle Gir Gönüle
Hadisi Şerifte kalplerin dört sınıf olduğu belirtilmektedir[3]. Birincisi; tertemiz hakikate ayna olan kalp ki, müminin kalbidir. İkincisi; simsiyah bir kalptir ki bu da kâfirin kalbidir. Üçüncüsü; nifak üzere olan kalp ki, münafığın kalbidir. Sonuncusu ise tereddüdü yaşayan kalp ki, orada hem imanın hem de nifakın bulunduğu belirtilmektedir. Osman Bedruddin Erzurimi hazretleri (ks) “insan bu dört sınıf kalpten hangisine sahip olduğunu kendisi tespit etmeli ona göre tedbirini almalıdır” buyurmaktadır.
İnsanın zahiren bir kalp hastalığı olsa kardiyoloji (kalp) uzmanına gider, bunun sebebi gayet açıktır. Bu iş kalp mütehassısının işidir. Bir pratisyen hekim kalple ilgili hastalıklarla tedaviye cesaret edemez, o, sınırını bilir. Uzmanına yönlendirir. Kalp uzmanı önce kalbin röntgenini çeker, eforlu eforsuz kalp testleri yapar, damarlara bakar, tıkanıklık var mı diye, kimi kalpler vardır ki basit bir ilaç tedavisi ile iyileşebilir. Kimi kalpler de vardır ki cerrahi müdahaleyi gerektirir. Cerrahi müdahale olabilecek kalplerde tek uzman bu işe zor karar verir. Bir uzman heyet kararı gerekir. Manevi kalp temizliğinde de aynı usuller geçerlidir. Hakka talip olan ve bu sırra mazhariyete namzet kişi önce kalp temizliği yapmalıdır. Bunun içinde önce manevi kalbini bir uzman manevi tabibe götürerek son durumunun röntgenini çektirmesi gerektirmektedir. Hakka perde olan ne tür hastalıklarının olduğunu tespit ettirmelidir.
Efendimizin ﷺ bir adı da “Tabibel Kulub” dür. Yani kalplerin doktoru manasındadır. Kendisine kalplerin doktoru denilmesinin bir sebebi vardır. Doktor sıfatı niçin bir insana verilir ki? Tabîki hastaların, hastalıkların varlığına işarettir. Efendimize ﷺ insanlara şifa dağıtsın diye doktor ünvanı verilmiştir. Daha öz bir cümle ile “hasta kalpleri iyileştirsin” diye kalplerin tabibi denilmiştir.
Hâcegânın büyüklerinden birisine bir gün İsa aleyhissamın ölüleri diriltme meselesi sorulduğunda, cevaben; “İsa aleyhisselamın yaptığı, bu günün evliyasının yaptığı karşısında ne ki, biz bugün bırakın ölüleri diriltmeyi ölü kalpleri diriltiyoruz” buyurmuşlardır.
Rivayet olunur ki, İslamın ilk yıllarında Medine’de doktor bulunmazmış. Bu durumu bilen gayri müslim bir doktor Medine’ye gelerek yerleşmiş, bugünün tabiri ile Medine’ye muayenehane açmış, aradan altı ay gibi bir süre geçmesine rağmen hiçbir kişi hasta olarak muayenehaneye gelmemiş. Bu durum gayrimüslim doktorun dikkatini çeker ve Müslümanları incelemeye başlar. Az yiyen, az uyuyan ve insanların mutlu olduğu, bu günün tabiri ile hiçbir stresin olmadığı o günde, Efendimizin ﷺ sohbetinde ifade edilen hayat tarzı ile insanlar manen hastalanmadıkları gibi zahirende hastalanmamaktadır. Bu doktor zat Efendimize ﷺ gelir ve bu durumu merak ederek sorar. Efendimiz ﷺ, müminin yirmi dört saatini nasıl yaşadığını anlatır. Sabah erken uyanıldığını, hemen ellerin, yüzlerin, ayakların ve vücudun belli bölgelerinin yıkanarak abdest alındığını, sonra namaz denen bedeni hareketlerle Allah’a ibadet edildiğini, bu durumun gün içerisinde beş defa tekrar edildiğini, müminin az yemek yiyerek, az uyuduğunu, helal lokma yediğini, her şeyden önemlisi hayrın ve şerrin Allah’tan (cc) geldiğine iman edildiğini ve o zamanki yaşantılarını anlatarak, yüce yaratıcının bir lütfu olarak müminlerin hem madden hem de manen az hastalandıklarını anlatır. Bunun üzerine gayri müslim tabip Müslüman olur. Şimdi bu zamanın Müslümanının yirmi dört saatine bir bakalım. Az yeme, az uyuma, helal lokma ve İslamın emirlerine uyma yasaklardan kaçınma, Allaha (cc) iman ve teslimiyet, hayatımızın neresinde, her şeyimiz sun’ilermiş, ahir zamanda maddi hastalıklar artmış da manevi hastalıklar artmamış mıdır?
İnsan önce hastalıklarının farkına varmalı ve tedaviden korkmamalıdır. Bazı kişiler vardır doktordan, hastaneden korkarlar. Ölürsek ölelim gitmem diyen güruh. Bizler öyle olmayalım. Nefs, insana sen hasta değilsin, senden iyisi var mı? Senin hiçbir manevi hastalığın yok der. Hasta olduğunuzun idrakine varırsınız, nefs ve yandaşları yine sizi korkutur. Ölürsek ölelim manevi hastaneye gitme, manevi doktor senin çok canını acıtacak. İmanın gayreti ile kişi manevi hastaneye gelmeli, manevi doktora muayene olmalı, kalp grafisi çektirmelidir. İşte bu manevi hastane, Efendimizin ﷺ manevi mirasına sahip insanı kâmillerin gönlüdür. Bu sebeple şiirde insanlar gönle davet ile bu manevi hastaneye davet edilmektedir. Bu hastanenin sahibi “Şafi” ismi hürmetiyle Cenâb-ı Hakkın bizzat kendisidir. Hastanenin başhekimi, Tabibel kulub, yani kalplerin doktoru, kalp uzmanı, Efendimiz ﷺ dir. Bu hastanede her branş hastalıklara bakan uzman hekimler vardır elhamdülillah.
…..
Gönüller özünü gözler, özünse gönülleri,
Niçinse bilinmez bu devri hal devri âlem,
Cesaretim mi yok ne, utanır sahiplenemem,
Halik O, Hüda O, O, O.
Bir an terketse varlığı yokluk,
Yokluk, değil terki hüda ol ki terki nas,
Hüdayı bulmaktır, terki terk içinde nas,
Varlık O, yokluk O, O, O.
……
İKİNCİ KITA
Gönüldedir Bahri Umman
Bahri umman; umman denizi yani okyanus gönüldedir. Okyanus; denizlerin birleştiği daha büyük su kitlesidir. İrfan denizinden de büyük su parçası. Cebrail (as), Efendimize ﷺ “oku” emrini ilettiğinde Efendimiz ﷺ “ne okuyayım ben okuma bilmem ki” buyurdu. Bunun üzerine Efendimize ﷺ gönül kitabı işaret edildi. Kalp aynasına yansıyan gönül kitabını oku buyruldu. Efendimizin ﷺ kalbine inzal olan ayetleri Efendimiz ﷺ unutmamak için dilini hareket ettirerek tekrar etmekte iken Cenâb-ı Hak “la tuharrik lisaneke”[4] emri ilahisi ile “sen unutacağım diye meraklanma ey habibim senin kalbine onu biz koyduk onu da muhafaza edecek biziz” buyurdu.
Ayeti kerimeden de anlaşılacağı üzere gönül denen yer; uçsuz bucaksız ilmin, irfanın bulunduğu, denizlerin de fevkinde okyanusların yer aldığı, Cenabı Hakkın tenezzülen, ihsan buyurduğu kadar, zatı dahil sıfatlarının da bulunduğu yer, umman denizi olarak tasvir edilmiştir. Hâcegân büyükleri bu alanı genelde ummana veya deryaya teşbih ederler ve deryaya açılmaktan bahsederler. Kişi müsait değilse fazla açılması tavsiye edilmez. “Bu deryada nice insanlar boğuldu sual olunmadı” buyrulmuştur.
O Ummanda Dürri Mercan
Ummanda yer alan “dürri mercan” dan bahsedilmektedir. Dürri mercan; eşsiz çok kıymetli bir mücevherdir. Ummanda nadir bulunan bu eşsiz mercandan kasıt Efendimizin ﷺ şahsı manevisidir. Gönül dünyasının güneşi Cenâb-ı Hakkın tenezzülü ile oluşan aydınlık Peygamber Efendimiz ﷺ dir.
Bugün Peygamber ﷺ ölmüştür diyen ve adına Müslüman denen birçok gurup vardır. Efendimiz ﷺ bedenen vefat etmiştir evet doğrudur. Ancak farklı boyutta mana aleminde hay ve diridir. Hatta insan suretinde baş gözüyle görebilen, konuşan hak dostları vardır.
Kalpler vardır, mühürlüdür. Kalpler vardır, katılaşmıştır, hastalanmıştır. Hatta ve hatta Hâcegân büyüklerinin tabiri ile ölü kalpler vardır. Kendi kalbi ölü olan, başka kalpleri de ölü zanneder. Gönül denen o ummandan bir damla nasibi olmayan kişiler, nasıl olur da o ummanda yer alan bir eşsiz mercanın varlığından haberdar olur.
Muhteremler, insan ölü bir kalbe sahip olabilir. Ancak bundan vahimi, ölü kalplere şifa dağıtan “Tabib-el Kulub” Peygamber Efendimizi ﷺ ölü zannetmesidir. Bunun doğal sonucu olarak O ﷺ nun manevi mirasçılarının da bu zamanda olamayacağını (ölü) düşünür. Oysaki tasavvuf mektebi hay ve diri olan Efendimizin ﷺ manevi terbiyesiyle yetişmiş hak dostları vasıtasıyla nice ölü kalpleri diriltmiş ve o ummanda yol almasını sağlamışlardır. Ölü kalplere şifa dağıtan manevi doktorları kabul etmeyen körler, bu dünyada kör olarak yaşadıkları gibi öbür âlemde de kör kalacaklar ve kâinat güneşini göremeyeceklerdir. Cenâb-ı Hak cümlemizi kör kalmaktan muhafaza buyursun.
…..
Ademliktir[5] insanı âdem[6] yapan,
O demdir âdemi ayakta tutan,
Demi demdir bu âlem, Ademi âdemler doğuran,
Hâce-i Hâcegândır, yâri dost besti best.
…..
Gönüldedir Sırrı Sübhan,
“Maiyet sırrı” denilen ve Cenabı Hakla birlikte yaşama sanatı olarak tanımladığımız hal neticedir. Kemalin zirvesidir, vuslattır. Bu vuslata erme yoluna “Hâcegân Yolu” denilmektedir. Bu seyirlerin yaşandığı yer kalptir, gönüldür. İnsanın kalbi Hakka ayna değilse yapılacak şey kalp temizliğidir. Bu temizliğin ustası insanı kamildir. Usul, Efendimiz ﷺ tarafından manevi miras yoluyla aktarılarak öğretilmiştir. Peki gönülde dikkat çeken ve ikinci bir sır olarak ifade edilen “sırrı subhan”; sırrın sırrıdır. Maiyet sırrının sırrı; dürri mercan olan Efendimzin ﷺ şahsı manevisi ve hakikatidir. Subhanın sırrı, sırrın sırrı olan Efendimiz ﷺ, gönüldedir. Gönül tekdir. Ancak bize bakan yönde peygamberimiz ﷺ ve mürşidi kamiller vardır. Meselenin daha basit anlaşılması için Gönlü keban barajına benzetirsek, elektriği de tenezül buyurduğu kadarıyla Cenabı Hakka teşbih edersek, Elektriğin kebanla bağlantısını sağlayan ana trafo Muhammed Mustafa ﷺ dır. Ana trafodan bulunduğumuz memleketlere kablolarla bağlantı yapılmış ara trafolar vardır. Onlara bağlı ara direkler ve nihayetinde prizler vardır. Biz en önde olan prizi görürüz. Priz, kablo ile trafoya oradan direklerle ana trafoya, o da kebana bağlıdır. Prizdeki elektrikle kebandaki elektrik aynıdır. Muhataplık açısından da düşünüldüğünde elektrik ile birebir muhataplık vardır. Arada kimse yoktur. Priz, kablo, direkler ara trafolar birer aracıdırlar. Vesiledirler. Cenabı Hak, “vesilelerle Allaha (cc) yaklaşın”[7] buyurmaktadır. Vesile; namaz, oruç gibi ibadetler olabileceği gibi Hâcegân büyükleri “en büyük vesile insanı kamildir” buyurmuşlardır. İnsanı kamillerin kablolarında oksitlenme, kopukluk olmadığı için voltajı yüksek elektrik aktarırlar. İstifade çok yüksektir. Cenabı Hakkın tecellisi onlarda yüksektir. İnsanı kamilin cemali, Cemalullah gibidir vesselam…
…..
Hakkı buldum; erene ermek ile,
Hak cemalini gördüm; göreni görmek ile. (Yunus Emre)
…..
Gel Gönüle Gir Gönüle.
Cenabı Hakkın ve kainat güneşinin en net görüldüğü ve hissedildiği yer olan insanı kamilin gönlüne davetle şiirin ikinci kıtası tamamlanmaktadır.
Hâce-i Hâcegân [8]
Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] Sır, Türk Dil Kurumu, E.T.: 12.06.2023,; https://sozluk.gov.tr/
[2] Acluni, Keşfü’l-Hafa, II/132
[3] Ramüz El-Ehadis, s.228, hadis No:1; İmam Ahmed Taberani; İhya,4,s.27; Müsned, III, s.172
[4]Kıyame Suresi, 16. ve 17. Ayetler: “لَاتُحَرِّكْ بِه۪ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِه۪ۜ” “Onu, Kur’ân’ı çabucak kavramak, okumak, atlamamak için dilini kıpırdatma.” “Doğrusu o vahyolunanı kalbine yerleştirmek ve onu sana okutturmak Bize düşer.
[5] Adem; yokluk.
[6] Âdem; insan, insanı kâmil.
[7] Maide Suresi, 35. ayet.
[8] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân yolunun hocası
Cebabı hak bize de gönül istemeyi nasip etsin. Elinize, gönlünüze sağlık.