1. 1. Akl-ı Selim Olmak (1.Bölüm)
a. Terim Tanım:
Akıl kelimesi Arapça olup ( ع-ق-ل ) kökünden türemiştir. Lügat manası olarak akıl “Bağlamak (rabt), tutmak, engellemek, menetmek, kaçındırmak, barınak, sığınak, korumak, kıvrım” anlamlarına gelmektedir. Felsefe ve mantık terimi olarak “varlığın gerçekliğini idrak eden, maddi olamayan, fakat maddeye tesir eden basit bir cevher, maddeden şekilleri soyutlayarak kavram haline getiren ve kavramlar arasında ilişki kurarak önermelerde bulunan, kıyas yapabilen güç, kuvve” olarak tarif edilmiştir[1].
b. Kur’an ve Sünnette Akıl
Kur’an’ı kerimde akıl tarif edilmemiştir. Akılla ilgili ayetlere bakıldığında “Aklettiler, akledersiniz, aklederler, aklediyorlar” siygalarıyla fiil olarak kullanıldığı ve “anlama”, “idrak”, “ilim”, “hayrı ve şerri ayırt etmek” ve “kişinin kendini yanlış davranışlardan uzak tutması” anlamında kullanıldığı görülmektedir. Bu durum bize Kur’ân’daki aklın sırf nazarî, mücerret akıl anlamında değil, kişiyi hayır işlemeye yönlendiren, kötülükten uzaklaştıran amelî, işlevsel, pratik bir akıl olduğunu açıklamaktadır. Kısaca Kur’ân’daki akıl; ilim ve ameli birleştiren bir akıldır.
Ayeti kerimelerde “ancak bilenlerin akledeceğini[2]”, bu gücü ve bilgiyi iyi kullanmadıkları için kâfirlere “onlar sağırdırlar, dilsizdirler kördürler, bu yüzden akledemezler[3]” şeklinde hitap buyurduğu, “o aklını kullanmayanlara kötü bir azap verir[4]” ayetiyle de tüm insanlığı uyardığı, “akıllarını kullananların cehennem azabından kurtulacakları[5]” zikredilmiştir. Kur’anda eşyadaki nizamı anlama gücüne sahip olan akla, aynı zamanda ilahi hakikatleri sezme, anlama ve onların üzerinde düşünüp yorum yapma görev ve yetkisinin de verildiği görülmektedir. Ayette geçen “Allah ayetlerini akledesiniz diye açıklamaktadır[6]” emri ilahisi ile aklın bu fonksiyonuna işaret edilmek istenmiştir.
Sünnete bakıldığında da akıl kelimesinin bizatihi kendisinin tanımının yapılmadığı[7], genel olarak akıllı kişinin vasıflarının belirtildiği veya aklın özelliklerinden bahsedildiği görülmektedir. Hadisi şeriflerde “Akıllı, nefsini güden (tedip ve muhasebe eden) ve ölümden sonrası için amel eden kimsedir[8]” şeklinde akıllı kişinin tarifinin yapıldığı, “İnsanlar Allah’a akılları nispetinde yakınlaşırlar[9]” buyurularak Hakka yakınlıkta aklın önemine işaret edildiği, “Aklın başı imandan sonra hayâ ve iyi ahlaktır.[10]”, “Aklın başı insanlarla sevgi tesis etmektir.[11]” denilmek suretiyle aklın başının iman sonra hayâ sonra iyi ahlak olduğunu ve sevginin de aklın başı olduğuna vurgu yapıldığı, “Allah’ın (cc) rızası dâhilinde tedbir gibi akıl, haramdan sakınmak gibi vera’ ve iyi ahlak gibi asalet yoktur” buyurularak aklın öneminden ve özelliklerinden bahsedildiğini görmekteyiz.
Akılla ilgili en çok müzakere edilen hadisi şeriflerin başında “İlk yaratılan şey akıldır[12]” hadisi ve “Allah aklı yarattığında ona şöyle buyurdu: “gel” o da geldi. Sonra ona buyurdu “git” o da gitti. Sonra ona buyurdu “otur” o da oturdu. Sonra ona buyurdu “konuş” o da konuştu. Sonra ona buyurdu “sus” o da sustu. Sonra buyurdu ki “bana senden sevgili ve daha kerim olan bir mahlûk yaratmadım. Seninle tanınırım. Seninle hamd edilirim, seninle itaat olunurum. Seninle alırım, seninle veririm. Seni hesaba çeker muhatap ederim. Sevap sana, ceza da sana. Sana en büyük ikram da sabırdır[13]” hadisi şerifleri olmuştur.
c. İslâm Âlimlerine Göre Akıl
Kaynaklarda akılla ilgili ilk müstakil eserin Muhâsibî tarafından kaleme alındığı ve aklı; “Yüce Allah’ın imtihan ettiği kullarını, ölçüsünce muhatab aldığı, emir ve yasaklarda bulunduğu, ceza ve mükâfat va’dettiği, bir tabiat ve yetenektir. Bu tabiat ancak kalbteki ve organlarda meydana getirdiği fiil ve tezahürleri ile bilinebilir. Herhangi bir renk, koku ve cisim gibi durumlarla bilinemez” şeklinde tarif ettiği görülmektedir[14]. Mûtezili âlimlerden Câhiz’e göre akıl, insandaki anlama ve kendisini zararlı şeylerden koruma gücü olarak tanımlamıştır[15].
İmam Mâturîdî aklın açık tanımını yapmamakla birlikte onu, “aynı nitelikte olanları bir araya toplayan ve ayrı nitelikte olanları ayıran şey” olarak izah etmiştir[16]. Bu açıklamasından anlaşılacağı üzere Mâturîdî aklı varlıkları ve onlarla ilgili bilgileri tasnif ederek sonuçlar çıkaran ve insana kıyas yapma gücü veren zihni bir alet olarak kabul etmektedir[17].
İslâm âlimlerinden İsfehânî aklı, “hem bilgi edinme yeteneği hem de elde edilen bilgi” olarak tanımlamakta ve Hz. Ali’nin “İki tür akıl vardır: Birincisi, matbu’, ikincisi ise mesmu’dur. Nasıl göz görmediği zaman güneş ışığı fayda vermiyorsa, matbu’ olmadığında da mesmu’ fayda vermez[18]” dediğini nakletmektedir. Yine İsfehânî’ye göre dünyada akıl nuru ve Kur’ân nuru olarak iki tane nur vardır. Buna göre akıl, insanın önünü aydınlatan bir nurdur[19].
İmam gazali ise aklı “ruhun dili ve tercümanı[20]” olarak gördüğünü ve aklın dört manası olduğuna işaret etmişlerdir. 1. mana; insanın hayvanlardan ayrıldığı, teorik bilgileri, sanatların ve teknik bilgilerin inceliklerini öğrendiği güç. 2. mana; mümeyyiz çocukta ortaya çıkan ve mümkünün imkânını, muhalin muhalliğini bilen ilimlere denir. İkinin birden çok olduğunu, bir kişinin aynı anda iki yerde olamayacağını bilmek gibi. 3.mana; çeşitli hal ve durumların cereyanı ile tecrübelerden, deneyimlerden ve hayatın akışından elde edilen ilimlere denir. Bundan dolayı deneyim ve tecrübelerle bilgi sahibi olmuş -güngörmüş- ve şartların olgunlaştırdığı kişiye de akıllı denir. 4. mana; insanda var olan bu fıtratın işlerin sonuçlarını öngörecek kadar gelişmesine ve kişiyi geçici lezzetlere sürükleyen şehvete uymaktan alıkoymasına, bu istekleri yok etmesi şeklinde tanımlamışlardır. Bu kuvvete, yeteneğe sahip olan kişi akıllı diye isimlendirilmektedir. Çünkü bu kişi artık olayların, işlerin sonucunu öngörebilmekte ve şehvetlere, yanlış tutku ve isteklere esir olmamaktadır. Bu dört özellikten sonuncusu en son meyvedir ki asıl büyük gaye de amaç da budur. İlk ikisi doğuştan (matbu’), diğer ikisi ise çalışma ile elde edileceğini, yani mükteseb olduğunu ifade etmektedir[21].
Aklın bunların dışında farklı tanımları da yapılmıştır. İbnu’l-Cevzî aklı: “Kalbe konulan, kendisiyle eşyaların, olayların hakikatinin, caiz olanların caizliğinin, muhallerin muhalliğinin ve işlerin sonucunun bilindiği bir tabiat[22]” olarak tarif eder. Taftazânî “Akıl, kendisiyle ilimlerin ve kavramların (tasavvur ve idrak edilebilen şeylerin) anlaşıldığı, nefsin bir kuvveti, kendisiyle bilinmeyenlerin, duyu organlarıyla algılanamayanların vasıtalarla, işaretlerle; duyu organlarıyla algılanabilenlerin şahitlerle, delillerle anlaşıldığı, idrak edildiği, kendisine yardımcı organlar sağlıklı olduğunda zarûrî ilimlerin bilindiği bir yetenek ve tabiat olarak tarif etmiştir[23].
Son dönem âlimlerinden Elmalılı ise aklı; “Duyulardan hareketle duyular ötesini idrak eden veya duyularla elde edilemeyen bilgiyi bizzat keşfeden idrak aleti” olarak tanımlamaktadır[24].
Kelamcılar aklın taksimi konusunda genel olarak uzlaşmışlardır. Mûtezile, Şia ve Ehl-i Sünnetin çoğunluğuna göre akıl ikiye ayrılmaktadır. Birincisi Garazî Akıldır ki, her insanda doğuştan var olan ve insanın diğer canlılardan ayrılmasını sağlayan asıl akıldır. Bu aynı zamanda deney ve düşünme yoluyla elde edilen bilgilerin de esasını teşkil eder. Maturîdiyye ve Mûtezile’ye göre insanın Allah’ın varlığını bilip tasdik etmekle yükümlü olmasının temel dayanağı da bu akıldır. Bu tür aklın basit bir zekâdan peygamberlerin akıllarına kadar varan birçok derecesi vardır. Allah vergisi olduğu için akla; mevhub, matbû, kuvve-i kudsiyye adları da verilir. İkincisi mükteseb Akıl ki; garazî aklın kullanılmasıyla kazanılan akıldır. Sezgi, deney, düşünme ve öğrenim yoluyla oluşan bu tür akla mesmû, müstefât ve tecrübî akıl, adı da verilir. Mükteseb aklın gelişmesinde zekâ yanında sezgi, deney ve öğrenim büyük rol oynadığı için bu nevi aklın verdiği hükümler farklıdır. İnsanlar arasındaki farklı düşünceler de çoğunlukla bu noktada toplanmaktadır[25].
Sonuç olarak; İslâm âlimleri aklı, lügat manasında olduğu gibi kulu Hakka yakınlaştıran, ona bağlayan (rabteden) ondan geleni algılayan mevhibe-i ilahi olarak tanımlamışlardır. Ayrıca Allah’a karşı sorumluluğun temel şartının akıl olduğunu, her insanın sahip olduğu yaratılıştan gelen (matbu’) aklı, mükteseb akıl haline getirerek, varlıkları ve ilimleri anlayıp sınıflandırabileceğini ve bu yetenek sayesinde kendisini yanlış davranışlardan koruyabileceğini ifade etmişlerdir.
Hâce-i Hâcegân [26]
Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] Bolay, Süleyman Hayri; “Akıl” in: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c.II, İstanbul, s.238.
[2] Ankebüt, 43
[3] Bakara, 171
[4] Yunus, 100
[5] Mülk, 10
[6] Bakara, 242
[7] Ayasbeyoğlu, Nevzat (1964); “Kur’ân’da Akıl”, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü Dergisi, İstanbul, Sayı, 2, s.48.
[8] Ramüz El-Ehadis (Hadisler Deryası), Musannif Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevi (k.s.), Mütercim, Abdülaziz Bekine (k.s.), c.1, s.229, No.7.
[9] Ramüz El-Ehadis, s.95., No.5.
[10] Ramüz El-Ehadis, s.286., No.12.
[11] Ramüz El-Ehadis, s.122., No.8.
[12] Fetenni, Tezkiratül Mevdu’at, s.28
[13] Ramüz El-Ehadis, s353, No.35.
[14] Muhâsibî, Ebu Abdullah Haris b. Esed (1986); Şerefu’l-Akl ve Mahiyyetuhû, (Gazalî’nin Kitâbu’l-Akl’ı ile birlikte basım) Tahk, Abdulkadir Atâ, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, s.19. (Zik. Sami Kılınçlı, Akıl İle İlgili Hadislerin tespiti ve tenkidi)
[15] Yavuz, Yunus Şevki, “Akıl” in: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.II, İstanbul, s.242
[16] Maturidi, Kitabu’t Tevhid s.5 (Zik. Yavuz, T.D.V.İ.A, c.II, s.243)
[17] Yavuz, Akıl, T.D.V.İ.A, c.II, 243.
[18] Râgıb el-İsfehânî, Hüseyin b. Muhammed (1986), El-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, İstanbul, Kahraman Yayınları, s.511.
[19] Rağıb el-İsfehânî, El-Müfredat, s. 775.
[20] Gazâli, Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed (t.y.); İhyâu Ulûmiddîn, Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî. V, s. 220. (Zik. Sami Kılınçlı, Akıl İle İlgili Hadislerin tespiti ve tenkidi)
[21] İmam Gazâli, İhya-i Ulüm’id-Din, İstanbul 1993, Arslan Yayınları, c. III, s. 85-86.
[22] İbnu’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali (1987) Zemmu’l-Hevâ, thk. Ahmed Abdusselam Atâ, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’lİlmiyye s. 13. (Zik. Sami Kılınçlı, Akıl İle İlgili Hadislerin tespiti ve tenkidi)
[23] Taftazânî, Sâdeddin (h.1286); Şerhu’l-Akâid, İstanbul: Matbau’l-Âmire, s. 10.
[24] Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi; Hak Dini Kur’ân Dili, Yenda Yayın- Dağıtım, c. I, s. 566
[25] Yavuz, Akıl, T.D.V.İ.A, c.II, s.244-245.
[26] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân yolunun hocası