ZULÜM
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Hamd bizleri yoktan var eden, varlığından haberdar eden, bizleri Kur’an’a muhatap kılan, Rabbimize mahsustur. Salât ve selam Efendimize onun âline ashabına tabiin etbau tabiin ezvacının ve ehlibeytinin üzerine olsun.
Rabbimiz (cc):
وَلَا تَرْكَنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ ﴿
‘Zalimlerin yanında olmayın; sonra ateş sizi de yakar, Allah’tan başka dostlarınız olmadığına göre bir yerden yardım da göremezsiniz’ buyurmuşlardır.( Hud 113)
Mekke’de cehaletin kol gezdiği yıllardı. Müşrikler her türlü kötülüğü yapıyor, güçlü olanlar zayıfları eziyordu. Mekke dışından gelenler ise hepten korumasızdı. Şehrin nüfuzlu kişileri menfaatleri doğrultusunda onları, zalimce sömürüyordu.
İşte bu dönemde Yemenli bir tacir mallarını Kureyş’in önde gelenlerinden As bn Vail’e satmıştı fakat sattığı malın parasını alamamıştı, derdini kimseye anlatamayan Yemenli tacir, Ebu Kubeys dağına çıktı ve bu zulmü bir şiirle insanlara haykırdı.
Bunun üzerine kalplerinde adalet duygusu taşıyanlar bu zulmün son bulması için Abdullah bn Cüdan’ın evinde toplandılar ve ‘Hilfulfudul’, ‘Erdemliler’ anlaşmasını yaptılar. Efendimiz de henüz 20 li yaşlarında bu antlaşmaya imza koydu. Hakikaten zulmün sıradanlaştığı, hatta zalimlerin desteklendiği bir zamanda böyle bir hareket son derece kıymetliydi.
Değerli kardeşlerim,
Allahın mutlak haram kılmış olduğu zülüm; kelime itibariyle hak yemek, eziyet, işkence ve baskı kullanmak, adaletsizlik yapmak haddi aşmak, söz ve fiillerde aşırı gitmek demektir.
Zulüm haksız muameledir.
Başkasının hakkı üzerinde haksız bir tasarruf da bulunmaktır.
Haksız yere başkasının malını almak, ırzına, namusuna sataşmak gibi, uygunsuz davranışlar zülüm kapsamındadır.
Üçyüz yerde geçen zulüm, Kuran’ın üzerinde ısrarla durduğu, konulardan biridir.
İslam ulemâsı zulmü enine boyuna incelemiş ve üç kısma ayırmıştır.
1- İnsanların Allah’a karşı işlediği zülüm (yani şirk)
اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظ۪يمٌ
Muhakkak ki şirk büyük bir zulümdür.(Lokman 13)
2- İnsanlar arasındaki zulüm;
İnsanların hemcinslerine yaptıkları haksız muamele zülüm olarak değerlendirilir. Şahsın eşine, çocuğuna, komşusuna, amirin memuruna, patronun işçisine, kocanın karısına, öğretmenin öğrencisine,
Ayrıca, hırsızlık, iftira, sövme, öldürme vb muamelelerde zülüm kapsamındadır.
Zulmü yapana zâlim yapılana da mazlum denir.
Efendimiz (sav) mazlumun bedduasından şiddetle kaçınılmasını istemiş ve şöyle buyurmuştur.
واتَّقِ دعْوةَ الْمَظْلُومِ فَإِنَّهُ لَيْس بينها وبيْنَ اللَّه حِجَابٌ
“…Mazlumun bedduasını almaktan da son derece çekin, çünkü onun bedduası ile Allah arasında bir perde yoktur.” (Buhari, Zekat)
3-İnsanın kendi nefsine zülmetmesi;
-Allah’a karşı görevini yapmayan,
-Rabbimizin koyduğu kuralları çiğneyen,
-Allahın verdiği nimetleri onun razı olduğu yerlerde kullanmayan insanlar da, kendilerine zulmediyorlar demektir.
Muazzez kardeşlerim;
Son zamanlarda Filistinli kardeşlerimiz ile siyonist İsrail güçleri arasında, cereyan eden mücadelenin hangi boyutlara ulaştığını görüyorsunuz, savaşında bir kuralı vardır. İslam’da savaşırken yaşlılara, kadınlara, çocuklara, yeşil alanlara, bağ bahçeye ilişilmez, onlara zarar verilmez, hatta öldürülen düşman askerlerine bile zarar verilmez. (Müsle İslam’da haram kılınmıştır) Ama işgalci İsrail güçleri hiçbir hedef gözetmeksizin bebekleri, kadınları, yaşlıları öldürmeye devam ederken, yaralıların tedavi gördüğü hastaneleri bile bombalamaktan geri durmamaktadır.
Ama biz inanıyoruz ki Rabbimiz İbrahim suresinde,
وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ
“Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor” (İbrahim, 42)
Zira Rabbimizi imhal eder (mühlet verir) fakat ihmal etmez, ilahi adalet er geç tecelli eder.
İlahi adaletin mutlaka gerçekleşeceğini, zulmün kimsenin yanına kar kalmayacağını Allah’ın adaletinin şaşmayacağını anlatan hikaye ile yazımızı bitirelim;
Bir gün Musa Aleyhisselam:
– Ya Rabbi! der, bazı insanlar zalimin yaptığı yanına kalıyor sanıyorlar. Halbuki senin adaletin eninde sonunda gerçekleşmekte, zalim zulmünün karşılığını mutlaka bir sebeple görmektedir. Bana gerçekleşen bu adaletinin bir örneğini göster ki, onu insanlara anlatayım da kimse zulüm ve haksızlık yapma cesareti bulamasın kendinde. Eninde sonunda zulmünün karşılığını göreceğini anlasın herkes.
Rabb’imiz:
– Ya Musa der, sahrada dört yolun kesiştiği yerdeki çalılıkta saklanarak çeşme başında cereyan edecek olayları seyret de gör bakalım. Zalim, haksız nasıl eninde sonunda zulmünün, haksızlığının karşılığını görmektedir…
Musa Aleyhisselam, tarif edilen yerdeki ağaçların arasına gizlenerek karşıdaki çeşme başında yolcuların yaşayacağı olaylara bakmaya başlar.
İlk olarak bir atlı gelir çeşmenin başına. Atından iner, üzerindeki heybesini alıp ağacın gölgesinde oturup yemeğini yer, suyunu içer, içinde altınları bulunan heybesini orada unutarak atına binip uzaklaşır.
Arkasından gelen ikinci yolcu, çeşmeden suyunu içer, etrafa bakarken ağacın dibinde bir heybe görür. Kaptığı gibi heybeyi gözden kaybolur.
Onun arkasından iki gözü de görmeyen üçüncü yolcu gelir, o da eğilerek çeşmeden suyunu içer, bir kenara çekilerek şöyle birazcık dinlenmek isterken heybenin sahibi ilk yolcu atıyla çıkagelir, öfkeyle heybesini aramaya başlar. Yaşlı bir adamdan başka da kimseyi görmeyince:
– Burada unuttuğum heybemi sen alıp sakladın, ya paramı verirsin yahut da canını!.. der.
İhtiyar:
– Ben iki gözü de görmeyen bir adamım. Senin heybenin nerede olduğunu ne bileyim!.. diyerek sert karşılık verince, öfkesi başına sıçrayan atlı, ‘Bu yaşta beni mi kandıracaksın?’ diyerek bir vuruşta ihtiyarı yere serer, ölümüne sebep olur. Hemen atına atlayıp oradan uzaklaşır.
Bunları bulunduğu yerden seyreden Musa Aleyhisselam:
– Ya Rabbi, der, bu atlının içi para dolu heybesini arkasından gelen genç bir yolcu alıp gitti, cezayı ise ondan sonra gelen yaşlı adam çekti. Adalet neresinde bunun?.. Rabb’imiz şöyle hitap eder:
– Ya Musa! İnsanlar böyledirler işte. Hep hadiselerin dışına bakarlar, içindeki kaderin adaletini çoğu zaman göremezler. Burada herkes geçmişte yaptığının karşılığını gördü, diyerek işin geçmişini şöyle açıklar:
– Para dolu heybesini çeşmenin başında unutan atlı, vaktiyle yanında çalıştırdığı fakir bir adamın hakkını vermedi, yoksul adamın hakkı kaldı üzerinde…
İşte heybeyi alıp giden genç yolcu, o yoksul adamın çocuğudur. Aldığı para babasının hakkı olan paraydı. Onu alıp gitti. Böylece kaderin adaleti yerini bulmuş, çocuk babasının verilmeyen hakkını alıp gitmiş oldu. Ölen ihtiyara gelince:
– O da astığı astık, kestiği kestik denecek derecede zalimin biriydi… Nice kavgalara, zulümlere karışmış, yaptığı hep yanına kalmıştı. Son olarak da atlının babasını öldürmüş, yaptığı yanına kaldı sanmıştı. Nihayet atlı da geldi, parasını aldı zannıyla babasını öldüren adamı bir vuruşta öldürdü, tıpkı onun da babasını bir vuruşta öldürdüğü gibi.
Bundan sonra Rabb’imiz Hazreti Musa’ya şöyle hatırlatmada bulunur:
– Ya Musa! Söyle kullarıma, hikmetini bilemedikleri olaylara itiraz yollu bakmasınlar. Bilsinler ki, bir yapana bir başka yapan çıkacak, kimsenin yaptığı zulüm, haksızlık yanına kalmayacak, kaderin adaleti eninde sonunda yerini bulacaktır. Atlı adamın çalıştırdığı işçisinin hakkını sonunda heybe dolusu parayla ödediği gibi, babasını bir vuruşta öldüren adamı da kendisi bir vuruşta aynı şekilde öldürdüğü gibi…
Onun için büyüklerimiz demişler ki:
“Hak Teala bir kulun hakkını bir başka kul ile alır; bilmeyen gafil onu kul kendi yaptı sanır..
Ya Rabbi dünyanın farklı yerlerinde zulüm gören tüm kardeşlerimize en kısa zamanda çıkış yolu nasip eyle, zalimleri kahhar ismi celilin hurmetine kahru perişan eyle …
Amin
08/11/2023
Selam ve dua ile…
Osman KELEŞ