Hizmet Anlayışımız-1
Terim Tanım:
Hizmet (خدمت) kelimesinin aslı Arapça olup “hademe” “خدم” “hizmet etti” fiilinin masdarıdır [1]. Kelime anlamı; birisinin bir işini görme, ona yardım etme, ihtiyacını giderme, kulluk, görev gibi manalarda kullanılmaktadır[2]. Türkçede hizmet edene “hizmetçi-hizmetkâr” denilmektedir. Yine Osmanlı sultanları kendilerini “hadimul haremeyn” “haremin hizmetçisi” olarak tanıtmışlardır. İslâm tarihine bakıldığında “İslâmın hizmetkârı” tabirini daha çok Türklerin ortaya koyduğu ve bu kelimeyi İslâmi kavram haline getirdikleri görülmektedir.
İslâmi kaynaklarda “hizmet” kavramı kurumsal olarak ele alınmamıştır. Fıkıh, tefsir veya hadis kitaplarına baktığınızda böyle bir konu başlığı bulamazsınız. Bu konu daha çok kulluk kavramı içerisinde yer alan ve “hizmet etmek” eylemini ifadeden öteye başkaca anlamlara sahip olmadığı görülmektedir. Bu sebeple kaynaklarda hizmet denilince daha çok Hakka layıkıyla yapılan kulluk akla gelmektedir. Malum olduğu üzere kullukta bireysel faaliyetler olduğu gibi toplumsal faaliyetler de vardır. Kullukta bireysel kurtuluş ön planda iken hizmette bireysel kurtuluş yanında toplumsal kurtuluş için çaba sarf etme vardır.
Tasavvufi terim olarak hizmet; rızayı ilahinin kazanılması için sarf edilen her türlü çabaya denilmektedir. Bu manada Allah için yoldan bir taşın kaldırılması, bir düşküne yardım edilmesi insanlığa hizmet iken diğer mahlûkata faydalı işlerin görülmesi de hizmet kapsamındadır. İslâm tarihinde konuya çok örnek bulunmaktadır. Susuz bir hayvana su veren kişinin bu hareketinin Cenâb-ı Hakkın hoşuna gitmesi, sarhoş birisinin yerden Kur’anı kerimin bir parçasını hürmeten alıp duvarın üstüne koyması gibi. Bu bireysel hareketler Hakkın hoşnutluğunun kazanılmasına vesile olunmuş örneklerden sadece birkaçıdır. Bu manada bu hareketlerin hepsini Hakka hizmet kapsamında değerlendirmek mümkündür. Ancak asıl hizmetin yaratılmışların en şereflisi olan insan için yapılan hizmet olduğu gözden kaçırılmamalıdır. İnsanın ve insanlığın dini ve dünyasının kurtuluşu için yapılan her fiil gerçek hizmet olarak değerlendirilmektedir.
Bu manada Hâcegân yolunda hizmet konusu çok önemlidir. İnsanları Allah’a, Allah’ı da insanlara sevdirmek adına yapılan her meşru faaliyet hizmet olarak tanımlanmaktadır. Burada hizmet ehlinin bir ayağının Hakta, diğer ayağının insanlar cephesinde olması gereklidir. Zira Cenâb-ı Haktan gafil insanların avukatı mesabesinde olan hizmet eri, bu durumda Allah ile olan ilişkisini devreye sokarak “bu insanları Allah’a (cc)” sevdirme gayretine girecektir. Yine insanlar içerisinde yaşayan bu hizmet eri örnek yaşantısı ile bu sefer “insanlara Allah’ı (cc)” sevdirme çabasında olacaktır.
Bu ehemniyetli işi yapmak, hizmet eri olmak için insanın önce bir eğitimden geçilmesi gereklidir. Belli bir aşamadan sonra bu hizmete girişmelidir. İnsan önce hizmet almalıdır ki hizmeti görüp öğrensin ve tatbik etsin. Hâcegân yolunda hizmet için önce tâlim gereklidir. Sonra tâlim edilen şeyin tatbiki istenir. Ardından tebliğ ve irşadı da kapsayan hizmet gelir. Öyleyse hizmet bizim bildiğimiz gibi alelade bilmeden hemen yapılacak şey değildir. Hizmet için bir takım alt yapılar olmalıdır. Yoksa hizmet ediyoruz diye etrafı kırıp dökmeler başlar.
Hizmetin Şartları
Hizmette asıl amaç rızayı barinin tahsilidir. Hakkın hoşnutluğunun kazanılmasıdır. Bu rızanın nerede olduğu bilinmemektedir. Bu sebeple Kâinatta Cenâb-ı Hakla bağlantılı ne varsa bu rıza oradadır anlayışıyla insanın meseleye bakması gereklidir. Ancak insan Cenâb-ı Hakkın en keremli varlığı olduğu düşünüldüğünde insana hizmet üzerinde öncelikle durulması gereklidir.
Hemen belirtelim ki hizmet etmek bir marifet işidir. Herkes ev temizliği yapamaz. Bir temizlik anlayışının varlığı gereklidir. Bugün ticari hayatta hizmet sektörü denilen iş kolu bulunmaktadır. İşçilerin yer aldığı belli sanat veya mesleğin emekle icra edildiği iş kolu. İnşaat sektöründe sıvacılık yapacaksanız bu mesleğin inceliklerine vakıf olmak gerekecektir. “Ben her işten anların abi” mantığı ile hareket edildiğinde neticenin nereye vardığı malumdur. İş ele yüze bulaştırılıp, yarardan çok zarar verilmektedir. Demek ki hizmet için kişi bir takım eğitimler almadır. Bu eğitim sürecinde bir çıraklık dönemi, ardından kalfalık ve ustalık dönemleri olmalıdır.
Hakikatte hizmet etme duygusu vehbidir. Allah (cc) tarafından insana meccanen verilmiştir. Düşkün birisine yardım elinin uzatılması, yaralı bir hayvana müdahale edilip onun yarasının iyileştirilmesi çabası insanlığın ve merhametin gereğidir. Doğal olarak insanın içerisinde olan bir duygudur. Allah (cc) tarafından insana lütfedilmiştir.
İşte insanın, bu manevi donanımını dış dünyaya doğru ve faydalı aktarabilmesi için bir takım eğitimler alması gerekmektedir. Yaralı bir hayvanı nasıl tedavi edeceği hususu bir ilme tabidir. Bu ilmin tahsili gereklidir. İnsanın, hasta bir insanı iyileştirmesi için tıp ilmini bilmesi gereklidir. Bir kalp ameliyatı yapabilme kabiliyeti insana doğuştan verilmemiştir. Bu bir kuşun yuvasını yapması, bir örümceğin ağını örmesi kabiliyeti gibi değildir. Öyleyse insanın öze uygun hizmeti için eğitim görmesi şarttır.
Eğitimsiz de hizmet olur denilebilir. Ancak bu cümle asliyette doğru değildir. Dikkat edilirse İnsan, doğumundan itibaren bir eğitime ve hizmete tabi tutulmaktadır. Zahirde insanın ilk hizmeti annesi tarafından görülmektedir. İlk alınan eğitim “hizmet” tir. İlk mürebbi annedir. Zahir seyru sulûk buradan başlar. Ancak hakikatte eğitimin ve hizmetin başlangıcı farklıdır. İnsan ilk eğitimini Cenâb-ı Haktan almıştır. İlk eğitim yine “hizmet” konusunda olmuştur. İnsan, yaratılma isteğiyle ve “ol” emriyle vücuda gelişinde ilk hizmetini almıştır. Bu hizmet ile eğitimi başlamıştır. Kendisine hizmet edildiği için de içi hizmet etme aşkı ile dolmuştur. Hizmet görerek büyüyen insanın iç âlemine bu hizmet etme ruhu adeta ilmek ilmek dokunmuştur. Hem de karşılıksız gördüğü hizmet karşısında, karşılıksız hizmet etme aşkı onun mayası olmuştur.
Tüm bu süreçlerden geçen insan, doğal olarak varlık sebebinin Hakka hizmet etmek olduğunu görür. Kişide bu bilinç doğuştan başlar ve gün be gün gelişip şekil alır. Bu şekil almada dış etkenler önemli rol alır. Bu durumu sevgili Peygamberimiz (sav); “Her doğan insan İslâm fıtratı üzerine doğar[3]” şeklinde ifade etmektedir. Hadisi şerifin devamında “daha sonra onu anne babası kendi dini üzerine yetiştirir” buyurmaktadır.
İnsanın içerisinde Hakka hizmet aşkı (kulluk) doğuştan gelir. Ancak çocuk bu hizmet edeceği şeyi zamanla değiştirebilir. Kişinin ailesi ve ortamı insanı değiştirebilir. Nefsini ve hevasını ilah edinen kişilerle beraber büyüyen insan o hizmet aşkını bu sefer nefsine, bencilliğine, hevasına kullanır. Aile ve bulunduğu ortamı malı veya parayı ilah edinmişse bu sefer insanın hizmeti mala veya paraya veya dünyaya olmaktadır. Bu aşamada kişi serbest bırakılmıştır. Kimi insanlar vardır ki cehennem gibi ortamda, bir gül gibi yetişmeyi becerebilmiş, kimi insanlar da peygamber oğlu olmasına rağmen Hakka hizmeti anlayamamıştır. Musa aleyhisselam firavunun sarayında ve kucağında yetişmesine rağmen Cenâb-ı Hakka sevgili bir kul olabilmiş, bunun yanında Nuh aleyhisselamın oğlu bir peygamber çocuğu olmasına rağmen Cenâb-ı Hakka isyan edip helak olmuştur.
Hadisi şeriften de anlaşılacağı üzere; genel olarak çevre faktörü kişinin yetişmesinde etkili olmaktadır. Çevre dediğimiz şey kişinin kendisinin dışında yer alan her şeydir. İnsanın yetiştirilmesine yön veren dış faktörler olumlu olabileceği gibi olumsuz faktörler de olabilir. İnsanı helaka götüren Cenâb-ı Hakla bağlantısını koparan her şey olumsuz, İnsanın Hakla bağlantısını sağlayan her şey de olumlu faktörlerdir.
Bu manada insana hizmet konusunda, insanın Hakla bağlantısını sağlamaya yönelik en büyük dış faktör; İnsana yapılabilecek en güzel dış müdahale; tebliğ ve irşaddır. Bu faaliyet insanın kurtuluşuna vesile olabilecek en büyük hizmettir. Öyleyse en büyük, en yüce, en kutsal hizmet; tebliğ ve irşaddır. Peki, nedir bu en kutsal hizmet olan tebliğ ve irşad.
En Büyük Hizmet; Tebliğ (Buluğa Erme) ve İrşaddır (Buluğa Erdirme).
İnsanın yetiştirilmesi hizmeti, hizmetlerin en büyüğüdür. Zira “Bir insanın kurtuluşuna vesile olmak, âlemin kurtuluşuna vesile olmak gibidir[4]” buyrulmaktadır. Bugün çevre dernekleri ve hayvan sever derneklerinin ilginç mücadelelerine şahit olmaktayız. Buzullara sıkışan bir balina için tüm maddi imkânlar seferber edilebiliyor. Helikopterler, vinçler, saatlerce canlı yayınlar, tüm insanlık bir hayvanın kurtuluşu için çırpınıyor adeta. Bir hayvanın kurtuluşu için bu kadar içten sarf edilen çabayı görünce insan hayrete düşüyor. Öte taraftan aynı insanların orta doğuda, Afrika’da hatta kendi içlerinde, kendilerinden olmayan insanların canlı yayınlarda öldürülüşlerine hiç tepki yok. Bu nasıl oluyor diye sormadan edemiyor insan. Nasıl bir insan ki bir hayvanın kurtuluşu için çırpınırken bir insanın öldürülüşüne tepkisiz kalıyor. İnsan, doğal olarak canlı bir varlığın öldürülmesine karşıdır. İşte insan, çevresi tarafından böyle canavarlaştırılabilmektedir. Bu insan bu şekilde irşad ediliyor. Yahudi bir aileden gelen çocuğa anne ve babası ve kendi din adamları bu insanlar hayvanlardan daha aşağıdır. Bunların öldürülmesini dinimiz, haşa ki Allah (cc) emrediyor diyor. Masum yaratılış duyguları değiştiriliyor. İşte bu sebeple insanın yetiştirilmesi (irşadı) önemlidir.
İnsanı eğitmek için eğitilmiş olmak gereklidir. Cenâb-ı Peygamber (sav); “beni Rabbim terbiye etti[5]” buyurmaktadır. Demek ki gerçek eğitimci gerçek tebliğci ve irşad edici Cenâb-ı Hakkın bizzat kendisidir. Numune insan sevgili peygamberimiz (sav) Cenâb-ı Hakkın tornasından çıkmış gerçek bir öğretmen, tebliğci ve irşad olmuş kişidir. Hani başta da belirtmiştik; hizmeti almayan hizmet edemez. Cenâb-ı Peygamber efendimiz de (sav) hizmet etmeyi Cenâb-ı Haktan öğrenmiştir. İnsan nasıl terbiye edilir sözünün cevabı burada yatmaktadır.
Hâcegân büyükleri, insan yetiştirme yolunda hizmete seçilmiş insanın (insanı kâmilin) bidayetten nihayete, aşama aşama neler yaşadığını bizlere aktarırken en iç burkan aşamasının insanın Hakka vuslatından sonra o birlikteliği bırakıp insana hizmet için yeryüzüne dönmesi olduğunu belirtmişlerdir. Düşünün, bir hayat boyu yanıp yakıldığınız bir sevgiliye kavuşuyorsunuz, birlikte yaşama hayalleri kuruyorsunuz ancak geride kalan Allah’ın (cc) i’yallerini düşünerek yüreğiniz yaka yıkıla geri dönüyorsunuz. Ne için? İnsana hizmet için. Bu bölümü Hâcemden bir daha dinlemeye güç yetirebilir miydim bilemiyorum. Hani yanık sesli hak âşıkları var. Biz bu kişileri Hakka vuslat edememiş bu sebeple bağrı yanık âşıklar zannederiz. Oysa bu zaatlar; Hakka vuslat edip kendi iradeleri ile hizmet için dünyaya geri dönmüş ve Cenâb-ı Hak ile yaşadıkları o vuslat deminin neşvesi ve ayrılık ateşinin harı ile her an o demi mırıldayan kişilerdir.
Hâcegân pirleri, evliyanın derece derece olduğunu buyururlar. Birçok evliyanın Hakka vuslat ettiğini, ancak vuslattan sonra bir daha Cenâb-ı Haktan ayrılmadığını, insan içine çıkmadığını, yakaladığı manevi zevkten ayrılamadığını beyan ederler. Bu aşamadan sonra kâmil insan, aklı ile Cenâb-ı Hakkın muradını iyi algılayarak kendisinden vazgeçer ve gerçek rızanın Cenâb-ı Hakkın i’yali mesabesinde bulunan insanlara hizmet etmek, onları Cenâb-ı Hakka götürerek yaşadığı demi diğer insanlara da yaşatmak olduğunu bilir. Bu gayeyle vuslattan sonra içi yana yana toplum içine döner. Gerçek kemâl buradadır. Kim olsa sevgilisiyle beraber yaşam sürmek ister. Hakka vuslattan sonra kim dönmek ister ki. İşte hizmet vuslattan sonra başlar Hâcegân yolunda… Tam kavuştum derken hizmet uğruna başlar ayrılık… Başlar hasret… Bu dünyada kavuşmak diye bir şeyin olmadığı anlaşılır…
“Gerçek kemâl vuslattan sonra hizmet için geri dönebilmektir” Bu söz duvarlara kazınacak bir sözdür. Vuslatta devamlı kalmak aslında bir nakısıyettir. Ben merkezlidir. Ancak burada insanın aklı devre dışı kalmaktadır. Kişi ben bundan böyle sevdiğimle beraber yaşayacağım. Gerisi beni ilgilendirmez diyebilir. Bu aşamada Cenâb-ı Hakkın bir müdahalesi olmaz. Ancak irşada ehil insan bu aşamada bile aklını yitirmez. Aşkını, sevdasını, duygusunu neyi varsa devre dışı bırakır ve Cenâb-ı Hakkın asıl muradını okur. Hizmete koşar. Zahirini halkın içine atar ancak vuslattaki demden taviz vermez. Kendisi hep vuslat halindedir. Çevresindeki insanları da hep o deme, vuslata teşvik eder.
Cenab-ı Peygamberi (sav), bizzat terbiye eden Cenab-ı Hak (cc) vuslattan sonra insanlığa bir nur olarak hizmete göndermiştir. Efendimizde (sav) aldığı terbiyeyi bizzat insanlığa Haktan aldığı gibi aktarmıştır.
Bugün Peygamber (sav) öldü diyenler için gerçekten çok üzgünüz. Mürebbileri ölmüş insanlar için ne denebilir veya ne yapılabilir ki? Kendi peygamberini öldürene bir daha nasıl öğretmen beğendirilebilir ki. Zaten kimseyi beğenmedikleri için hiçbir eğitici ve irşad ediciye ihtiyaç yok demektedirler. Oysa Hâcegân anlayışında Cenâb-ı Peygamber (sav) Cenâb-ı Haktan aldığı terbiyeyi, hizmet anlayışını, aynısıyla ashabına, ashabından da Âlim, kâmil, sahih mirasçılarına aktararak bugüne kadar gelmiştir. Kendisi canlı ve diri olduğu gibi hizmeti de bugün canlı ve diridir. Bu nebevi hizmet, bugün devam ettiği gibi kıyamete kadar da devam edecektir.
İşte insanı yetiştirme çalışmasına kimi cemaatler hizmet demiş, kimi cemaatler irşad demişlerdir. Özde hizmetin ve irşadın temeli aynıdır. Tasavvuf meşrebi daha çok irşad kelimesini tercih etmiştir. İrşad faaliyetine hizmet demişlerdir. İrşad faaliyetini yapabilme gücüne sahip kişilere mürşidi kâmil denmiştir. Tasavvufi kavramlarda daha çok hizmetin esasının insan üzerine inşa edildiği görülmektedir. Zira İnsan irşad edilir. Hayvan irşad edilmez, bitkiler irşad olmaz. Bu sebeple irşad kavramında sapmalar yaşanmamıştır. Ancak hizmet kavramında, eksenin insan olması hususunda bazı sapmaların olduğu görülmektedir.
Bugün kimi cemaatlerce hizmet denilince “Kur’an kursu açmak”, “okul yaptırmak” “cami yaptırmak” gibi algılamaların olduğu, eksenlerin insan yerine binalar üzerine inşa edildiği görülmektedir. Hizmetin devamlılığı için daha çok okul yaptırılmalı deyip tüm emek ve mesailerin bir bina uğranı zayi edilmesi, Kur’an Kursu yapacağız diye nice insanların katledilmesi ayrıca konuşulması gereken konulardır. Tasavvuf erbabı bu meseleyi bir balinayı kurtarmak için çırpınan insanın, bir insanın katli karşısındaki duyarsız tutumuna benzetir. Hiçbir dünyalık meta, insan için kıymete haiz değildir. Bu manada okul, cami ve Kur’an kursları bizim için de çok önem arz eden müesseselerdir. Ancak bu müesseseler insandan kıymetli, mükerrem değildir. İnsana hizmet için bir araçtır. Yer geldi mi bir insanın kurtuluşu için binlerce okul, cami veya benzer bina yıktırılabilir. Ancak bugün bir bina için para toplayacağız diye kaç insanı dinden soğuttuk, kaç insanın ölümüne sebep olduk. Bunun muhasebesini sizin vicdanlarınıza arz ediyorum.
Bu manada hizmetimizi büyüteceğiz diye, diyar diyar gezen ve çırpınan insanların bu hassasiyette olması gerektiği, tüm emek ve gayretin önce kendi nefslerinin kurtuluşu için ardından tâlim ve tatbikle elde ettikleri bu hayat ve hakikat suyunu ömrü boyunca susuz kalmış birisine nasıl ulaştırmanın derdine düşmesi gerektiği unutulmamalıdır. Hâcegân anlayışı bu temel esasa dayandığından bu tarz bina ve inşaat gailelerine girmemişler, bina ve inşaat peşine ve derdine düşmemişlerdir. Okullarını ve camilerini seyyar yapmışlardır. Nereye gitmişlerse kolayca taşımışlar, okulları, Kur’an kursları, dergâhları gönülleri olmuştur. Böyle olunca onu Haktan gayri kimse kapatamamış, yıkamamıştır. Bu sebeple bu manevi okullar bugün olduğu gibi kıyamete kadar da Allah (cc) ın izni bereketiyle açık olacaktır.
Bugün insanlığın içerisinde bulunduğu yangın çok büyüktür. Böyle bir yangında insanın elinde ne varsa yangına müdahalesi farzdır. Elindeki bir bardak suyu yanan bölgeye atmalıdır. Emri bil maruf ve tebliğ anlayışımız budur. Ancak bu yangın öyle bizim elimizdekilerle sönecek gibi değildir. Öyle ki ta bizim içimize kadar sıçramış ailemize ve bize kadar ulaşmış haberimiz yok. Başka yangına koşmaktan kendi yanan yerimizi göremiyoruz. Bu yangını söndürmek için bir yangın söndürme ekibine ihtiyaç vardır. Onlarla bağlantılı olmak, itfaiye hortumu alıp bir musluğa bağlayarak o suyla önce kendi yangınımıza sonra en yakın çevremizdeki yangına müdahale etmek gereklidir.
Bu manada Hâcegân büyüklerinin hizmet anlayışları farklılık arz eder. Hâcegân yolunun hizmet anlayışı, tâlim, tatbik ve tebliğden ibarettir. Kişi önce bir kâmil insanın yanında tâlim etmeli, tâlim ettiği öğrendiği şeyleri önce kendi tatbik etmeli ondan sonra yaşadığı şeyleri tebliğ etmelidir. Tebliğ nihai sonuç olarak görülür. Tebliğ için önceden halledilmesi gerekenler olduğunu bilir. Tebliğe, İslâmı başkalarına lafla anlatmak meselesi olarak bakmaz. Örneğimizdeki gibi başka yangınlar peşinde koşmaz. Tebliği, kendisini olgunlaştırma hareketi olarak görür. Tâlim ettiklerini önce kendi nefsine tebliğ eder. Bu nasihati dinleyerek tatbik eder. Kendisinden Hakkın kokusu yayılınca bu kokuya insanlar gelir. Bu gelişte insanlarla kişi arasında olan manevi alışverişe tebliğ denilir. Yoksa boş bir insanın tın tın, yaşamadığı, kendisinde tatbik etmediği bir şeyi başkasına anlatması nasıl tebliğ olabilir ki. Zaten tebliğ buluğ kökünden gelir. Buluğa ermek demektir. Kişinin kendisini buluğa erdirmesine başka bir anlatımla olgunlaştırma hareketine tebliğ denir.
Bu tarz bir olgunlaşma olmadan nasıl tebliğ hareketi olmaz ise aynı durum hizmet içinde geçerlidir. Hizmette de bir olgunlaşma ve olgunlaştırma hareketi vardır. Efendimiz (sav), bizzat Cenâb-ı Hak tarafından terbiye edilmiş olgunlaştırılmıştır. Ve hizmetine öyle başlamıştır. Öyleyse gerçek hizmet eri için önce bu terbiyeye ve irşada gerek vardır.
Hâcegânın büyüklerinden İmam Efendi[6] (ks), her insanın bu manada irşada (eğitime) ihtiyacını farz olarak görür. Buyururlar ki; “Nasıl ki namaz kılmak için abdest şart ve farz ise kâmil insan olmak için de bir terbiye altına girmek, bir öğretmene, bir mürşidi kâmile ihtiyaç duymak ve onu aramak farzdır”
Cenâb-ı Hakka vuslat etmiş, tüm aşamaları yaşayarak geçmiş, Cenâb-ı Hakka vuslattan sonra gerçek kemâlin “insana hizmet” olduğunu anlamış insanı kâmile mülaki olmak. Onunla iki dakika sohbetleşmek… onun yolundan yürümek… büyük vuslatı ve hizmet için geri dönmeyi onun şahsında yaşamak…
Tasavvuf en kese tarifle Cenâb-ı Hakla birlikte yaşama sanatıdır. Bu sanat ancak insanı kâmil vasıtasıyla öğrenilebilir ve öğretilebilir. Ustasız sanat olmaz. Bu öğrenme ve öğretme işi, İnsanları Hakka götürme işi, dünyadaki en kutsal işlerdendir. Bir insanı gerçek sahibine götürme çabası… Onun kurtuluşuna vesile olabilme gayreti… Kaybolmuş kuzunun annesine götürülmesi misali…
Öyleyse en büyük hizmet bu amaç uğrunda sarf edilen; tebliğ (buluğa erme) ve irşad (buluğa erdirme) hareketidir.
…..
Hülasâdır insan bu kevn-i âlemin,
Hz.insandır gaye-i kelâmı kadimin,
İnsanı hazret yapan tohumudur kâmilin,
Hâce-i Hâcegândır, dostu yâr besti yâr [7].
…..
Hâce-i Hâcegân [8]
Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] Hizmet Arapça’da “Hademe” “خدم” “Hizmet Etti” fiilinin masdarı olan “Hidmet”, “خدمت” kelimesinden gelmektedir. Hizmet; yapılan iş, görev, kulluk gibi manalara gelmektedir. Bkz: https://www.etimolojiturkce.com/kelime/hizmet, E.T.: 29.01.2023:
[2] TDK, Hizmet: https://sozluk.gov.tr/, E.T: 29.01.2023;
[3] Buhârî, Tefsîr, (Rûm) 2; Müslim, Kader, 22
[4] Buhari, 7/3468, Müslim, 2406/34
[5] Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, c.I, s.12
[6] Osman Bedreddin Erzurumi (ks); Gülzar-ı Samini: Sohbetler, C.1-2.
[7] Hâce Turâbul Akdem; “Bestiyar” isimli şiirinden.
[8] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân yolunun hocası