11.1. TEVEKKÜL SAHİBİ OLMAK (1. Bölüm)
a. Terim, Tanım
Arapça’dan dilimize geçmiş olan tevekkül kelimesinin sözlük anlamı: “vekil kılmak, başkasına havale etmek[1]” şeklindedir. Tevekkül kelimesi ile aynı kökten gelen “vekil” kelimesi; kişinin kendi işini gördürmek üzere yetki verdiği insan anlamına gelmektedir. Avukat da bir vekildir. “müvekkil” vekil edinen, “tevkil” ise vekil kılma, vekil edinme demektir. Aynı kökten olan “ittikâl” biraz da tembellik içeren ve boşa gidebilecek bir güvenme ve dayanma anlamına gelmektedir.
“El-Vekîl” Cenâb-ı Hakkın 99 ismi şeriflerinden birisidir. Tevekkülün önemi de aslında buradan kaynaklıdır. Vekâlet müessesesinin kaynağı Hakkın bizatihi kendisidir. El-Vekîl ism-i şerîfi, kelime yapısı bakımından tevekkül kelimesi ile ayni kökten gelmektedir. Kur`ânda ondan fazla yerde geçmekte olup mânâsı “işlerini gerektiği şekilde kendisine bırakanların işini düzeltip, onların yapabileceğinden daha iyisini temin eden[2]” şeklindedir. Âyeti kerimelerde şu şekilde geçmektedir: “Allah`a tevekkül et; Vekîl olarak Allah yeter.[3]“
Kısaca vekil; kendisine iş ısmarlanan kişiye denir. Bilindiği gibi vekil yapılacak kişinin, vekil olacağı iş hakkında yeterli derecede bilgi sahibi olması, o işi yapmaya gücü yetmesi, kendisini vekil edenin her bakımdan güvenine layık olması gerekir. Şu halde tevekkül, emin ve kuvvetli bir vekile güvenerek, işlerini ona bırakmak anlamındadır.
Tevekkülün ıstılâhî anlamı “kişinin, şartlarını yerine getirerek, işlerini Allah-u Teâlâ`ya bırakması, bir işe başlarken sebeplere yapıştıktan sonra Hakka güvenmesi; kalbin, her işte Allah`a (cc) itimat etmesi” şeklindedir.[4] Tevekkülde, dine veya dünyaya ait herhangi bir hususta, insan olarak bizim alabileceğimiz bütün tedbirler alındıktan, konu ile ilgili tüm girişimler yapıldıktan sonra, o işin neticesinin, olurluğunun Allah`a bırakılması esastır. Bu durumun doğal neticesi olarak kişi; Cenâb-ı Hakkın yaratacağı neticeyi güven ve rıza ile karşılayıp, insanlardan bir beklenti içerisinde olmamalı kısacası Allah`a güvenip, akıbetinden endişe etmemelidir.
b. Kur’an ve Sünnete Göre Tevekkül
Kur’an-ı kerimdeki tevekkül ayetleri incelendiğinde hemen hemen hepsinin birbirine benzer mahiyet arz ettiği görülmektedir. Özellikle yapılan her işte kendisine güvenilmesini, bilhassa mümin kimselerin Allah’a (cc) dayanıp güvenmesi gerektiği üzerinde çokça durulduğu görülmektedir. Tevbe suresi 51. ayette; “De ki: Allah`ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim mevlâmızdır. Onun için mü`minler yalnızca Allah`a dayanıp güvensinler.[5]“; “Ölümsüz ve daima diri Allah`a güvenip dayan.[6]” ; “Sen, O mutlak gâlip ve engin merhamet sahibine güvenip dayan.[7]“; “Allah`a güven. Vekil olarak Allah yeter.[8]“; “Kâfirlere ve münâfıklara boyun eğme. Onların eziyetlerine aldırma. Allah`a güvenip dayan. Vekil ve destek olarak Allah yeter.[9]“; “Gerçek şu ki: iman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) bir hâkimiyeti yoktur.[10]“
Tevekkülle ilgili ayetler bir bütün olarak incelendiğinde tevekkül hallerine örnekler verilerek konunun izah edildiği, tevekkülün özünün Müslümanın her hal ve kârda Allah’a (cc) güvenip dayanması olduğu üzerinde önemle durulmuştur. Özellikle şu iki ayeti kerime tedbirin alınması ve tevekkül arasındaki bağa işaret etmektedir. Yusuf suresi 67. ayette Cenâb-ı Hak (cc): “Sonra (Yakup Aleyhisselâm) şöyle dedi: Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah`tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah`tan başkasının değildir. (Onun için) ben yalnız O`na dayandım. Tevekkül edenler yalnız O`na dayansınlar.[11]“; Yine Ali İmran suresi 159. ayette: “iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah`a dayanıp güven. Çünkü Allah kendisine dayanıp güvenenleri sever.[12]”
Bu iki ayette tevekkülden önce yapılması gerekenden bahsedilmektedir. Yakup Aleyhisselâm oğullarına hepiniz aynı kapıdan girmeyin ayrı ayrı kapıdan girin. “Başınıza bir zarar gelirse bir kişiye gelsin, hepinize bir şey olmasın” şeklinde buyurmuş ancak akabinde “Allah’dan gelecek bir şeyi kendisinin savamayacağını” da özellikle belirtmiştir. Tedbiri alıp öyle tevekkül etmiştir. Bu ayette Cenâb-ı Hakkın doğrudan buyruğu değil Yakup aleyhisselamın tevekkül anlayışından bahsedildiği görülmektedir. İkinci ayette Efendimize ﷺ, bir iş konusunda önce istişare etmesini sonra kendi kararını vermesini, kararını icra ettikten sonra neticeyi Allaha (cc) havale etmesini istemektedir.
Hadisi şerifler ve Efendimizin ﷺ yaşantısı incelendiğinde tevekkül konusu daha da netleşmekte yukarda bahsedilen ayeti kerimelerin içleri dolmaktadır. Efendimiz ﷺ bir gün; “Lâilâhe illAllah diyen herkes Cennet`e girecektir” deyince Hz. Ömer (r.a): “Ey Allah`ın Resûlu, bunu halka söylemeyelim; ittikâl ederler” demişti. İttikal; sebeplere sarılmadan ve Allah`ın (cc) diğer emirlerini yerine getirmeden Cennet`e girmeyi ümit ederler demektir. Yine bir gün Efendimize ﷺ; “devemi bırakıp tevekkül edeyim” diyen sahabeye “bağla da öyle tevekkül et” buyurmuşlardır[13].
Tevekkülle ilgili olarak en güzel ve yol gösterici örnek Hz. Ömer (ra) efendimizden gelmiştir. Hz. Ömer (ra) efendimiz Medine’de boşta gezen bir gruba: “siz necisiniz?” diye sorunca. Onlar da: “biz mütevekkilleriz” dediler. Bunun üzerine büyük halife: “hayır, siz mütevekkil değil, müteekkil (yiyici) lersiniz. Siz yalancısınız, tohumunu yere atıp (toprağa ekip) sonra tevekkül edene mütevekkil denir” buyurmuşlardır.
Tevekkülün ne olduğunu ifade buyuran bir hadisi şerifte Efendimiz ﷺ Ebu Hureyre’ye (ra) hitaben; “Ey Ebû Hureyre! Allah`tan başka hiçbir şeye ümit bağlama. Allah`a tevekkül eyle. Bir arzun varsa Allah Teâlâ Hazretlerinden iste. Allah-u Teâlâ`nın âdet-i ilâhiyyesi (işi, kânunu) şöyledir ki; her şeyi bir sebep altında yaratır. Bir iş için sebebine yapışmak ve sonra Allah Teâlâ`nın yaratmasını beklemek lâzımdır. Tevekkül de bundan ibârettir.[14]“
Ayeti kerimeler ve hadisi şeriflerden de anlaşılacağı üzere tevekkül, görevin ifasını Allah`a havale etmek değildir. Emri ve kararı Allah`a bırakmaktır. Bir maksadın ele geçmesi için, insanlarca öteden beri bilinen ve başvurulan sebepler, tedbirler ve çareler ne ise onları tatbik etmek vâciptir. Çünkü Allah Teâlâ bu âlemde her şeyin, her hâdisenin meydana gelmesini birtakım sebeplerin ve çârelerin uygulanmasına bağlamıştır. Buna “tesbîb hikmeti” denir. Yani bir şeyin yaratılması, bir isteğin verilmesi, onunla ilgili sebeplerin meydana gelişinden sonra gerçekleşir diye Allah (cc), bir düzen koymuştur. O`nun âdeti hep bu şekilde devam etmektedir. Allah`ın (cc) âdetinde de değişiklik olmayacağından olumlu veya olumsuz işler için insanın sebeplere dikkat etmesi, kendine düşeni yerine getirmesi gerekmektedir. Örneğin Cenâb-ı Hak bir çocuğun olmasını, cinsel birliktelik sebebine bağlamıştır. Hazreti Meryem annemiz hariç Cenâb-ı Hakkın âdeti böyledir. Ben Cenâb-ı Hakka mütevekkilim bana kaç çocuk vermişse olur deyip eşiyle beraber olmayan kişinin hali elbette tevekkül değildir.
Sebeplere sarılmadan Allah`a güvenmeye tevekkül değil, “ittikâl” denir. Kelime, mânâsı itibariyle pasifliği anlatır ve bu, yerilen bir durumdur. Cenâb-ı Hak kitabı keriminde insana çalışmasını, ilim öğrenmesini, rızkını aramasını, düşmanlarına karşı güç hazırlamasını, bilmediğini bilene sormasını, işlerinde istişare etmesini, kendisine yakarmasını, dua etmesini, âdil olmasını, yani her şeyi en uygun şekilde yapması için metot ve yöntem bilmesini emretmektedir. Bundan sonra da neticeyi kendisine arz etmesini, tevekkül etmesini isteyerek tevekkül edenleri de sevdiğini buyurmaktadır. Bu iki durum arasındaki ince ayrım İslâmın ilk dönemlerinden beri tartışma konusu olmuştur. Tevekkül konusunun püf noktası burasıdır.
Konuyla ilgili İslâmi kaynakları taradığımızda tevekkülle ilgili âlimlerin ve Allah dostlarının bu püf noktayla ilgili çeşitli tanımlarına rastladık. Her âlim ve Allah dostu Hakka olan yakınlığına göre tanımlar yaptığına şahit olduk. Mesela bir Allah dostu tevekkülü; “çölde bir aslan sürüsünün kendisine saldırdığında kalbinde hiçbir korku oluşmuyorsa bu hale tevekkül denir” şeklinde tanımlamaktadır. Bu tanım İmamı Gazali Hazretlerinin de hoşuna gittiğini okuduğumuz eserlerinden anlıyoruz (Gazali, ihya-tevekkül bahsi). Burada insanın Hakka öyle bir güveninden bahsedilmektedir ki aslan sürüsü bile saldırsa, Cenâb-ı Hak kendisine ne murâd etmiş ise onun olacağı konusunda kalp tam mutmaindir. Neticenin değişmeyeceğinde katilik hissi vardır. Kalbine değişik bir korku gelmemektedir. Tevekkül böyle olmalıdır buyurmaktadırlar.
İmamı Gazali hazretleri “Her zâhid tevekkül sahibi olmayabilir ancak her mütevekkil aynı zamanda zâhiddir” buyurarak tevekkülü zühdden daha üst bir hâl olarak görmüşlerdir.
Hâce-i Hâcegân [15]
Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s.1072.
[2] Ali Osman Tatlısu, Esmâü`l Hüsnâ Şerhi, s.147.
[3] Nisâ 4/81, Ahzâb 33/3.
[4] Dînî Terimler Sözlüğü, c. II, s.263.
[5] Tevbe, 51.
[6] Furkan, 58.
[7] Şuarâ, 217.
[8] Ahzâb, 3.
[9] Ahzâb, 48.
[10] Nahl, 99.
[11] Yusuf, 67.
[12] Âl-i İmrân, 159.
[13] Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme 60.
[14] Dînî Terimler Sözlüğü, c. II, s.263.
[15] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân yolunun hocası.