Adaletin Hakikati-1
Büyük İslam medeniyetinde kişisel gelişim için yapılan uygulamalar vardır, bilmem bilir misiniz. Şimdilerde moda terim olarak “kişinin kendisini gerçekleştirmesi” etkinlikleri. Eskimeyen ifadeyle “kemâlât yolculuğu”, “kâmil insan olma gayreti” gibi. Kemâlât yolculuğunun son duraklarından birisi de “murakabe” dersleridir. Yıllar süren zikir antrenmanları sonucu kalp temizlenir[1], kalbi selim olur; temiz kaynak haline gelen kalpten akıl beslenir, dinginleşir, hürleşir, akli selim olur ve bu aşamadan sonra son merhalelerden birisi olan murakabe dersleri başlar. Murakabede bazı hakikatler tefekkürle sezilmeye çalışılır. İnsanın hakikati, Kâbe’nin hakikati, eşyanın hakikati gibi birçok kurum ve kavramların hakikatleri sezilmeye çalışılır. Buradan hareketle, eskimeyen yöntemlerle, Adaletin hakikatini birlikte idrak etmeye sizleri davet ediyoruz.
Malum adalet, “El-Adl” kökünden türetilmiş olup Cenabı Hakkın 99 isimlerinden birisidir. Adili mutlak; yüce yaratıcımız, yaşatıcımız olan Allah (cc) ’tır. Adalet onun sıfatının tecellisidir. Adillik ona ait bir sıfattır. Allah (cc), görendir, duyandır, bu vasfını insanla paylaşmıştır. Yine Allah (cc) adildir, adalet vasfını insanla paylaşmıştır ve adil olanları sevdiğini kitabı keriminde zikretmiştir[2].
Nasıl ki adaletin kaynağı ve menbaı Allahu Tealanın bizzat kendisi ise ve sıfatını insan ile paylaşmış ise insanın dünyadaki en zirve numunesi, “Beni rabbim terbiye etti[3]” sözüyle bilinen, insanların en şereflisi, kamili, mükemmeli, önderimiz, rehberimiz Hazreti Muhammed (sav)’dir. Bugün ülkemizde adaletin kaynağının nereye dayandığını anlamamız için sembollere bakmamız yeterlidir. Bugün maalesef batı medeniyetinin bir yansıması olarak kıta Avrupası ve ülkemizde adaleti, adalet tanrıçası Themis temsil etmektedir. Hani gözü kapalı elinde bir kılıç olan kadın heykeli. Yazımızda bu tanrılara yer verme niyetinde değiliz. Amacımız adaletin ulvi hakikatlerine kilitlenmektir.
Her kavram ve kuralın hakikati aranırken Efendimiz (sav) dikkate alınmalıdır. Ona dayanmayan kavrama, kavram; medeniyete, medeniyet; adalete de adalet denilmez. Adalet, Cenabı Hakkın sıfatı ise ve bu sıfatı insanla paylaşmış ise bu sıfatın kendisinde tecelli ettiği en güzel numune insan Efendimiz (sav)’dir. Buradan hareketle adalet, kendisini gerçekleştirmiş, kemal bulmuş, hakkı anlamış kâmil insanların sıfatıdır. Onların uygulamalarıdır. Bu uygulamaların sistematik ve kurumsallaşmış halidir yargı. O yüzden bu insanların yaşantıları, uygulamaları dikkate alınarak takliden adaletin tesisini kısa yoldan sağlamak mümkündür. Ancak biz burada taklidi bir adalet uygulamalarından bahsetmeyeceğiz. Büyük insan, Efendimiz (sav) ve onun raşit haleflerinin uygulamaları, adaletin tesisi için elbette önemli mihenk taşlarını oluşturacaktır. Ancak biz burada ahseni takvim olan insanın, Cenabı Hakka ait olan adalet sıfatının hakikatini seyre dalmak istiyoruz. Bu hakikat sezildiğinde, maksat idrak edildiğinde, bu sefer her bir birey, kâmil insan mesabesinde, adalete dair tüm hakikatleri ortaya koyarak, yaşayan birer varisi peygamber, birer adalet timsali hazreti Ömerler, Aliler, Ebu Bekirler olacaklardır. Böyle insanlarımız olduğu müddetçe modern dünyaya ait tüm problemlere Hakkın nazarı ile bakılacak ve Hakkın terazisi ile gerçek adalet tecelli edecektir.
Yüce Peygamberimiz (sav) bir hadisi şerifinde; “Bir saat adalet 70 yıl ibadet gibidir”[4] buyurmaktadır. Bu sebeple adalete dair çalışmaların bir saati bile diğer ibadetlerin en az 70 yılına denk sevaba müstahaktır. Amacımız sevap tüccarlığı değildir ancak adalet çalışmalarının öneminin anlaşılması için bu kural önem arz etmektedir. Kürsü hâkimlerimiz hatıra geldi de akşamlara kadar duruşma yapılırdı. Bu hadisi şerif düşünüldüğünde akşama kadar sekiz saat duruşma olsa, sekiz çarpı yetmiş, 560 yıl, bir günlük duruşma karşılığı 560 yıl ibadet yapmış gibi mi olunuyor, diye sorduğumuzda, açıkçası içimize de pek yatmadığını söylemek isteriz. Zira adaleti duruşma yapmaya kadar sığlaştırmak, adaleti kısırlaştırmak olacaktır. Peki, neydi o bir saat adalet işi, 70 yıl namaz kılacağınıza bir saat adalet ameliyesi içinde olmak. Bizce Adaletin hakikatine dair anahtar buradadır.
Yine başka bir hadisi şerifte bu sefer “Bir saat tefekkür 70 yıl ibadet gibidir”[5] buyrulmuştur. Bir saat düşünce üretimi, yetmiş yıl ibadet gibidir, buyrulmaktadır. Hani diyorlar ya düşünce özgürlüğü, fikir özgürlüğü önemli bir şey. İşte medeniyetimizin ifade özgürlüğüne verdiği değer ortadadır. Tefekkür ile adalet arasındaki ilişkiyi sezmek de adaletin hakikatini aralayan kapılardan bir diğeridir.
Adalet, esasında ibadetlerin şahıdır ve esasında bir tefekkür ameliyesidir. Adalet ile tefekkür aynı tür eylemdir. Adalet farzı ayındır. Kitabı Kerimde diğer farzlar olan namaz, oruç, zekât ve diğerlerinden bahsedilirken bir kibarlık, bir nezaket görürsünüz. “Namazlarınızı kılınız, oruçlarınızı tutunuz, zekâtınızı veriniz” ancak mevzu bahis adalet olduğunda hiçbir farzda olmayan şedit bir emir kipiyle “İnnallahe ye’muru”[6] , “Allah adaleti emreder” buyrulur.
Peki, nedir adalet ve nasıl bir adalet yetmiş yıl ibadete denk?
Adalet; akıl kovasıyla, bilgi ipiyle, vicdan kuyusundan o abı hayat olan adalet suyunun çıkarılması işidir. Tanımdan hareketle adalette üç sacayağı vardır. Bunlardan birincisi akıl, ikincisi bilgi, üçüncüsü vicdandır. Adaleti anlamak için aklı anlamak, bilgiyi anlamak ve vicdanı anlamak gerekir. Hele hele adil olmak için anlamak yetmez, selim bir akıl, doğru, saf bir bilgi ve selim bir kalbe sahip olmak lazımdır. Çünkü akıl olmazsa adalet olmaz, bilgi olmazsa adalet olmaz. Vicdan olmazsa kirliyse adalet olmaz. Temiz vicdanın mekânı, selim bir kalptir. Kirlenmiş bir kalpte vicdanın da temiz kalması mümkün değildir. Öyleyse adalet meselesine akıldan başlanması gerekmektedir.
Adalet İçin Selim Bir Akıl Gereklidir.
Akıl, İslam’a göre korunması gereken beş temel haktan bir tanesidir. Bugün İnsan haklarının kaynağı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine bakınız. Aklın korunması diye bir temel hak göremezsiniz. Henüz keşfedememişlerdir. Bizde aklın muhafazası; canın, malın, dinin ve neslin muhafazası yanında beşinci temel haktır. Aklı korumak hem bireyler için zorunluluktur hem de devletin bu yönde tedbirler alma yönünde pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır.
Akıl, sözlükte bağ anlamına gelmektedir. Bildiğimiz ayakkabı bağı gibi. Yani akıl yaratılış itibarıyla bir şeyi, bir şeye bağlayan alettir. Onun işi bağlanmaktır. Göz nasıl görür ise akıl da bir şeye bağlanarak işlem yapar. Siz aklı bağlanması gereken yere bağlamazsanız bu sefer o tabiatı gereği muhakkak başka bir yere bağlanacaktır. Hür akıl demek, aklın vahye, Hakka, hakikate bağlanması demektir. Ateistler Allah’ı inkâr ederek kendilerinin hür olduklarına inanırlar. Oysaki bilmezler ki akıl Hakka bağlanmazsa, yaratılış gereği Hak yerine başka şeylere bağlanır. İnsana bağlanır, paraya bağlanır, makama bağlanır, inançsızlık inancına bağlanır, bağlanır da bağlanır. Anadolu’da bir söz vardır. “Siz kızınıza sahip çıkmaz iseniz ya davulcuya kaçar ya da zurnacıya”. Siz aklınızı korumazsanız, bağlanması gereken yere bağlamazsanız aklınız kendisini ya sahte ilahlara ya ilah yerine konan beşerlere veya beşer icadı “izmlere-ideolojilere” muhakkak bağlar.
Yine akıl, iyiyi kötüden ayırt eden bir alet değildir. Akıl yaslandığı, bağlandığı, kuralları baz alarak iki iyiden birisini tercih eden alettir. İyiyi kötüyü akıl değil vahiy belirler. Akla göre kurban kesmek bir canı katletmektir. Vahye göre kurban, insanı Allaha yaklaştıran ibadettir. Medeniyetimiz akılla ilgili olarak selim bir akıl tabiri kullanmışlardır. Hür bir akıl, Haktan gayrisine bağlanmayan akıl. Bugün Türk yargısının en önemli sorunlarından birisinin bu olduğu söylenmiyor mu? Aklını okyanus ötesinde bir insana bağlamış çok sayıda hâkimi, savcıyı veya hukukçuyu akıllarını kiraya verdikleri için ihraç ettik. Yine devlette çok önemli görevde olan birçok kamu görevlileri de ihraç oldu. Hatta kendisini gizleyenlerin sayılarının da hayli yüksek olduğu söyleniyor. Siz aklınızı vahye bağlamaz iseniz bu sefer o kendisini haşa Hak zanneden sahte ilahlara bağlayacaktır. Akıl onu mutlak doğru zannedecek onun ilke ve inkılapları doğrultusunda çalışacaktır. Oysa akıl için yüce yaratıcımız, benden başkasına aklınızı bağlamayın, dayanak benim, vekil benim, yalnızca benden yardım dileyin, başkaca rabler, ilahlar edinmeyin buyuruyor. Evet, adaletin hakikati için hür/ selim/ temiz bir akıl gereklidir. Bu hakiki adalet için birinci şarttır.
Adalet İçin İkinci Koşul Bilgidir.
Meselenin çözümü için gerekli asgari ilme/ bilgiye sahip olunmalıdır. Bilgiden kastımız vahye dayalı, dine ve dünyaya ait asgari ilimlerin bilinmesi anlaşılmalıdır. Burası çok açık olduğu için bilgi üzerinde fazlaca durulmaya gerek yoktur. Özellikle bilgi teknolojilerinin yaygın olduğu bu çağda, bilgiye erişimin bir tık mesafede oluşu nedeniyle adaletin tecellisinde bilgi ve erişiminde sorun bulunmamaktadır. Bu sebeple bu başlık altında bu açıklamalarla iktifa edeceğiz.
Adalette Üçüncü Sacayağı ise Vicdandır.
Vicdan meselesini, önemine binaen bir sonraki yazımızda inceleyeceğiz.
[1] Rad Suresi, 28. Ayet: “…İyi bilinki kalbler, yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.”
[2] Hucurât Suresi, 9. Ayet: “…Şüphesiz Allah adil davrananları sever.”
[3] Suyuti, el-Câmiu’s-Sağîr, c.I, s.12.
[4] Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 58, 1721; Zeylâî, Nasbu’r-Râye,IV, 67.
[5] Aliyyu’l-Kārî, Esrâru’l-Merfû’a, 175; Suyutî, Camiu’s-Sağir, II/127; Aclûnî, I/310.
[6] Nahl Suresi, 90.Ayet.