5. 4. MUHASEBEDE DAİM OLMAK (4.Bölüm)
d. Hâcegân Yolunda Muhasebe
Hâcegân yolunda muhasebe; sözlük anlamında ve kimi kaynaklarda belirtilen kişinin cenneti kazanabilmesi için önden kendisinin iyi veya kötü (günah-sevap) eylemlerinin hesap edilmesi tarzında tarif edilen bir sevap tüccarlığı şeklinde anlaşılmaz. Aksine ortada bir hesap varsa bu hesap işinde ehem olan kişinin Cenâb-ı Hakkın kendisi için yaptıkları karşısında kendisinin neler yapamadığının tespiti ile cennet için değil “cemali bâ kemâl” uğruna Cenâb-ı Hak ile ilişkisinin nasıllığının her an hesap edilmesi işidir. Bu hesap işi için Peygamber Efendimiz ﷺ altı saat belirlemiştir [1] ama bu asgari bir süredir. Üst süre açıktır. Bu manada Hâcegân büyükleri rabıta meselesinde olduğu gibi burada da kişiye bu tarz bir muhasebe için yirmi dört saat bile azdır buyrulmaktadır. Her an Cenâb-ı Hak ile ilişkinin nerede olduğunun hatırlanması işlemi olunca elbette yirmi dört saat bu iş için azdır.
Muhasebe aslında öyle bir ibadettir ki, bir saati bile yetmiş yıl ibadete denk tefekkür ameliyesi içinde yer alır. Yani muhasebenin temel unsurlarından sadece birisidir tefekkür. Tefekkürsüz bir muhasebe düşünülemez. İnsan tefekkürü ile ufkunu genişleterek sığ sevap-günah tüccarlığını aşmalıdır. Eşrefi mahlûk oluşluğunun gereği olarak Hakka muhataplığı ve dünyaya gönderiliş gayesini unutmadan ve her an görmese bile onun kendisini gördüğünü düşünerek, ihsan sırrına ererek bu tarzda bir murakabe yapmalıdır. Muhasebesini bu tefekkür ufkunun üzerine oturtarak müşahede makamına geçilmelidir. Bir şeylere şahitlik başlamalı, böylece irfan mertebesine erme söz konusu olmalıdır. Netice müşahededir. Kişi elbette bu dünyada zahir gözü ile Cenâb-ı Hakkı göremeyecektir. Ancak insan basiret gözüyle, kalp gözüyle Cenâb-ı Hakla iletişim kurmalı, onu görmelidir. Hz. Ali efendimizin buyruğu insana şiar olmalıdır. Ali efendimiz (kv): “ben görmediğim mabuda inanmam” buyurmuşlardı. Ne demek istiyorlardı. Ben tüm azalarımla Cenâb-ı Hakkı görüyorum ve iman ediyorum. Görerek iman ediyorum, buyuruyorlardı. İşte bu görüş için en az altı saat muhasebeye ihtiyaç var değerli kardeşlerim.
Murakabe, muhasebe ve müşahede bu üç kavram bu sebeple çok önem arz etmektedir. Sonuçta ele geçen şeyi Hâcegân büyükleri yine insanın kendisi olarak tanımlamışlardır. İnsan neticede kendisini tanıyor. Nefsini tanıyor. O yüzden Cenâb-ı Peygamber ﷺ; “nefsini bilen rabbini bilir”[2] şeklinde buyurmuşlardır. Bu iş insanın, kendisini çözmesi ile olacak iştir. Başkasıyla veya ötelerin ötesiyle uğraşılacak zaman yoktur.
İnsan Nefsi İle Şirket Kurmalıdır.
Hâcegân büyükleri bu dünyayı bir pazaryeri olarak görmüşler ve insanı bu pazaryerinde nefs ile ticaret yapan bir tüccara benzetmişlerdir. Bu ticaretin kazancı cemali ba kemâldir. Yâni kârı, ebedî saadet, ziyanı da, ondan mahrumiyet olan sonsuz felakettir. İnsanın bu ticarette bir de ortağı bulunmaktadır. Bu ortak da nefstir. İnsan nefsi ile bir şirket kurmalı aradaki hukuku iyi belirlemelidir. Bu ortakla bir yola çıkılmaktadır. Bu ortağın kötü olduğu Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin ﷺ sözleriyle sabittir. Kişiye ölüm gelinceye kadar bu ortaklık devam edecektir. Öyleyse insan bu ortakla iyi geçinmeyi öğrenmeli ve onunla bir sözleşme imzalamalıdır. Uyulması gereken kuralları baştan tespit etmeli diğer ortak olan nefse izah edilmelidir. Şirketin ana mukavelesi oluşturulmalıdır. Buraya kadar olan kısım İslam’ın ve dini emirlerin yaşanması, ibadetlerin ve tefekkürün yapılması aşamasıdır. İkinci önemli husus murakabe dediğimiz ortakların sözleşmeye uyumunun olup olmadığı hususu iyi izlenmelidir. Murakabenin (kontrol) yerine getirilmesi sonucu, muhasebe dediğimiz hesaplaşma başlamalıdır. Hesaplaşma sonucu sözleşmeye aykırı davranış varsa kötü ortak sözleşmeye aykırılıktan mahkemeye verilmelidir. Neticede mahkemeden mu’âkabet dediğimiz cezâ çıkarsa bu cezayla birlikte mücâhede dediğimiz onunla uğraşma ve muâtebet dediğimiz onu azarlama işleri yapılmalıdır.
Peygamber Efendimizin ve Hâcegân büyüklerinin buyurduğu bu hesaplaşma elbette basit bir iş değildir. İnsan fıtrat itibariyle, nefsine düşkün bir varlık olduğu göz önüne alındığında, hiçbir dış etki olmadan böylesine zorlu bir davranışı sergilemek zannedildiği kadar kolay değildir.
Zira söz konusu olan şey bir hesaplaşmadır ve bu insanın bizatihi kendi kendisiyle yapacağı bir iştir. Böyle bir hesaplaşma belki amellerin en zor olanlarından birisidir. Bu sebeple de büyük cihad olarak adlandırılmaktadır. Zira sair ibadetlerde cenneti arzulama olabildiği için nefse dokunma yoktur. Yine kişinin tefekkürle yaşadığı manevi hazda yine bir nefse dokunuş yoktur. Ancak konu muhasebeye özellikle nefs muhasebesine geldi mi, ortada çok sevimsiz bir durumla karşı karşıya kalınmaktadır. Bu sevimsizlikte insanın, kendi davranışlarını tahlil ederken tam anlamıyla objektifliği yakalayamayacağı açıktır. Bu sebeple yeminli mali müşavirler dediğimiz tarafsız Cenabı Hakka yemin vermiş ehil kamil insana ihtiyaç vardır.
Bu zorluğun başka sebeplerinden birisi de, kontrol edilmesi ve hesaba çekilmesi gereken nefsin, bizatihi Cenâb-ı Hak tarafından yaratılıp teçhiz edilmesinden kaynaklanmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Yusuf (as)’ın lisanıyla, nefsin, insanı sürekli olarak kötülüğe teşvik ettiğine ve onun kötülüğünden kurtulabilmek için kişinin ilâhî yardıma ihtiyaç duyduğuna işaret eder.
وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّيَ إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefs Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü emreder şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”[3]
Âyet-i Kerimenin işaret ettiği açıdan bakıldığında, nefs muhasebesi için insanın kendi iradesi yanında Allah’ın merhametinin de bulunması gerekmektedir. İlâhî rahmet olmadan nefsi hesaba çekmek ve onun zararlarından korunmak mümkün değildir. Dolayısıyla insan, kendisini dizginleme mücadelesinde muvaffak olmak için, ilahi rahmeti celp edecek amellere yönelmekle birlikte Sünnete muvafık ideal bir hayat yaşamaya mecburdur.
Hâcegân büyükleri ilahi rahmeti celbeden amelleri sıralarken bunların en başına “büyüklerle yapılan sohbeti” koymaktadırlar. Allah dostlarıyla yapılan iki dakika sohbetin birçok ibadetten üstün olduğuna işaret ederler. Tıpkı sahabe efendilerimizin üstünlüğü gibi. Efendimizi ﷺ baş gözüyle görmek kişiyi sahabe yapmaktadır. Niçin? Çünkü o hazreti insanın zahirini görmekte de bir hikmet var bir feyz bereket var. Kitaplardan öğrenilemeyecek şeyler var. Sahabe zaten sohbet eden demek değil midir? Kendilerine niçin sahabe denilmiş? Burası bile tefekkür edilse insanı kamile yol vardır. Tabi ki anlayabilene…
Muhteremler, İslam’ı, yüz yüze sohbet ederek öğrenme metodu, geçmişte mi kaldı sizce? Sahabeydi yaşadılar gittiler. Allah selamet versin deyip kitap peşine mi düşeceğiz. Meseleyi fazla uzatmak istemiyorum. Hâcegân yolunu bir cümle ile büyüklerimiz şöyle izah etmişlerdi: “O dem bu dem, O âdem bu âdem”. O yol da, o yolun manevi mirasçısı da, o yolun yolcuları da el an vardır, devam etmektedir. O dem, bugün de Hâcegân geleneğinde devam etmektedir. Onun ﷺ manevi mirasçısı da benzer görevdedir ve benzer hükümdedir. Onlara mülaki olmak bir çok ibadetten evladır. Hele hele nefs muhasebesinde mürşidi kamil, nefsin tüm azgınlığına rağmen onun ıslahı konusunda tam bir uzman hekim gibidir. Konuyla ilgili aşık, şair bir zatın şöyle bir şiir tarzında terennümü vardır: “Hak dostlarıyla sohbet etmişsen dakikateyn, Onlarla yemişsen Lokmateyn, Vacip oldu sana Cenneteyn”. Yani “Hak dostlarıyla iki dakika sohbet etmişsen, onlarla iki lokma yemişsen, Allah’ın izni keremiyle sana iki cennet vacip olur” denilmektedir. Aşığın hali bu. Aşk hali der, geçebilirsiniz ama altında çok derin hakikatleri barındırıyor. Düşünün… artık sıklet çekerse… meselenin altından kalkabilene aşk olsun diyor, meseleyi sizlere havale ediyoruz.
Hadisi şerifte Cenabı Peygamber ﷺ ; “Akıllı şu kimsedir ki, günü dörde ayırıp, birincisinde, yaptıklarını ve yapacaklarını hesap eder. İkincisinde, Allahu Teâlâya münâcât eder, yalvarır. Üçüncüsünde, bir sanatta veya ticârette çalışıp, helâl para kazanır. Dördüncüsünde, istirâhat eder ve mubâh olan şeylerle kendini eğlendirip, haram şeyleri yapmaz ve onlara gitmez” [4] buyurmaktadır. Buradan anlaşılmaktadır ki Muhasebe işleri kişinin hayatının 4/1 ini meşgul etmeli. Günde 6 saat rızık için çalışmalı, 6 saat muhasebe yapmalı, yani insan planlı programlı olmalıdır. Çalışıyoruz ama bunun verimi nedir? faydası nedir? Vatana millete katkısı nedir? daha verimli olabilmek için daha neler yapılabilir. Bunlar da en az çalışmak kadar önemli ve zaman harcanması gereken hususlardır.
Şimdilerde AR-GE diyorlar ya. Araştırma geliştirme çalışmaları. Bu çalışmalara yapılan yatırımlar önceden boşa harcanan zaman ve para gibi gözükürken günümüzde AR-GE yatırımları, sırf bu işte özel adamların istihdamı, şirketlerin, toplumların ve devletlerin gelişmesinin vazgeçilmez unsurları haline gelmiştir.
Tıpkı zahirde olduğu gibi insan manevi aleminde de bir AR-GE çalışması yapması, yaptırması Cenabı peygamber ﷺ tarafından tavsiye edilmektedir. Bu AR-GE’ye günde altı saat ayır buyruluyor. Bu altı saati de nasıl değerlendireceğini de yine sözün sahibinden öğren deniliyor. Zira O ﷺ “beni rabbim terbiye etti”[5] buyurmakta. Kendisinin de terbiye ettikleri ve onların da terbiye ettikleri var. Bu terbiye işinin kıyamete kadar devam edeceği bize hem Cenabı Peygamber ﷺ hem de Hak dostları tarafından müjdelenmiştir.
Mademki altı saatimizi AR-GE ye ayıracağız. Bu altı saat zaman dilimi içinde bu işi başarmış İnsanı Kamille sohbetleşmek, ondan tüyolar almak, taktik almak da dahildir. Günde 6 saat ama hindi gibi tek başına düşünerek geçirilen 6 saat mi? 6 saat ama elinde abur cubur hükmünde sağlıksız ne idiğü belirsiz kafası karışık adamların kitaplarıyla mı? Hayır.
Nasıl Peki?
Tıpkı Nebevi metodla, terbiye edilmiş insanla sohbet ederek, derdimizi, hastalığımızı anlatarak, ondan taktik, tüyo alarak, himmet, dua alarak, manevi enerji alarak, “sadıklarla beraber olun” [6] ayetinin gereğini yerine getirerek bu işi başa çıkarmak.
Kuranı Kerimde, Cenabı Hakka vesilelerle yaklaşın buyrulmaktadır[7]. Bu vesilelerin büyüklerinden birisi de İnsanı Kamildir. Bu sebeple özellikle nefs muhasebesi konusunda yapılması gereken elzem iş, daha önce bu işi yapmış, ustasından öğrenmiş, terbiye edilmiş bir insanı kâmile mülaki olmaktır. İnsan, hesabını kitabını başta da belirttiğimiz gibi yeminli mali müşavir hükmünde olan insanı kâmile götürmelidir. İş ehline götürüldü mü nefs de rahat eder, bizlerde rahat ederiz. Nefsle uğraşmak yerine Cenâb-ı Hakkın gören gözü, tutan eli, işiten kulağı hükmünde bu insanı kâmilin şahsında Cenâb-ı Hakla birlikteliğin hazzını yaşarız.
Bizim ne olduğumuzun önemi yanında kiminle olduğumuzun önemi daha elzemdir. Zira ayeti kerimede: “وكونوا مع الصادقين“, “Ey iman edenler… sadıklarla (istikamet sahibi olanlarla) beraber olun” [8] buyrulmaktadır. Yine hadisi şerifte; “Kötülerle beraber olan iyi neticede kötüdür. İyilerle birlikte olan kötü neticede iyidir” fermanı gereği; sadece iyi olmak yetmemekte, iyilerle birlikte olmamızda istenmektedir.
İşte bu yüzden kişinin bu muhasebe işlemlerinde müflis veya zengin olmasının öneminin yanında muhasebesini iyi tutmuşlarla beraber olması neticeye daha etkilidir. Öyleyse sonuç olarak başlattığımız kampanyayı hatırlatarak;
Haydi İnsan! İnsanı kâmil’e,
Temiz defter, temiz insan, temiz toplum kampanyasına devam diyoruz.
Defterin nasıl olursa olsun gel. Bin defa iflas etmiş olsan da yine gel.
Hâce-i Hâcegân [9]
Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] Peygamber Efendimiz ﷺ bir hadisi şeriflerinde; “Akıllı şu kimsedir ki, günü dörde ayırıp, birincisinde, yaptıklarını ve yapacaklarını hesap eder.” Hadis metni için bkz: İmamı Gazâli, Kıyamet ve Ahiret s.64.
[2] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c. 2, s. 262, no: 2532.; Aliyyü’l-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtih, c. 1, s. 152.; İmam Mâverdî, Edebü’d-Dünya ve’d-Din.; Ebû Talib el-Mekkî, Kûtü’l-Kulûb, c. 2, S. 68-80.
[3] Yusuf Suresi, 53. Ayet.
[4] İmamı Gazâli, Kıyamet ve Ahiret s.64.
[5] El-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, 1/224-225.; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 1/72.
[6] Tevbe Suresi, 119. Ayet.
[7] Maide Suresi, 35. Ayet: “O’na (cc) yaklaşmak hususunda vesile arayın”
[8] Tevbe Suresi, 119. Ayet.
[9] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân yolunun hocası