5. 3. MUHASEBEDE DAİM OLMAK (3.Bölüm)
aa. Nefsin Muhasebesi
Nefs ve onun muhasebesi işlemleri, aslında dinin özü, insanın ve insanlığın sırrıdır. Birçok dini hakikat bu temel kavram etrafında oluşturulmuştur. Hakkı tanıyış, nefsi tanıyıştan geçmektedir. Nefsin lehine ve aleyhine olan durumların bilinmesi fıkıh, onun güzelleştirilmesi ahlak, onun Hakka yönelik fiilleri ibadet, dine mugayir hareketleri günah olarak adlandırılmıştır. İslâm dini insan üzerine kurulmuş ise insan denen varlığın şifresi de insan nefsi üzerine konmuştur.
İmam-ı a’zam efendimizin fıkıh tarifine baktığımızda “fıkıh; nefsin leh ve aleyhine olan hususların bilinmesi”[1] şeklinde olduğu görülmektedir.
Kur’anı kerimde nefsle ilgili Şems suresi 8. ayette; فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا” – Ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti”; yine Fussilet suresi 53.ayette; “İnsanlara, afakta (dış dünyada, kainatta) ve kendi nefslerinde âyetlerimizi göstereceğiz” buyurulmaktadır. Hadisi şerifte Cenâb-ı Peygamber ﷺ; “Nefsini bilen rabbini bilir” [2] fermanı ilahisi ile nefsin önemine işaret etmektedir.
Nefs kelimesi nasıl anlaşılırsa anlaşılsın, insanı insan yapan olmazsa olmaz olan en önemli öğelerden biridir. Cenâb-ı Hakkın, nefsi bizzat dizayn ettiği yine Şems suresi 7. ayette bildirilmektedir. “Nefse ve onu dizayn edene (sevva edene) andolsun”– وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا”. Böylesine muazzam bir varlığın hesabını kitabını bizim yapmamız istenmektedir. Elimizdeki mevcut malzemelere baktığımızda, Cenâb-ı Hakkın insana beklide en büyük lütuflarından biri olan ruhu, insanı Cenâb-ı Hakla muhatap olma özelliğini verdiği aklı, insan için bu dünyada Hak adına ne yapması ve nasıl yaşaması gerektiğini bildiren ilahi kitabı, Kur’an-ı kerim bulunmaktadır. Öyleyse muhasebe araçları; Cenâb-ı Hak tarafından dizayn edilmiş nefs, Cenâb-ı Hak tarafından verilmiş ruh, Cenâb-ı Hak tarafından yaratılmış akıl, Cenâb-ı Hak tarafından verilmiş kitap (Kur’an)tır.
İnsan, bu muhasebe araçlarını düşündüğünde kendisinin nerede olduğunu sormadan edemiyor. Her şeyimiz O’ndan (cc), ondan ayrı, onsuz olan bir şey yok ki, insan neyin muhasebesini nasıl tutacak. Muazzam olarak dizayn ettiği ve kendisine fucuru ilham ettiği nefsi, hangi insani güç durdurabilir ki. Hâcegân büyüklerinden Bayezıd-ı Bestami (ks) hazretlerinin “beni Allah’tan kurtaracak kimse yok mu? Diye bağırdıkları rivayet edilmektedir. Bu sırra mazhar insanı kâmiller her anda Cenâb-ı Hakkın varlığını müşahede etmişler ve bir an dahi olsun ondan gayri bir halleri olmamıştır. Nefsin hilelerinde onu veren gücü düşünerek yine ona sığınarak korunmaya çalışmışlardır. Yer gelmiş mağlup olmuşlar ama ardından hemen tevbe etmişler, yer gelmiş galip olmuşlar ama ardından hemen şükrünü eda etmişlerdir. İnsan her halükarda kazanmıştır. Günah işlemiş ise Cenâb-ı Hakkın bu sırrına mazhariyeti ile tevbe ettiğinde tüm günahlar sevaba tebdil olmuştur.
Burada anlatmak istediğimiz husus şudur. Muhteremler, Cenâb-ı Hakkı yalnızca camilere hapsetmek, yalnızca sevaplarda aramak veya ötelerin ötesinde aramak bu dini mübini anlamamaktır. Mezhep imamımız imam-ı a’zam fıkhı tarifte nefsin lehine ve aleyhine olan hususların bilinmesi olarak tarif buyururken, aleyhe olan hususların bilinmesi konusuna ayrıca işaret etmiştir. Aleyhe olan husus kimi zaman soyut okuma ile öğrenilirken kimi zaman yaşanarak öğrenilir. Öyleyse kişi her hal ve kârda, gönül yârda, akıl başta ise Cenâb-ı Hakkın varlığından bi haber geçecek bir saniye dahi zamanı yoktur. Kişi her an onunla hem dem olabilme kudretine sahiptir. Bunu başarmış en güzel model Cenâb-ı Peygamber ﷺ efendimizdir.
Öyleyse muhasebe; aklın, dinin kurallarını algılayarak, nefsin bu kurallara uygun hareketini kontrol etme işlemi olarak tanımlanabilir. Tasavvufi manada muhasebe insanın tüm azalarının görevlerini yaparken Cenâb-ı Hakkın her hal ve kârda tüm eylem ve işlemlerde varlığının müşahade edilmesi halinde olunup olunmadığının tespiti işlemleridir. Bu aşamada nefs de Cenâb-ı Hakkın emri ilahisi ile görevini yerine getirecek, akılda Cenâb-ı Hakkın kendisine yüklediği görevi ifa edecek, yapılması gerekenler yapılacak, Cenâb-ı Haktan yardım istenecektir. Netice fiil nasıl olursa olsun insan meseleyi lehine döndürmeyi bilmelidir. Olumsuz fiilde tevbe etmeli, olumlu fiilde şükür etmelidir. İşte muhasebe, olumlu veya olumsuz fiillerin tespiti işlemi değil de neticede kişi meseleyi lehine döndürebilmiş mi veya döndürememiş mi? Bu ameliyeye tasavvufta muhasebe denilmektedir.
Bu anlattığımız çerçevede Cenâb-ı Hakkın insanın her azasında mevcudiyeti ve insanla birlikteliği düşünüldüğünde ve bu maiyet sırrına eriştiğinde insan artık O’ndan (cc) gafil bir ânım var mı, diye sormaz. İşte insanın gafletinin varlığı ve çokluğu ile muhasebe işlemlerinin çokluğu doğru orantılıdır. Kişinin Allah’tan gafleti artıkça muhasebeye olan ihtiyacı da artar. Acaba ne durumdayım, kendimi bir hesaba çekeyim der. Efendimiz ﷺ günün dörtte birini muhasebe işlemlerine ayırmamızı emretmektedir[2]. O zamanın insanı için buyurduğu muhasebe altı saat iken bugün Hâcegân büyükleri yirmi dört saat muhasebe azdır buyurmaktadır. Yani yirmi dört saat Allah ile bağlantını kontrol etsen yine de yetmez denilmektedir. Zira zamanın insanının hastalıkları “gaflet” gibi bir şekilde çözülebilir hastalıklardan değildir.
Bediüzzaman hazretlerinin buyurduğu gibi zaman iman kurtarma zamanıdır. İnsanların dine ve İslâma bakışı ortadadır. İnsan inanmadığı veya inandığını zannettiği hangi ilkelere bakıp da hangi yanlışlarını düzeltme gayretine girecek. Muhasebe yapabilmek için doğrunun bilinmesi gerekmektedir. Doğru baz alınarak kişi nerede olduğunu, fiilinin ne manaya geldiğini anlayabilecektir. Bu boyuttan bakıldığında bizim tasavvufi manada bahsettiğimiz her anın Cenâb-ı Hakla birlikteliğinin kontrolü çok lüks kalmaktadır. İnsanlık kuru ekmeğe muhtaç iken bizim bal baklavadan bahsetmemiz ne kadar anlamlı olacaktır. Öyleyse muhasebe kavramına değişik işlevlerin yüklenmesi gerekmektedir.
Kişi kendi muhasebesi yanında, en yakınından başlamak suretiyle sorumlu olduğu veya sorumluluk hissi duyduğu tüm hususların muhasebesini yapmalıdır. Zamanın ihtiyaçlarına göre doğru ve şaşmaz kuralları tâlimle dinimizin emirlerini doğru anlayarak, neleri doğru yaptığını veya neleri doğru yapmadığını tespit ederek bugünkü insanları Cenâb-ı Hakka, Cenâb-ı Hakkı bugünkü insanlara sevdirme gayretine girmelidir. Aklını ve fikrini “ben bu ameliyenin neresindeyim?” Sorusuna yormalı ve bu minval üzere cevap aramalıdır. Bu cevap arama işine de Muhasebe denilmelidir.
Birey kendi muhasebesini yaparken aynı zamanda bir diğer kardeşini de yaptığı işin doğruluğu konusunda, sağlama yapmada aktif olarak kullanmalıdır. Bu durum kardeşlik şuurunun artmasına vesile olurken, kişi kendi nefsinin oyunlarından da emin olur. Ortak bir akıl oluşur. Ortak bir velayet oluşur.
Gavs Abdulhakim hazretlerinin Şahı Hazne hazretleriyle yaşadığı bir olay ibret vericidir. Bir gün Şahı Hazne hazretleri talebesi Gavs hazretlerini alır ve kıra çıkarlar, tenhada Şahı Hazne hazretleri Gavs hazretlerine; sana bir soru soracağım ama bana doğru söyleyeceksin derler. Şu etraftaki tüm canlı ve bitkiler şahit olsun ki bana doruyu söyleyeceksin buyururlar. Gavs hazretleri merakla ne soracaklarını anlamaya çalışırken bir yandan da kendilerinden geçerler, etraftaki canlıların ve bitkilerin şahit olacağı şey neydi ki diye. Ardından Şahı Hazne hazretleri, bunca yıldır talebemsin, bende bunca yıldır İslâma mugayir bir hareket gördün mü, diye sorar. Gavs Hazretleri biraz rahatlar ve cevaben; değil İslâma mugayir bir fiil, azimet olmayan bir harekete dahi şahit olmadım efendim derler.
Şahı Hazne gibi büyük bir Allah dostu, zamanın gavsı olacak bir zata kendisini soruyor. Burada çok değişik durumlar var ama biz meseleyi muhasebe açısından ve ortak velayet açısından değerlendirmek istiyoruz. Şahı Hazne hazretleri kendisinin muhasebesini kendisi yapmış olmasına rağmen bir diğer kardeşine hem de talebesi hükmünde bir kişiye kendisini kontrol ettiriyor. Kendi denetimini başkasına yaptırma ihtiyacı duyuyor. Büyüklük burada sevgili arkadaşlar. Şimdi hangi grubun lideri, kendisi hakkında söz söyletiyor. Bu yüzden bugün dinin ve İslâmın anlaşılması ve yaşanması konusunda ciddi sıkıntılar çekilmektedir. Bireysel velayet iddiaları etrafında toplanmış bölünmüşlük. Bu durum Cenâb-ı Hakkın hoşuna gitmediği için bugün insanlığa umut olacak çığır açacak bir hareket oluşamamaktadır.
bb. Cemaat veya Toplulukların Muhasebesi
Tasavvuf genel olarak şahsın velayeti etrafında toplanmaktadır. Zamanın, insanı kâmilinin yaşadığı hale ve etrafındaki kişilerin o halle hem dem olmasına tasavvuf denilmektedir. Zahirde böyle olmasına rağmen Hâcegân pirleri, kendi velayetleri yanında insanları doğru yola çağıran hak bir topluluğun oluşumuna da ayrıca önem vermişlerdir. Cenâb-ı Hakkın huzuruna yalnız çıkmak yerine yanında getirdiği arkadaşlarıyla birlikte huzura çıkmayı önemsemişlerdir. Bir kişinin velayeti üzerine kurulu tasavvuf ve tarikatlar gün be gün eriyip gitmektedirler. Grubun velayeti üzerine, ortak bir aklın oluşturulduğu, istişareye dayalı topluluk ve cemaatlerin insanlığın umudu haline geldiği ve Cenâb-ı Hakkın bu cemaatler üzerinde bir yardımı olduğu görülmektedir. Dikkat edilirse modern dünya bile bugün kişilerin hâkimiyeti yerine toplulukların hâkimiyeti sistemine geçmiş bulunmaktadır. Krallıklar, toteriter sistemler bir bir yıkılmış yerini istişareye ve çok insanın yer aldığı, seçimlerin olduğu sistemlere geçilmiştir. Buradan Gavs Abdulhakim hazretlerinin (ks) buyurduğu şu husus anlaşılmalıdır. Şeyhlik kapısını kapatın dostluk kapısını, arkadaşlık, birlikte yaşama, beraber iş yapma ve karar alma kapısını açın.
Bireysel muhasebeler yanında grupların cemaatlerin veya toplulukların kendi muhasebelerine de ayrıca önem verilmelidir. Bugün hukuken oluşturulan şirketlerde bile yönetim kurulu varken, bu kurul dışında oluşturulan denetim kurulları da vardır. Bu insanlığın yıllardır yaşadığı tecrübelerin ve aklın vardığı son noktadır. Bugün hangi cemaatin bu tarz eksikliklerini dile getiren, bir öz eleştiri yapan insanları veya kurulları vardır. Bu yüzden grup veya cemaatler kısır döngü içerisinde bir veya birkaç kişi etrafında dönüp durmakta, kendisini yenileyememektedir. Nasıl ki bir insan kendi denetiminin sağlaması için başka bir insana ihtiyaç duyuyorsa, bugün bir cemaat, kendi muhasebesi için niçin kardeş bir cemaatin tavsiye ve telkinine ihtiyaç duymuyor. Lafa geldi mi kardeşlikle ilgili ayet ve hadisler havada uçuşurken yapılan bir yanlış dile getirildiğinde nerdeyse dile getiren, küfürle samimiyetsizlikle itham edilmektedir. Bugün bu bölünmüşlük Cenâb-ı Hakkın hoşuna gitmemektedir. Bireysellik yerine grupsal birliktelik daha rahmeti celbetmektedir. Hadisi şerifte Peygamber Efendimizin ﷺ buyurduğu gibi bugün cemaatler mesailerinin en az dörtte birini bu muhasebe işleriyle meşgul etmelidirler. Bu muhasebeyi yapacak kişilerinde yönetimi oluşturan kurulların dışından olması aklın, dinin ve vicdanın vardığı son noktadır. Kişinin kendi kendisini denetlemesi ne kadar mantıklı ve kişiyi ileri götürücüdür. Bu sebeple cemaatlerin yönetim kurulları dışında diğer kişilerin dile getirdikleri hususlar asla ve asla göz ardı edilmemelidir.
Hâcegânın kadim fikriyatı üzerine kurulu olan Hâcegân Vakfı; bireysel velayet yanında kendisine teknik konularda danışmanlık yapacak üniversite hocalarından ve teknik kişilerden oluşan 5 kişilik “Danışma Kurulu” [3] nun yanında, 16 kişilik “Âlimler ve Âkiller Kurulu” [4] nu oluşturmuştur. Bu kurulda; üniversite hocalarından, sivil toplum kuruluşları ile sivil toplumun kanaat önderlerine, âlimler başta olmak üzere işçisinden, sanatkârına, memurundan iş adamına ve yüksek bürokratına kadar toplumun âlimleri ve âkilleri yer almaktadır. Hâcegân-ı Âli Meclis de denilen bu heyet; milletin ve memleketin sorunları başta olmak üzere bütün insanlığı ilgilendiren sorunlar ve çözümleri konusunda başvurulan aksakallılar meclisidir. Özellikle hassas konularda, doğru istikamet üzere hareket edilmesi için kendisine müracaat edilen heyettir.
Muhasebe kavramı içerisinde bugün eleştiri diye adlandırdığımız bir terimde yer almaktadır. Kişi öz eleştirisini yapmakla birlikte diğer insanların kendisi hakkındaki eleştirilerini de dikkate almalıdır. Cemaat bazında, cemaatin önde gelenlerinin yaptıkları muhasebe yanında, bu kişilerin dışındakilerin yaptığı muhasebe ve eleştiriler bir o kadar önemlidir. Bu zamanda bu tarz yapılan muhasebe, Hakkın rahmetini en çok celbe vesile ibadet olmasına rağmen kişiler veya topluluklar tarafından en çok gözden kaçırılan önemli hususlardan belki de en önemlisidir.
Netice olarak; çok zikir, çok fikir, çok ibadet ama ille de muhasebe, muhasebe…
Hâce-i Hâcegân [5]
Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] Aliyyu’l-Kâri, Şerh-u Fıkhi’l-ekber, s. 49.
[2] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c. 2, s. 262, no: 2532.; Aliyyü’l-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtih, c. 1, s. 152.; İmam Mâverdî, Edebü’d-Dünya ve’d-Din.; Ebû Talib el-Mekkî, Kûtü’l-Kulûb, c. 2, S. 68-80.
[2] Peygamber Efendimiz ﷺ bir hadisi şeriflerinde; “Akıllı şu kimsedir ki, günü dörde ayırıp, birincisinde, yaptıklarını ve yapacaklarını hesap eder. İkincisinde, Allahü Teâlâya münâcât eder, yalvarır. Üçüncüsünde, bir sanatta veya ticârette çalışıp, helâl para kazanır. Dördüncüsünde, istirâhat eder ve mubâh olan şeylerle kendini eğlendirip, haram şeyleri yapmaz ve onlara gitmez”. Hadis metni için bkz: İmamı Gazâli, Kıyamet ve Ahiret s.64.
[3] Danışma Kurulu için bkz: https://haceganvakfi.org/danisma-kurulu/
[4] Âlimler ve Âkiller Kurulu için bkz: https://haceganvakfi.org/alimler-ve-akiller-kurulu/.
[5] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân yolunun hocası.