5. 2. MUHASEBEDE DAİM OLMAK (2.Bölüm)
bbb. Nefsin Hakikati
İnsanın ilk yaratılma isteği zuhura geldiğinde melekler “yarabbi yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek kişiler mi yaratıyorsun” biz sana yetmiyor muyuz? Sualini sordular. Cenâb-ı Hak “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim”[1] buyurdu. Yani “siz susun, benim işime karışmayın” buyurdu. Meleklerde nefs bulunmadığı için Allah’a ibadetle günleri geçmektedir. İnsanın nefsinin mahiyetine vakıf oldukları için bu soruyu sormuşlardı.
İnsan nefsini tanıdı mı, haddini ve hududunu bilir, rabbini bilir. İnsan nefsini tanımadı mı, bu sefer hadsizleşir taki kendini ilah sanma cüretkarlığına kadar gider. Kendisini ilah sanma cüretkarlığı nerden gelir. Çünkü Cenabı Hak insanı ahseni takvim yani mükemmel bir şeklde yaratmıştır. Kendinden özellikler koymuştur insana. Kendisi (cc) basiirdir, insan da basardır, görücüdür. Kendisi (cc) işiticidir, insan da işitir ve diğer hasletleri siz düşünün.
Aslında nefsin yaratılışı, insanın ilahlık iddiasında bulunmaması içindir. Cenâb-ı Peygamber ﷺ ; “eğer siz hiç günah işlemeseydiniz Allah (cc) sizin hepinizi helak eder günah işleyen bir topluluk yaratırdı”[2] buyurmaktadır. İnsan nefsle birlikte büyüklenme, kendini ilah görme cüretkarlığını bırakır. Haddini bilir. Nefs, insanın ne kadar büyük olduğunun perdesidir. İnsan nefsi, gerçekten doğru okuyabilirse bu durum perde olmaktan çıkar ve insanı illiyyine götürür. Ancak insan bu nefsin arzularına esir olursa hayvanlardan da daha aşağılara düşeceğini yine Kur’an bizlere bildirmektedir[3].
Öyleyse nefs; Cenâb-ı Hakkın ilahlığını kimseye bırakmadığının ispat vesilesi olarak insana verilmiştir. İnsan doğmadan önce nefsle tanıştığı gibi ölene kadar onunla yaşamaya mahkûm ve mecburdur. Ölümden sonrası için Cenâb-ı Hakkın iradesi bu yönde değildir.
Hâcegân pirleri, böylesi muazzam ve donanımlı yaratılan nefsle mücadelede değişik yöntemler geliştirmişlerdir. Önce nefsin çerçevesi çizilmektedir. Yani nefsin, Cenâb-ı Hakkın emri ilahisi olduğu, Şems suresinde belirtildiği üzere “fucuru” Hakkın ilhamıyla insana yönelttiği, karşı karşıya kalınan varlığın ne kadar güçlü olduğu izah edilir. Nefsin yüzde yüz yok edilmesinin mümkün olmadığı belirtilir. Zira böylesi bir durum istenmemektedir. Yukarıda belirttiğimiz hadisi şerifte, nefsine hiç uymamış bir topluluk olsaydı Allah onları helak eder nefsine uyan (günah işleyen) topluluk yaratırdı buyrulmaktadır. Hâcegân yolunda yapılan şey nefsle meşguliyet değil Cenâb-ı Hakkın kendisiyle meşgul olunmaktır.
Hâcegân pirleri, nefs ve onunla muhasebe ve mücadelede önemli çözüm yolu bulmuşlardır. Kişi zamanını Cenâb-ı Hakkın kendisiyle meşgul etmeli. Nefsle uğraşmaya zaman bırakmamalı. Yani kişi yirmi dört saatini Cenâb-ı Hakkın ve Cenâb-ı Peygamberimizin ﷺ emri ilahisi ile geçirmeli. Başka bir anlatımla nefsi bu meşguliyetten bıkıp bu kişiyi bırakıp terk etmelidir. Hâcegân yolunda insan Cenâb-ı Hakla ve Efendimizin ﷺ sünnetiyle meşgul sahih yolcularla beraber oldukça, mesaisini Hâcegân yolunun esaslarına harcadıkça nefsi kişiden sıkılıp kaçması söz konusu olmaktadır. Nefsin tamamen ortadan kalkması amaç edinmemekte ancak nefsin oyununa gelindiğinde de zaman kaybetmeksizin tevbe ile yine Cenâb-ı Hakkın kapısına koşuş öğretilmektedir.
Nefs, Kömür Gibidir.
Hâcegân büyükleri nefsi kömüre benzetmişlerdir. İbadetleri ve taatleri, her türlü dini faaliyetleri ise suya teşbih etmişlerdir. İnsan ne kadar ibadet ederse etsin ne kadar namaz kılar, oruç tutarsa tutsun veya riyazat yaparsa yapsın, kömürün yıkanması misali kendisinden bir siyahlık akmaktadır. Ancak yine kömür, kömür olmaya devam etmektedir. İste Hâcegân büyükleri meseleye böyle bakarak nefsle mücadelede ateşi tavsiye etmişlerdir. Yani nefs kömürünü ateşe at, öyle bir yansın ki, kül olup mahiyet değiştirsin. Kitaplarda nefsin bahsedilen dereceleri aşama aşama hızla bu yöntemle geçilsin buyrulmaktadır. İşte bu ateş sevgi ateşidir, ocağı da İnsanı Kâmil ocağıdır. İnsanı kâmilin Cenâb-ı Hakka ve kâinat güneşi Efendimize ﷺ olan sevgisinden mütevellit ocaktır. İnsan nefsini, insanı kâmilin ocağının yanına koydu mu o ateş ister istemez yanındaki kömüre de sirayet edecek ve insanda da bir yangın başlayacaktır. Bu yüzden din büyüklerimiz “İslâmı” affedersiniz “uyuzlu keçiye” benzetmişlerdir. Hemen uyuzunu yanındakine bulaştırır buyurmuşlardır. İnsanı kâmil de ateşini yanındakine hissettirmektedir. Zaten Nefs de kömür misalinde olduğu gibi yanıcı bir madde olarak yaratılmıştır. Bu yangında biraz insanın canı acımaktadır. Ancak yıllarca sürecek nefs mücedelesi düşünüldüğünde çok kestirme bir yoldur. Hâcegân yolunda bu yüzden nefs ve nefsin meratipleri üzerinde çokça durulmamıştır.
Kül olan nefsin içinde ateş tamamen sönmemektedir. En ufak bir rüzgârda yeniden kor haline gelmektedir. İşte bu aşamada kişi, nefsini kontrol altına almayı başarmıştır. Ancak unutulmamalıdır ki nefs tamamen yok olmamıştır. Mahiyet değiştirmekle birlikte gevşek kalınan noktalarda kendini göstermektedir. Bu aşamadan sonra yüzde yüz nefse hâkim olunmuş denilmemektedir. Ancak mahiyet değiştiği için kişinin yapacağı şey sadece nefse isyan halinde küçük bir rüzgâr çıkarmaktır. Nasıl ki küllenmiş köz en ufak bir rüzgârda kızarmakta kor halini almakta ise yapılacak basit yöntemlerle nefs kor halini alacak ve sesini kesecektir. Neticede ilahi emre muttasıl olacaktır. Kimi zaman nefs galip gelse de kişi zaman kaybetmeden tövbesini yapacak ve Hakka koşacaktır.
Hâcegân pirleri mahiyet değiştirmiş nefsin farklı şekillerde insanı aldatmak istediğine işaret etmektedirler. Birçok veli derecesine ulaşmış kişileri bile aldatabileceğine dikkat çekerek bu konuda rehavete kapılmaması gerektiği tavsiye edilmiştir. Anlayış meselesinde sıklıkla vurguladığımız bir mesele vardı. İnsan hangi aşamaya gelirse gelsin, geldiği aşamayı daha önce o aşamadan geçmiş kâmil âlim zatlarla çek etmelidir. Bugün inanan insanların içinde bulunduğu en önemli zaaflardan birisi de budur.
Kişi Nefsiyle Mücadelede Geldiği Yeri Çek Etmelidir.
Muhasebe kavramı üzerinde dururken bunun nefs muhasebesi olduğunu belirtmiştik. Herkes küçük veya büyük ölçekli bir işletmeyle muhatap olmuştur. İşletmelerde gelirler ve giderler hesaplanır. Ne kazanmışız? Ne kadar gider var? Ortada kâr var mı? Yoksa zararda mıyız? Bu işleme biz muhasebe işlemleri diyoruz. Şirketlerin veya işletmelerin en önem verdikleri bölümdür. Bazı işletmeler büyüklük durumuna göre özel muhasebeciler tutarlar. Bazıları önce bir ön muhasebe tutarlar. Sonra tüm tutulan hesaplar bir mali müşavire götürülür. Hesabın büyüklüğüne göre ehliyetli kişilere götürülür. Niçin? Aman ortada bir yanlışlık olmasın zarar olmasın, kâr edelim, iflas etmeyelim diye.
İnsan tabir caizse kendi işletmesinin günah ve sevaplarının muhasebesini tutuyor. Kendi kendine diyor ki “vallahi senden kârlısı yok” senin bu gidişin iyi diyor. Sonra devlet tarafından bir denetim yapılıyor. Büyük cezalar geliyor insana. İşte insan denen işletme önce kendi muhasebesini elbette tutmalı ancak bu defteri, işletmenin hayrı için, kârda mı? Yoksa zararda mı? Kanunlara ve nizamlara aykırı bir durum var mı? Diye yeminli mali müşavirlere de göstermelidir. Kişinin tüm mevzuatı bilmesi beklenemez. İnsan bunu bilmeli ve hesabını, kitabını bilene götürmelidir.
İşte insanı kâmil de bu örnekteki yeminli mali müşavir gibidir. Cenâb-ı Haktan görev almış yemin etmişlerdir. Kendisine getirilen hesabı kitabı, Allah’ın kitabına ve Resulün sünnetine göre denetleyecektir. Bugün Müslümanlara habire Cenâb-ı Haktan ceza geliyorsa, iki yakamız bir araya gelmiyorsa bunun sebebi işlerimizi güçlerimizi muhasebemizi Allah dostu müşavirler ile çek ettirmeyişimizden, onlarla istişare etmeyişimizdendir.
Bugün Türkiye’de güzel şeyler olmaktadır. Din düşmanlarının ve yerli işbirlikçilerinin Müslümanlar üzerinde oynadıkları oyunlar bir bir deşifre olmaktadır. Ancak aldanmayalım ki bu mesele bizim hesabımızın kitabımızın doğruluğundandır. Mesele iyi anlaşılmalıdır. Karşı taraf cami duvarına bevletmeye kalkıştı, bu yüzden Hakkın tokatını yemektedir. Yoksa bizim yaptığımız iyi bir amale veya bizim düştüğümüz mazlumiyete bakılmamıştır. Bu meseleyi nerden biliyorsunuz diyebilirsiniz. Cevabımız çok basit biz her meselemizi ehline götürüyor oradan çek edip onay alıyoruz.
Meselesini çek ettirmeyen o kadar insan var ki, belki nefsiyle mücadele edip bir yere gelmiş, Allah için çok şeyler yaptığını iddia eden, şu defteri kebirini bir bilirkişiye götürelim bakalım ne rapor verecek. Bizim aldanmışlığımız burada değerli arkadaşlar. Tabir caizse düşülen yer burası kalkılması gereken yer de burası olmalıdır.
Büyüklerden Mevlana Halid efendimiz Hindistanda manevi bir toplantıda bir hint fakiri ile karşılaşır. Hint fakiri Müslüman değildir. Mevlana Halid efendimiz çok şaşırır bu duruma ve bu zatla sohbete dalar. Kendisine bu mertebeye nasıl geldiğini sorar. Hint fakiri de nefsine muhalefet ettiğini, nefsi kendisine ne söylerse zıddını yaptığını, bu işe bir ömrünü verdiğini, Allah’ın kendisine böyle manevi kapılar ihsan ettiğini söyler. Mevlana Halid efendimiz İslâmdan bahsederler. Ve bu zatı İslâma davet ederler. Zaat bana biraz müsaade et der ve müsaade isterler. Kısa zaman sonra Mevlana Halid efendimize dönerek senin bahsettiğin din el hak doğrudur. Ben Müslüman olmak istiyorum der. Mevlana Halid efendimiz bu zata İslâmı tarif eder ve kelime-i şahadet getirerek Müslüman olur. Ancak Mevlana Halid efendimiz, neden biraz düşünmek için müsaade istediğini bu zata sorarlar. Bu zatın verdiği cevap manidardır. Ben senin teklifini nefsime götürdüm. Nefsim kabul etmedi. Kabul etmediği gibi direnç gösterdi. Dedi ki sen Müslüman olursan sendeki tüm bu hallerin gider. Yıllardır çalışmayla elde ettiğin kerametlerin kaybolur. Baktım ki çok güçlü muhalefet var. Ben de her ne pahasına olursa olsun kabul edeceğimi söyledim ve kararımı verdim derler. Bunun üzerine bu durum Cenâb-ı Hakkın çok hoşuna gider bu zatın nefsle mücadele sonucu elde ettiği tüm kerametlerin devam etmesini emir buyurur. Bu zat bu olaydan sonra zamanın kutbu olur.
Evet, bizler de geldiğimiz yeri kaybedeceğiz korkusuyla defterlerimizi bir türlü dini müşavirlere götürmüyoruz. Aslında bizde biliyoruz. Götürürsek çok eksik çıkacak. Kendi oluşturduğumuz balonun havası sönecek. Konunun başında nefs kelimesinin kelime anlamının “bir şeyin havasını almak” olduğunu belirtmiştik. Bizde oluşturduğumuz bu sahte balonların havasını aldırmak için daha ne kadar bekleyeceğiz. Hani kampanyalar oluşturuluyor ya; “Haydi çocuklar aşıya”, “haydi kızlar okula” diye.
Biz de bir kampanya başlatmak istiyoruz. “Haydi, insan, İnsanı Kamile”, “Temiz defter, temiz insan, temiz toplum” kampanyası. Tuttuğumuz tüm gayri resmi muhasebelere son verelim. Tüm defterlerimizi incelemeye açalım. Tüm işlerimizi resmi (mevzuata uygun) yollardan yapalım.
Yaşasın resmiyet, Yaşasın İslâmiyet.
Hâce-i Hâcegân [4]
Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] Bakara Suresi 30. Ayetinde: “Rabbin meleklere “Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim” demişti; melekler, “Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz” dediler; Allah “Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi”. Bkz: https://www.kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=2&ayet=30
[2] Müslim, Tevbe, 9-11
[3] Araf Suresi 179. Ayet: “Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.”
[4] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân yolunun hocası.