4. 3. TEFEKKÜR EHLİ OLMAK (3.Bölüm)
ff. Tefekkür – Tezekkür İlişkisi
Kur’anı Kerimde, tefekküre işaret eden bazı ayetlerde, tefekkür etmek eylemi “fekera” (ف-ك-ر) fiili ile değil de “zekara” (ذ-ك-ر) fiili ile genellikle “öğüt alıp düşünmek” şeklinde tercümelerin yapıldığı görülmektedir. Örneğin Bakara suresi 269. ayette; “Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez”[1] Yine ; “Rabbim, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?[2]” ; “Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Öğüt alıp düşünmesini bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıkladık[3]”; “Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz? “[4]şeklindedir.
Tezekkür ile tefekkür arasındaki bu denli sıkı ilişki dikkat çekicidir. Tezekkürün anlaşılmasında önemli kavramlardan bir diğeri de zikirdir. Zikir ile tezekkürün fiil kökleri aynıdır. Zikir bilindiği üzere anmak hatırlamak manalarına gelmektedir. Biz tefekkürü, düşüncenin Allah’tan karşılık bulmuş hali olarak kısaca tarif ederek, “tefa’ul” babından türetildiğini ve karşılıklı fikirleşmek manalarına geldiğini belirtmiştik. Tezekkür de Arapça kaidelerine göre “tefa’ul” babından türetilmiş olup karşılıklı anmak, zikirleşmek anlamına gelmektedir.
Tezekkürde bir hatırlama bir anma eyleminin Cenâb-ı Hakla karşılıklı olması hali vardır. Ayeti kerimede de buyrulduğu gibi; “فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ” “Fezkuruni ezkurkum”[5] yani “beni zikrederseniz bende sizi zikrederim”. Burada zikrin başlangıcının insan olduğu anlaşılmaktadır. Önce insan Cenâb-ı Hakkı zikredecek sonra Cenâb-ı Hak da insana mukabele edecek. Tefekkürde de durum böyledir. Önce insan düşüncesini ortaya koyacak sonra Cenâb-ı Haktan karşılık bulacak. Ancak tezekkürde insanın Hakkı nasıl düşüneceği, düşünmekten maksadının ne olacağı daha sarih bir şekilde belirtilmiştir. Burada önce “öğüt alın” buyrulmaktadır. İnsan önce öğüt almalı sonra düşünmeli. Aldığı öğütler kendisinin düşünce ufkunu genişletmelidir.
Kur’anı Kerimin kendisi bu manada bir “öğüt” dür. Cenâb-ı Hakkın bizzat kendisi de bir öğüt vericidir. Yine tüm peygamber efendilerimizde birer öğütçülerdir. Bu manada onların kâmil varisleri, onun yolunun takipçileri birer öğütçülerdir. Bu yüzden hadisi şerifte; “الدين النصيحة” “eddinü nasiha”[6], “Din nasihattir, öğüttür” buyrulmuştur. İşte tezekkürde düşünce ufkunun açılması, zikredilen öğüdün alınmasına bağlanmıştır.
Tezekkürde alınan öğüt; kulakla, dinlemek yoluyla elde edilen öğüt değildir. Tezekkürde öğütün muhatabı Bakara suresi 269. ayette buyrulduğu gibi temiz akıl sahipleridir. Öğütü bizzat aklın kendisi almaktadır. Akl-ı selim, insana doğuştan verilmiştir. Saf haldedir. Tabî olarak insanda bulunur. Hadisi şeriflerde buyrulduğu gibi “her doğan İslâm fıtratı üzerine doğmuştur. Ancak onu anne ve babası kendi dini üzerine yetiştirir.”[7] İnsan ekmeliyetinin gereği akl-ı selim doğar. Bazı insanlar bu akl-ı selimi kaybetmeden daha da mükemmele götürürken, kimileri bu temiz aklı bozup sapkınlığa düşebilmektedir. Bu sebeple başta Kur’an olmak üzere tüm zahir dünya, insanın aklının muhatabı olarak kendisine öğüt verir. Lisanı hal ile der ki “yerin ve göğün sahibi Allah’ (cc) dır”.
Bu nedenle tezekkür; aslında tefekkürün başlangıç halidir. Akıl saf halde iken kendisine dışardan çarpan etkiler (öğütler) vardır. Temiz akıl sahipleri bu uyarıları, öğütleri doğru algılarlar ve sonuca giderler. Her şeyin sahibinin Cenâb-ı Hak olduğunu hatırlarlar. Bu duruma tezekkür denilmektedir. Kişi dışardan aldığı öğüdü doğru algılar ve düşünmeye başlar. Bu düşünce onu Hakka götürür, onu hatırlar. Bu aşamadan sonra tefekkür devreye girer, öğüt alınmış, öğütün sahibi hatırlanmış halde yer alan bir düşünce, artık dış dünyaya zuhur etmiştir. Şayet böyle bir düşünce Cenâb-ı Haktan da karşılık bulmuşsa biz bu amele mükemmil bir tefekkür deriz. İşte bin yıl ibadete denk düşünce bu şekildedir.
Meseleyi kısaca toparlayacak olursak, insan öğüt vericinin mesajları vasıtasıyla düşünecek, bu düşünceye tezekkür denilecek, tezekkür sonucu oluşan düşünce Cenâb-ı Haktan karşılık bulacak ve buna tefekkür denilecektir. Neticede kişi hem Cenâb-ı Hakkın zatına muhabbet kesbedecek hem de bu muhabbet sonucu Cenâb-ı Haktan alınan karşılığa da hikmet denilecektir. Öyleyse tefekkürle hikmet arasında da ilginç bir ilişki vardır.
hh. Tefekkür – Hikmet İlişkisi
Bir gün Hâcegân yolunun büyükleri ile Hikemi Ataiyyeyi mütalaa ediyorduk. Hikemi ataiyye için sarf edilen meşhur bir söz vardır, “eğer namazda fatihadan sonra Kur’an ayetleri dışında bir şey okunsaydı bu hikemi ataiyye olurdu” buyrulmuştur. Çok acayibime gitmişti. Bu küçücük risalede ne hikmet var ki namazda okunacak kadar güçlü donanıma sahip? Cevap çok geçmeden Hâcemizden geldi. “Hikem Allah’tan alınan bilgidir” buyurdular. Bu söz üzerinde çokça düşündüm. Nasıl bir şey ki İnsan gidip Allah’tan bir bilgi alabilir. İnsandan mütevellit bir söz, nasıl Hakka ait olabilir?
Düşünceler alıp götürdü beni, ayeti kerimede Cenâb-ı Hak Peygamber Efendimiz için “وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىؕ اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ” : “vema yentıgu anil heva in huve illa vahyun yuha” yani “o (sav) size bir şeyler söylerse hevasından değil bizden söyler”. Demek ki kâmil insan örneği Peygamber Efendimiz (sav) Haktan bir şeyler alıp söyleyebiliyorsa bu tüm insanlığa açılmıştır diye düşündüm. Sonra Hâcemiz bizim hikem karşısında bu kadar hayretimizi görünce dayanamadı ve buyurdular ki; “Hikem yaşanılan zamanın hikmeti, her zamanın hikmeti farklı olabilir” buyurdular. Yani İnsan canlı ve yaşamını sürdüren bir varlık, Cenâb-ı Hakta her an bir iş üzerine, Ataullah İskenderiye hazretlerinin tefekkürü sonucu Cenâb-ı Haktan getirdiği o zamanki bilgi, o zamanın hikmeti, bu gün Cenâb-ı Haktan alınacak taze bilgiler olabilir. Yani insan bugün haktan taze haberler, bilgiler alabilir. İşte Cenâb-ı Haktan alınan taze bilgiye “hikmet” denilmektedir. Geçmiş büyüklerin kitaplara döktükleri sözler de elbette hikmettir, ancak onlar o zamanın hikmetleridir. Bu günün hikmeti farklılık arz edebilmektedir.
Yine bir gün imamı azam efendimiz, Cenâb-ı Haktan aldığı taze bilgileri talebelere aktarırken imamı Yusuf efendimizin sohbeti not ettiğini fark eder. İmamı azam efendimizin imamı Yusuf efendimize nasihati çok önem arz etmektedir. “Benim sözlerimi not etmeyiniz. Bugün Cenâb-ı Hakkın bizdeki tecellisi böyle zuhur etti, yarın farklı bir tecelli olabilir, farklı bir şey söyleyebilirim” buyurmuşlardır.
Mecellede yer alan altın ahkâmlardan biri olan “Ezmanın tağayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz” hükmü vardır. Yani “zamanın değişmesi ile ahkâmın değişmesi inkâr edilemez” denilmektedir. İşte bu yüzden İçtihat kapısı kapanmamıştır.
ıı. Tefekkür – İnsanı Kâmil İlişkisi
Kuranı Kerim, insanlar için en iyi öğüttür. En büyük öğüt verici Cenâb-ı Hakkın bizzat kendisidir. Yine Cenâb-ı Peygamberimizin de öğüt verici olduğu aşikârdır. Peygamber varisleri olan âlim, kâmil insanların da öğüt verici oldukları tartışmasızdır. İnsan şayet aklını; dünya ve nefs batağında kirletmemiş ise Kur’an ve Sünnette yer alan öğütleri alıp düşünerek doğruyu bulması mümkündür. Ancak günümüzde insanların çoğunun kirlendiği, insan çöplüğü haline gelen bu çağda, her şey Allah Allah diye bağırırken halen bunca zulmet, bunca isyan işlenebiliyorsa demek ki öğütleri görmeyen göz, işitmeyen kulak, algılamayan dimağların çok olduğu görülmektedir. Bu kirlenmişlik içerisinde ibadetle bir yere varamadığımız gibi tefekkürle de bu sıkıntılarımızı aşabilecek kudrete sahip değiliz. Bize öğüt olan Kur’anı açtığımızda sıkılıp hemen kapatabiliyoruz. Kendisini kapatma kudretine sahip bir akıl ondan öğüt almayı kabul etmiyor. Bu yüzden Hâcegân pirleri “kitap mürşid olamaz” buyurmuşlardır. İşte çizdiğimiz bu genel çerçevede devreye âlim, kâmil, varisi nebi insanlar girmektedir. Temiz akıl sahibi, meselesini her an tefekkürü ile Hakka götüren ve bir çözüm alabilen, taze bilgi getirebilen insanlar. Bu insanlar akılda yer alan kirliğin kalbe sirayet ettiğini keşfederek temizlik hareketini önce akılda sonra kalpte yaparak aklın ve kalbin selime döndürülmesine gayret etmektedirler. Öğüt verici kâmiller, öğütleri ile insanı aslına döndürmektedirler. Öğütlerle / sohbetlerle yenilenen insan sağlıklı düşünmeye başlamakta, tezekkürü gelişmekte, kalitesi artmakta ve dolayısıyla tefekkür ufku açılmakta ve tefekkürdeki isabeti, hakikati algılamadaki dikkati artmaktadır. Hadisi şeriflerde hikmetten bahsederken “mü’minin yitiğinden” bahsedilir. Böylelikle insan yitiği olan hikmeti bulmuş olmaktadır.
Tefekkürün kelime anlamının fikirleşme olduğundan bahsetmiştik. İki kişi arasında cereyan eden fikirleşme eyleminde insanı kâmilin rolü bu yönüyle de önem arz etmektedir. İnsan düşüncesinin Hakka ulaştığını veya nereye kadar ulaştığını nasıl tespit edecek? İsabet edemeyen düşüncedeki eksiklik ne? Bunu nasıl bilip çözecek? İşte insanı kâmilin, gerçek manada âlimin rolü burada başlamaktadır. İnsan bu gibi zatlarla müzakere ve mütalaa ederek hedefe yaklaşmaktadır. Bugün ortada bunca fikir olmasına rağmen Hakkın inayeti, rahmeti ve bereketi olmadığı gibi birçoğunun da bir bir ölüp gittiği görülmekte ise bu fikirlerin mükemmil bir tefekkür sonucu olmadığı, haktan tam bir karşılık bulmadığı anlaşılmaktadır. Kısacası sağlıklı bir doğum olmamıştır. Malum bir doğum için geçen süreç ne kadar önemlidir. Annenin beslenmesi, çocuğun beslenmesi, aylık mutat doktor kontrollerinin yapılması, işin uzmanınca takip edilmesi lazımdır.
Tefekkürde de doktor kontrolü gibi düşüncenin tefekküre dönüşmesi an be an insanı kâmil tarafından izlenmelidir. Zira akla zarar, dış etkenlerin insanı aldatması an meselesidir. Bugün kendisini peygamber olarak gören kişiler fikirlerinin Cenâb-ı Haktan karşılık bulduğunu hatta ve hatta kendilerinin Cenâb-ı Hakla görüştüklerini iddia etmektedirler. Bu kişilerin bu noktalara gelmelerinde “fikirleşme” eksikliği olmuştur. Akıllarıyla geldikleri her noktayı, o noktadan daha önce geçmiş âlim kâmil insanlarla müzakere, mütalaa etmemişlerdir. Cenâb-ı Hakka vardık dedikleri yeri çek edecek kişiler olmadığı için yoldan çıkmışlardır. Bu yüzden tefekkürde iki kişi vardır bu ikinci kişi ise başta hazırlık aşamasında insanı kâmildir. Tıpkı yüzme öğrenme gibi. Önce eğitmen, yüzmeyi deneme yanılma ve talimle öğretir. Öğrenince de artık siz kendiniz yüzersiniz.
İşte insanlığa yol açabilecek fikirler, gerçek bir tefekkür sonucu doğarlar, tabiri caizce Cenâb-ı Haktan mühürlenerek tasdik görürler. Bu fikirlerden birisi de Hâcegân fikriyatıdır. Cenâb-ı Hakkın bizzat kendisinden tasdik görmüş olup, kıyamete kadar devam edecektir.
Cenâb-ı Hak bize bu fikriyatı anlamayı, ona göre amel etmeyi, gerçek manada tefekkürle o bahri ummana dalmayı, her aşamada dostlarıyla birlikte olmayı, onlardan her aşamada layıkıyla öğüt alıp düşünmeyi bizlere nasip eylesin. Bu tarz tefekkürüyle zatına muhabbeti ve bu muhabbeti vasıtasıyla hikmetini bizlere ihsan eylesin. Bizi bize bırakmasın, sapık fikir ve akımlardan akıllarımızı muhafaza buyursun.
Hâce-i Hâcegân [8]
Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] Bakara Suresi, 269. ayet.: “وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ” ; “ Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir. Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır”.
[2] En’am, Suresi, 80. ayet; “وَسِعَ رَبّ۪ي كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًاۜ اَفَلَا تَتَذَكَّرُون” : “Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?”
[3] En’am Suresi, 126. ayet; ” قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ” ; “Bu Rabbinin dosdoğru yoludur. Şüphesiz düşünüp öğüt alacak bir toplum için âyetleri ayrı ayrı açıkladık.”
[4] Yunus, Suresi, 3. ayet.: “َفَلَا تَذَكَّرُونَ” ; “Doğrusu sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratıp sonra arşa hükmeden, işi düzenleyen Allah’tır, izni olmadan kimse şefaat edemez. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’na kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmez misiniz?”
[5] Bakara Suresi, 152. ayet.:”فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ۟” : “Beni zikrederseniz ben de sizi zikrederim. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.”
[6] Müslim, Îmân 95. ; Buhârî, Îmân 42; Ebû Dâvûd, Edeb 59; Tirmizî, Birr 17; Nesâî, Bey’at 31, 41.
[7] Buhârî, Tefsîr, (Rûm) 2; Müslim, Kader, 22.: “مَا مِنْ مَوْلُودٍ إِلاَّ يُولَدُ عَلَى الْفِطْرَةِ ، فَأَبَوَاهُ يُهَوِّدَانِهِ أَوْ يُنَصِّرَانِهِ أَوْ يُمَجِّسَانِهِ” : “Her doğan İslâm fıtratı üzerine doğar, sonra anne babası onu Yahudi, Hıristiyan ya da Mecûsî yapar”.
[8] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân yolunun hocası.