12.1. Teslimiyette Olmak (1. Bölüm)
Teslimiyet; akıldan başlayan ve kemâlât yolculuğu diye nitelenen Hâcegân yolunun son durağıdır. Teslimiyeti yaşayan insan tüm merhaleleri adım adım geçmiştir. Teslimiyeti yaşayan kişi hem zahiddir, hem şakirdir, hem sabirdir, hem mütefekkirdir, hem mütevekkildir. Her ehli tevekkül, teslim olmuş değildir. Ancak her teslim, ehli tevekküldür. Teslimiyet öyle kuru kuru teslim olma işi değildir. İçinde birçok kemâli barındıran üst bir hâldir.
Kemâlât yolculuğunun son durağı denince insanın aklına hemen bu aşamadan sonra herhalde fenafillah, Allah (cc) ile buluşma, insanı kâmil olma, evliya olma gibi durumlar gelebilmektedir. Ancak durum böyle değildir, her şey bitmiş, son gelmiş değildir. Elbette bu aşamadan sonra insanın Cenâb-ı Hakla hususi bir ilişkisi başlamaktadır. Ancak burada teslimiyetle beraber gerçek manada “mümin-muvahhid” olma vasfının başlaması söz konusudur. Bu manevi yolculuğun zirvesi olan teslimiyetle elde edilen, gerçek manada “Müslüman-Mü’min” olma vasfıdır. “La ilahe illAllah Muhammederrasulullah” diyerek giriş yapılan Müslüman olma dairesinin içinin tam manasıyla doldurulması söz konusudur.
Aslında bu dünyada “Müslüman olma- Kul olma” sıfatından daha yüce makam ve daha üst bir kimlik yoktur. Nitekim Ayeti Kerimede; “Allah size Müslüman ismini verdi” [1] fermanı ilahisiyle bu sıfat üstüne sıfat aramanın yersizliğini ortaya koyarken bu kimlik, Efendimiz (sav) tarafından da en zirve nokta olarak ifade edilmiştir. Nitekim yine Kur’anı Kerimde de Efendimizle (sav) ilgili olarak “O Allah’ın Kulu ve elçisidir” ifadesiyle, Efendimizin (sav) “kul” olma özelliğinin “peygamberlik” özelliğinden önde olduğu beyan edilmiştir.
Yine birçok Hâcegân büyükleri de şeyhlik, kutupluk, vesairelik özelliğini bir tarafa bırakarak “Müslüman” olma, “ümmet” olma şerefinin en yüce mertebe olduğunu bizlere defaatle izah buyurmuşlardır. Siz kimsiniz? Dendiğinde “Bizler Müslümanız” demeyi tercih etmişlerdir. Nakşibendiyiz, Kadiriyiz, şucuyuz bucuyuz denmesini istememişlerdir. Önce “Müslüman” olma meselesini vurgulamışlar, daha sonra zemin müsaitse tanışmaya ve tanımaya vesile olması için “Nakşiyiz” diye kendilerini tanıtmışlardır. Hatta çoğu yerde bu husus anlaşılamayacaksa, kafa karışıklığına sebebiyet verecekse belirtmemişlerdir.
Allah (cc) ile bir dem yaşanacaksa bu Müslüman kimliği altında yaşanacak, insanda bir kemâlât zirvesi olacaksa “Müslüman” vasfı içerisinde olacaktır. İnsan ne olacaksa, ne yaşayacaksa, bu süreç içerisinde olacaktır. Fenafişşeyh, fenafirrasul, fenafillah halleri ve yine imanın ve ahlakın güzelleşmesi de yine layıkıyla Müslüman olma hali içerisinde gerçekleşecektir. Tasavvufta; şeriat, tarikat, hakikat ve marifet diye adlandırılan tüm merhaleler, sanki şeriat halkasından başlanarak dışa doğru genişleyen haleler olarak ifade edilmektedir. Bu tanım bizce eksik kalmaktadır. En dış halka şeriat halkasıdır. Her şey İslâm dairesi içerisinde vuku bulmaktadır. Marifete yolculuk da bu İslâm, şeriat halkasından dışarı doğru değil enfuse doğru yani içeriye doğrudur. İslam denilen şeyi cevize benzetirsek cevizin kabuğu, iç zarı, içi ve özü hepsi ceviz tanımının içindedir.
Bu kısa açıklamalarımızdan sonra insanın kemâlât yolculuğunun son duraklarından birisi olarak adlandırdığımız teslimiyet meselesine geçebiliriz. Öncelikle “terim ve tanım” kısmına girerek teslimiyetin kelime anlamı üzerinde duracağız. Akabinde teslimiyetin Kur’an ve Sünnette nasıl yer aldığını inceleyerek Hâcegânın konuya nasıl baktığını detaylı olarak açıklamaya çalışacağız.
a. Terim Tanım
Türkçe sözlükte teslim; “kendini verme, boyun eğme”, Teslimiyet gösterme; “birinin isteğini olduğu gibi kabul etme” manalarında kullanılmaktadır.[2]
Teslimiyet, kelime olarak “selime” fiilinden türetilmiştir. Anlam olarak; “Bir işten kurtulmak, beri olmak, boyun eğmek, itaat etmek, savaşmaksızın esir almak” manaları taşımaktadır. Bu fiilin if’al kalıbındaki şekli “esleme”dir. Esleme; “İtaat etmek, teslim olmak, Müslüman olmak, kurtuluşa ermek, selâmete kavuşmak, barış yapmak” anlamına gelmektedir. İslâm kavramının da kök fiili olan ‘esleme’ ayrıca, “barış yaptı, sulha girdi ve barışın şartlarına uydu” şeklinde de tanımlandığı görülmektedir.[3]
“Selime” isim olarak; selamet, kurtuluş ve güvenlik manalarını da taşımaktadır. Bundan türeyen “selâm”; emin olmak, güvenlik içinde olmak, barış ve esenlik içerisinde olmak demektir. Teslim mastarının aslı “selleme” fiili, hem bir şeyi sahibine teslim etmeyi, hem de emre itaat ve inkıyat etmeyi ifade etmektedir.[4]
“İslâm” ile aynı kökten türeyen teslimiyette, Hakka ve doğruya boyun eğme manası ön plana çıkmaktadır. Zira İslâm’a göre bâtıla ve yanlışa boyun eğme, teslimiyet değil isyandır. Demek ki teslimiyet, barış, selâmet ve güven için Hakka tabi olmak, ona teslim olmak demektir.
İslâmi kaynaklara baktığımızda teslimiyet kelimesi daha çok İslâm üzerinden izah edilmeye çalışılmıştır. Zira İslâm kelimesi, inanmanın da ötesinde teslimiyeti, yani itaat ve inkıyat etmeyi, barış ve güvenliği de beraberinde getiren son derece kapsamlı bir kelimedir. İslâm; mutluluğun, barışın, şeref ve izzetin sağlandığı yaşama biçiminin adı, bunları ortaya koyan değerler bütünüdür. Allah’ın (cc) emirlerine teslim olup itaat etmeğe dayanan bir din olması sebebiyle bu dine İslâm denilmiştir. İslâm, barış isteyen bir otoriteye boyun eğerek, ondan razı olup ona saygı duyarak itaat etmek, böylece barış ortamında ve güvenlik içinde yaşamayı istemek ve bu durumun devam etmesi için gerekli etkinlikleri yapmak şeklinde izah edilmektedir.
Bu sebeple kâinat, zerresiyle kürresiyle Allah’a teslim olmuş, O’nun hükmüne boyun eğmiştir. Daha doğrusu her şey Allah’ın koyduğu yerde durmakta, Allah’ın kendisine tevdi ettiği görevi icra etmektedir. Onların teslimiyeti bilinçli bir tercih değil, Sünnetullah’ın (Allah’ın âdeti, kanunu) gereğidir.
İnsanın teslimiyeti ise bilinçlidir, özgür irade iledir. Zira Allah (cc) insanı farklı yaratarak ona cüz’i irade vermiş ve bu iradenin gereği olarak seçim hakkı tanımıştır. Bu seçimini Cenâb-ı Haktan yana kullanır ve gönülden Hakka teslim olur ve gereğini yaparsa, varlık içinde en yüce mertebeyi kazanır ve hem dış dünyayla hem de kendisiyle barışık ve uyum içinde yaşar. Gerçek manada Müslüman olur. Hakka teslim olmaz islamın emir ve yasaklarına uymaz ve isyan içeresinde olursa bu sefer “esfel” dediğimiz aşağılık hatta hayvanda da aşağılık seviyeye düşer.
b. Kur’an ve Sünnette Teslimiyet
Teslimiyetle ilgili ayeti kerimeler incelendiğinde; teslim olmak fiilinin daha çok Müslüman olmak, Cenâb-ı Hakkın ve Efendimizin (sav) emir ve yasaklarına uymak, onun hükümlerine itaat etmek, hükümlerinden razı olmak şeklinde kullanıldığı görülmektedir. Örneğin; Bakara suresi 131. ayette Cenâb-ı Hak (cc); “Rabbi ona: “Teslim ol” dediğinde, O “Âlemlerin Rabbine teslim oldum” demişti.” ; Nisa suresi 65. ayette; “Hayır hayır Rabb’ine andolsun ki onlar aralarında anlaşmazlığa düştükleri her konuda sen Peygamber’i (sav) hakem yapmadıkça ve sonra senin kararına kalplerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle uymadıkça gerçekten inanmış olmazlar” diye buyurmuştur.
Yine başka bir ayeti kerimede; “Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah’a teslim ederse, artık onun Rabbi katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır[5]” şeklinde geçmektedir.
Teslimiyetle ilgili ayetlerde teslimiyetin iki cephesine açıkça vurgu yapıldığı görülmektedir. Birincisi; Allah’ın emir ve hükümlerine teslimiyet, ikincisi; Peygamber Efendimizin (sav) hüküm ve emirlerine teslimiyet. Bazı kesimlerin dile getirdiği Kur’an Müslümanlığı adı altında Efendimizin (sav) sünnetini ve şahsını es geçmeleri o kişilerin teslimiyet konusunda bir takım sorunlar yaşadığının delilidir. Teslimiyet yaşanmayınca “Müslüman” olmada da sorunların yaşandığı görülmektedir. Bu sebeple teslimiyetin hem Cenâb-ı Hak yönü, hem de Efendimiz (sav) yönü olduğu unutulmamalıdır. Aslında burada bir ikilik yoktur. İnsana bakan cephede insana ilk görünen şey Efendimizin (sav) uygulamalarıdır, Sünnetidir. Cenâb-ı Hakkın İslâm diye insana lütfettiği yaşam modelinin somut resme dökülmüş hali, sünneti Resulullahtır. Ayeti kerimelerde bu durum aslında açıkça vurgulanmıştır. “Resulde (sav) sizler için güzel örnekler vardır[6]”, “Allaha (cc) ve Resulüne (sav) itaat edin”[7], “Allah’a (cc) itaat etmek isteyen Resule (sav) itaat etsin”, “Resule (sav) itaat eden Allah’a (cc)itaat etmiş gibidir”[8]
Hadisi şerifler incelendiğinde; Efendimizin (sav) Mî’raç gecesinde Cenab-ı Hakka: “Efdal-i â’mâl nedir?” diye suali üzerine Cenab-ı Hakkın: “Afdâl-i a’mâl; kulumun bana tevekkülü, tefvîz-i umûru ve bana teslim olması, taksîm-i İlâhîme râzı olmasıdır” [9] diye ferman buyrulduğu kaynaklarda geçmektedir. Görülmektedir ki amellerin zirvesi, tevekkül ve ardından teslimiyettir. İlmimiz var ama bize kibir, gurur varlık yapmışsa neye yarar, ibadetimiz var, namazımız orucumuz var ama Hakkın taksimine rızada, tevekkül ve teslimiyet konusunda sorun yaşıyorsak ne fayda. İşte bu Hadis-i Şerif’ten de anlaşılacağı üzere teslimiyet üst bir kavram, üst bir haldir. Bu sebeple burası özellikle irdelenmesi üzerinde durulması gereken konudur.
Hele hele tasavvufa atfedilen ve teslimiyeti: “gassalın elindeki meyyit gibi olmak” şeklinde yapılan tanımların gerçeği yansıtmadığı, gerçek tasavvufi hareketlerde bilinçsiz (ölü gibi) bir teslimiyet değil, İsmail (as) ın İbrahim (as) a teslimiyeti gibi akıl başta iken bile isteye yapılan teslimiyeti esas aldığını önsöz olarak buradan belirtmek isteriz. Detaylar, Hâcegân yolunun teslimiyet anlayışı başlığı altında 2. bölümde incelenecektir.
Teslimiyetle ilgili olarak ayrıca belirtmemiz gereken önemli bir husus da İslâmın ilk yıllarında insanın İslâm’ı seçmesine, Müslüman olmasına, “teslim olma” denildiği görülmektedir. İslâmın hüküm ve emirlerini kabul etmiş, Efendimizi (sav) Allah’ın kulu ve Resulü olduğunu tasdik etmiş kişiler, “teslim olmuş” “İslâm’ı kabul etmiş” kişiler olarak adlandırılmaktaydı. İslâmın aşama aşama yaşanması ve tamamlanmasıyla birlikte şekilsel olarak “Kelimeyi Şehadet”le girilen İslâm dairesinden ne kastedildiği, dil ile söylenen “teslim oldum” ifadesinin ne anlama geldiği ve içinin nasıl doldurulması gerektiği üzerinde durulmuştur.
Hâce-i Hâcegân [10]
Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] Hac Suresi, 78. Ayet.
[2] Türkçe Sözlük, s. 1462.
[3] Lisanu’l-Arab, 7/240-244.
[4] Lisanu’l-Arab, 7/244.
[5] Bakara, 112.
[6] Ahzab, 21.
[7] Ahzab, 21.
[8] Nisa Suresi, 80.
[9] Et-Terğib ve’t-Terhîb, c.4, s. 18.
[10] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân yolunun hocası.