1. AKL-I SELİM OLMAK (3.Bölüm)
e. Hâcegân Yolunda Akıl ve Akl-ı Selim Olmak
Hâcegân büyüklerine göre bilgi günümüze iki yolla aktarılmıştır. Birincisi “satırdan satıra” aktarılarak gelen ve kayıt altına alınan bilgi ki bunlar Kur’an, Peygamber Efendimizden (sav) nakledilen hadisi şerifler ve İslâm âlimlerinin ortaya koydukları içtihatlar ve benzeri basılı ilimlerdir. İkincisi Peygamberimizden (sav) nakledilen “bende ne varsa Ebubekirin gönlüne koyduk/ aktardık” mealindeki hadisi şerifte de işaret edildiği üzere “sadırdan sadıra” yani gönülden gönüle aktarılan bilgidir. Bu bilgi mevhibei ilahi olduğu için katışıksız saf haldedir. Dışardan bir şey bulaşmamıştır. Kesbî değildir.
Genel olarak mutasavvıf âlimlerce yazılmış basılı eserler azdır. Zira gönülden aktarılan İslâm nuru ve bilgisi yine insanlığa gönülden aktarılmaya çalışılmış diğer bir tabir ile insana yazılmaya çalışılmıştır. İlimlerin ayrışması ve İslâmi ilimler üzerindeki bilgi kirliliği arttıkça bazı mutasavvıf âlimler gönüllerine aktarılan bilgi ve hikmetleri kitaplara geçme ihtiyacı duymuşlardır. Bu bağlamda mutasavvıf âlimlerin eserlerine bakıldığında hep aynı kaynaktan beslenen saf bilginin değişik yansımaları olduğu ve birbirleri ile çelişmediği gibi gerçek satırlarda yer alan bilgi ile de çelişmediği, bu durumu ile insanı hayrete düşüren kimi açıklamaların yer aldığını görmekteyiz.
Mutasavvıf olmayan kimi ilim adamlarının iddialarının aksine gerçek tasavvufi anlayışta dünya ve ahiret saadetinin vesilesi olarak görülen insanı kâmil anlayışı, ilmin membaı, esası ve temeli olarak görülmekle beraber yaşayan Kur’an ve yürüyen Sünnet olarak da değerlendirilmiştir. Bu genel çerçeve içinde Hâcegân büyükleri akıl konusunda sadırlarına aktarılarak gelen bilgileri, çeşitli sebeplere ve ihtiyaçlara binaen satırlara dökmüşler ve biz önceki bölümde sadırlardan satırlara geçen bu bilgileri size aktarmıştık. Akıl konusunda tereddütlerin giderildiği, çerçevenin net ortaya konulduğunu görmekteyiz. Hâcegân yolunun birinci esasında aklın tanımı kadar önem arz eden diğer bir husus ise “aklı selim olmak” halidir. Bu hal hakkında biraz daha izahata ihtiyaç duyulduğunu görmekteyiz.
Hâcegân büyükleri aklı Hak cephesinden değerlendirdiklerinde akl-ı kül ve akl-ı cüz şeklinde ikiye ayırmışlar ve aklı kül denilince de Cenabı Hakkın ilk yarattığı, ona itaat eden, onu perdesiz tanıyan, gel denince gelen, git denince giden, otur denince oturan[1], mahlukatın en şereflisi olarak yaratılan numune insan Efendimizin (sav) ruhuyla birlikte yaratılan ruhunun nuru akıl, olduğunu beyan buyurmaktadırlar. Hadisi şerifte belirtilen “bana senden sevgili ve daha kerim olan bir mahlûk yaratmadım. Seninle tanınırım. Seninle hamd edilirim, seninle itaat olunurum. Seninle alırım, seninle veririm. Seni hesaba çeker muhatap ederim. Sevap sana, ceza da sana…[2]” şeklinde zikredilen akıl bu akıldır. Cüz’i akıl ise dünyaya gönderilen insana Külli akıldan hakkına düşen, kendisine takdir edilen cüzüne verilen akıldır. Akl-ı cüz, Akl-ı Külden bir parçadır. Nasıl ki küp şekerinin, en küçük danesine dahi şeker deniyorsa moleküler olarak da incelendiğinde en küçük şeker tanesinin küp şekerinden farkı yoktur. Aklı kül ile aklı cüz arasındaki ilişkide bu şekildedir.
Kul cephesinden akıl konusuna bakıldığında bu sefer Akl-ı meaş ve Akl-ı mead kavramları ortaya çıkmaktadır. Akl-ı meaş, maişet aklı, dünya aklı da diyebileceğimiz insanın canlı varlığının, canlılığının devamı için gerekli akıldır. Meaş akıl; dünyevi işlere çalışır. Hakkani, rahmani işleri, ahireti öncelemez. İnsanda yer alan ve Akl-ı mead dediğimiz mana alemine ahirete bakan akıl da insanın ahiretteki mutluluğu da idrak edebilen akıldır. Aklı mead de meaş da özde Aklı külden bir parçadır. İnsana bahşedilen aklın maişet peşine düşmesi aklın büyüklüğüne, muhteşemliğine halel getirmez. Bu hali de emri ilahidendir. Aklı Kül; cenabı Hakkı görmüş tanımış ve bilmiş iken dünyaya gelmiştir. Ancak insanın terkibinde li hikmetin beden elbisesi içinde ruhu ve dahi ruh ile aynı güçte nefsi de yaratılarak bahşedilmiştir. Nefsin Hakikati başlıklı yazımızda da izah ettiğimiz üzere Cenabı Hak, insanın ilahlık iddiasında bulunmaması için nefsi yaratmış ve imtihan için dünyaya göndermiştir. Dünyaya gelen donanımlı insan için Hakka ayna, ruh cephesi varken, Şerre şeytana, ayeti kerimede belirtildiği üzere “fucura” teşne bir nefse de sahiptir. İmtihan gereği insan içindeki iki güçlü varlık karşısında Hakka iman etme, daha da ötesi onu bilme ve tanıma üzerine kurgulu bir dünyaya gönderilmiştir. Akıl burada geminin dümeni gibi rol oynamaktadır. Bir tarafta ilahi mesaj Kuran ve hazreti peygamber varken diğer tarafta şeytan nefs ve avaneleri yer almaktadır. İnsanı mükerrem kılan muhteşem kılan işte daha önce tanıdığı, bildiği, gördüğü, hayran olduğu, O’ndan bir cüz taşıdığı rabbisini inkar mı edecek, eski günler hatırına yaşanmışlıklar hatıra Hakkı hatırlayıp Hakka adım mı atacak. İnsan yaratılmadan evvel Cenabı Hakkı görmüş bilmiştir. Ayeti kerimede zikredilen “elest bezmi” veya “berzah alemi” diye anlatılan alemde dünyaya gelmiş gelecek tüm insanlık yaratılmış ben sizin rabbiniz değil miyim, şeklinde hitaba mazhar olmuştur. Ahdi misakımız burada olmuştur. Kalu bela Ya Rabbi, demişiz. Evet Sen bizim rabbimizsin dedik. Bu dünyaya geldiğimizde bu ahdimize sadık mıyız yoksa unutarak bize verilen oyuncaklar; dünya, mal, evlat, şan, şöhret vs onlara mı teveccüh ettik.
Akla yeniden dönecek olursak. Akıl; kelime anlamı ile “bağ” demektir[3]. Ayakkabı bağı olarak da sözlüklerde geçmektedir. Akıl insanın bir organıdır. Nasıl ki göz kulak dalak insanın zahir organıdır. Akıl da insanın mana cephesinin, ruh cephesinin bir organıdır. Malum insan iki cepheli bir varlıktır. Maddi varlığı yanında manevi görünmeyen cephesi de vardır. Çok şükür bugün modern tıp insanın ruhunun olduğunu kabul etmektedir. İnsanın mana cephesinin organlarından birisi de akıldır. Aklı cüzün kendisi özde doğruyu yanlışı ayırt eden bir cevher değildir. Doğruyu yanlışı Vahiy belirler. Akla göre kurban vahşettir. Bir canın katlidir. Ama Vahye göre kurban Hakka yakınlık ibadetidir. Peki hadisi şeriflerde belirtilen Hakkı batılı ayıran nurdur tanımından ne anlamalıyız. İşte burada hakkı batılı ayıran akıl; vahye bağlı, donelerini vahye göre alan “aklı selim” olan akıldır. Akl-ı kül; Cenabı Hakkı gördüğü, işittiği ve ona muti olduğu için Hakkı tanır ve batılı ayırır. Ancak dünyaya gönderilen insanda yer alan cüzi akıl şayet Hakka karşı ahdini unutmuş ise Hak yerine nefse, şeytana bağlanmışsa bu sefer bağlandığı ilahların emirlerine muti olacak ve o doğrultuda hareket ederek, o yolda kararlar alacak, insanı batıla bizzat kendisi sevk edecektir. Hatta batılda olduğunu dahi bilmeyecektir. Zira bağlandığı ilahın doneleri ona sevimli, şirin, Hak gibi gelecektir. Kısaca Hakkı batılı bilen akıl; Aklı Kül olan akıldır. Cüzi akıl şayet Aklı Küle tabi olursa Hakkı batılı ayırır. Külli akla dolayısıyla vahye tabi akla, selamete ermiş akıl anlamında “aklı selim” denilmektedir. Cüzi aklın, tıpkı internet bağlantısı gibi ana sörvır olan Külli akla bağlanması ve kendisini onunla senkronize etmesi Cenabı Hakkın muradddır. Vahiy bu senkronize için gerekli kullanım klavuzu gibidir. Bağlantı sağlandı mı artık cüzi akla farklı alemler açılır. Cenabı Hakk, aklı küle varlığın isimlerini ve hakikatlerini öğrettiğini bildirmektedir. Ledun ilmin kapısı burasıdır. Hızır aleyhisselam vasıtasıyla sanki bir flashbelleğe aktarılır gibi ledun ilmi insanın cüzi aklına aktarılmaktadır. Bu alma, verme işleri tıpkı internet bağlantısı gibidir. O mertebeye gelen kişiye bilgi açılmaktadır. Cennet mekan hak dostu, Ladikli Ahmet ağayı buradan zikredemeden geçemeyeceğiz. Ahmet ağa cumhuriyet dönemi yaşamış hak dostlarındandır. Birinci dünya savaşında o cepheden bu cepheye koşmuş anadolu insanıdır. Cephede vurulmuş yaralı yatarken Cenabı Hak yardımına hızır aleyhisselamı gönderir. Kurtarır Hızır aleyhisselam ve kendisiyle dost olur. Ladikli Ahmet ağa hızır aleyhisselam vasıtasıyla (kablosuyla) ledun ilmine sahip olur. Kendisi buyurur ki “124 bin peygamberden hangisini istiyorsanız hayatını günlerce en ince ayrıntısına kadar anlatabilirim” der. Flas belleğe aktarılmış tüm kainattaki bilgi, oradan okunur. Kesbi değil. Kendisi tahsil etmemiş, verilmiş. Lutfedilmiş…
Hâcegân büyükleri sonsuz ve sınırsız bu ilimleri kitaplara geçirmemişler zira bu bilgiye kitaplar yetmemektedir. Bunun yerine insanda bulunan lataiflerin tabir caizse uydu alıcıların tamir ve tadilatına yönelmişler. İnsanı kamil yetiştirmeye bakmışlardır. Kendilerinde ne varsa yetiştirdiği insana aktarma gayretine/ derdine düşmüşlerdir. Kendileri ana sörvır ile bağlantı kurabilen insanlar yetiştirmişlerdir. Büyüklerin ana sörvırdan aktardıkları, bizim de işittiğimiz ve insanlığın nasibine düşen akılla ilgili hususları burada zikretmekte fayda görüyoruz. Hâcegân büyükleri; aklın mekanının kalp olduğunu belirtirler. Kalpte ayrıca ruh ve nefs de bulunmaktadır. Kalpte bulunan akıl, ruh ve nefs ilişkisini bir parlamentoya benzetirler. Aklı, yürütmenin başı başbakana, ruhu rabbani ve hakkani değerleri temsil eden milletvekillerine; nefsi; zulmeti ve karanlığı temsil eden milletvekillerine teşbih ederler. Parlamentoda nefs çoğunluklu bir oluşum varsa akıla zulmet ve kötülük yapması yönünde emirler (kanunlar) çıkararak insanın (ülkenin) helakına sebebiyet vereceği gibi, ruh çoğunluklu milletvekillerinin oluşturacağı parlamentoda nefs temsilcileri azınlıkta kalınca emirler (kanunlar) ruhun istediği doğrultuda rahmani ve hakkani çıkar ve insan (ülke) sulh ve salah bulur şeklinde izahlarda bulunmuşlardır.
Akıl ve aklı selim olmak zamanımızda niçin Hâcegân yolunun ilk esası oldu, bu kaide daha önce yok muydu? İlk biz mi bulduk bu esası diye sorular hatıra gelebilir. İslam ve akıl ilişkisi aslında o kadar net ve açık işlenmiş ki bu sebeple son 100 yıl hariç bu kadar sorun yaşanmamış bu şiddette bir ihtiyaç hissedilmemiştir. Bugün niçin akıl birinci sırada sorusunun cevabı da burada yatmaktadır aslında. Akıl geçtiğimiz yüz yılın en büyük sorunu olmuş ve gelecek yüzyılın da en önemli anahtarı olacak Allah’ın izniyle. Geçmiş son yüzyıla damga vurmuş insan hakları beyannameleri ve sözleşmeleri vardır duymuşsunuzdur. İnsanın olmazsa olmaz hakları vardır. Bunlara temel haklar denir. Yaşama hakkı, ifade özgürlüğü, özgürlük ve güvenlik hakkı vs vs. En somut hali, ülkemizin de kabul ettiği, yasalarımızdan dahi üstün kabul ettiğimiz Avrupa İnsan Sözleşmesinde temel haklar sıralanmıştır. Bunların adetleri sınırlıdır. Ek protokolleri saymaz isek 12 temel hak vardır. Bu temel haklar listesine baktığımızda akılla ilgili bir madde göremeyiz. Pardon ne alakası var aklın temel haklarla diye düşündüğümüzde karşımıza işte o muazzam İslam’ın ve medeniyetimizin güneş gibi doğan ezici aydınlığı, karanlığı boğan hakikatiyle karşı karşıya kalıyoruz. İslam’da insanın temel hakları, beş adet olarak sayılmıştır. Ve beş temel haktan birisi de “aklın korunmasıdır“. Canın korunması, malın korunması, dinin korunması, neslin korunması yanında aklın da korunması dinimizde emredilmiştir. Bir ülkeye; bir medeniyet, bir hukuk inşa edilecekse bu 5 temel esas üzerine kurulmalıdır. Beş temel esastan birisi bugün öyle ihmal edilmiş ki ne yasalarımız aklı tanıyor ve koruyor ne de ilim ve bilim adamlarımız. Bu sebeple bu yüzyılda insanın en önemli sorunlarından birisi akıl ve aklın muhafazasıdır. Muhafaza altında olan akla da biz eskimeyen tabirle “Akl-ı Selim” diyoruz.
Güncel hayattan örnekler verelim. Vahye dayanmayan Hakka dayanmayan akıl mutlaka kendisini dayayacak bir ilah bulacaktır. Akıl organının işi bağlamaktır. Dedikya kelime anlamı ayakkabı bağındaki gibi “bağ”dır. Akıl; bir şeyi bir şeye bağlayarak, bağlandığı yerin donelerine göre değerlendirme yaparak hareket eden, bedeni hareket ettiren amir organdır. Yukarda zikredildiği üzere Başbakan olan organdır. Vahye dayanmaz ise bu sefer nefse, şehvete, paraya, şeytana, kadına veya bağlanması gerekmeyene bağlanır ama illa bağlanır. Nasıl göz görür, kulak duyar ise akılda bağlanır. Ben hürüm Allah’ı (cc), kitabı tanımıyorum, aklımda hür, vicdanım da hür, diyen kişiden daha yalancı yoktur. Siz aklı; vahye, Hakka bağlamaz iseniz o muhakkak bir yere kendisini bağlar. İnançsızlık inancına bağlar. Anadolu’da bir tabir vardır; “siz kızınıza sahip çıkmaz iseniz ya davulcuya kaçar ya zurnacıya” diye. İşte sizde aklınızı bağlanması gereken bağlamaz iseniz o kendisine ya davulcu bulur ya zurnacı çünkü işi o, görevi o, Allah (cc) onu öyle yaratmış…
Bu izahlardan sonra “Aklı Selim” olmak demek aklın Vahye ilahi emirlere bağlı hareket ediyor olması demektir. Selamete ermiş akıl; hadisi şeriflerde zikredilen Cenabı Hakkın ilk yarattığı, onun emrine muti, gel deyince gelen, git deyince giden, Cenabı Hakkın “sende daha sevgili başkaca varlık yaratmadım” sırrına eren akıldır. Tersden izah edilirse Akl-ı Selim; hür bir akıl demektir. Allahtan gayri yaratılmışların hiçbirisine boyun eğmeyen akıl demektir. Zamanın akıl hastalıklarından birisi de budur. İlahınızı tanımaz iseniz bu sefer Hak zannettiğiniz Allah’tan (cc) gayrisine bağlanmış olursunuz ki sonu hüsrandır. Bu bir insan, din adamı bile olabilir. İnsanı kamil, insanı Hakka yönlendirir. Yarım, nakıs insan, oldum zanneden insan ise insanı, kendisine yönlendirir. Akıl; ilah yerine o insana bağlanınca felaketler de gelmeye başlar. Allah esirgesin.
Sonuç olarak; ahir zamanda Müslüman için elzem değerlerden ilki olan aklın; Müslüman tarafından tanınması, akıl nimetinin korunması, aklını nasıl hürleştirmesi gerektiğini bilmesi elzemdir. İslam hukuku, devlete de bu konuda pozitif yükümlülük yüklemektedir. Devlet, insanın aklının korunması için gerekli tedbirleri almalıdır. Aklı ziyan eden, fesat eden; aklı esir etmeye çalışan maddi ve manevi zararları def etmekle mükelleftir. Bazı organize kötülüklerle mücadelede insan yetersiz kalabilir. Burada devlet devrede olmalı, güçlü ve teşkilatlı yapısıyla insanların akıllarının korunması yönünde gerekli tedbirler alınmalıdır. Akıl; selim olunca insanın kemalat yolculuğunda yol alması kolaylaşır. Aslında Aklı selimle başlar yolculuk. Akabinde Cenabı Hakkın meskeni olan Kalp meselesi gündeme gelir. Kalp kirli ise zikirle nasıl temizleneceğini aklı selim emreder. Selim akıl; vahye tabi akıl olduğu için vahyin gereğinin yapılmasını emreder. Kalp de aklın talimatları gereği zikirle mutmain olur, temizlenir. Kalp, Hakka ayna oldu mu çift kanat gibi olur bu sefer insan. Hakka ayna bir kalp; Kalbi Selim olur. Selim kalpten beslenen aklı selimde bu sefer ana sörvır olan aklı küle bağlanır. Bu aşamadan sonra ilmin, bilimin sahibi Cenabı hak ile al ver başlar. Her an hay olan Cenabı Haktan taze bilgiler gelir. Hikmetler gelir. İlmen yakinler, Hakkal yakin olur bu sefer…
Cenabı Hak, aklımızı korumayı ve selamete çıkarmayı bize nasip eylesin. Asliyetindeki gibi kendisine bağlı eylesin. Aklı Selim eylesin. Şeytanın ve nefsin elinde oyuncak eylemesin. Bizi zelil ve rezil eyleyecek yerlere bağlanmaktan, aşağıların aşağısına düşmekten muhafaza eylesin. Akledenlerden, aklını kullananlardan eylesin. Akl-ı selim ve Kalb-i selim sahibi eylesin. Bize zaatının kapılarını aralasın inşallah. Amin
[1] “Allah aklı yarattığında ona şöyle buyurdu: “gel” o da geldi. Sonra ona buyurdu “git” o da gitti. Sonra ona buyurdu “otur” o da oturdu. Sonra ona buyurdu “konuş” o da konuştu. Sonra ona buyurdu “sus” o da sustu. Sonra buyurdu ki “bana senden sevgili ve daha kerim olan bir mahlûk yaratmadım. Seninle tanınırım. Seninle hamd edilirim, seninle itaat olunurum. Seninle alırım, seninle veririm. Seni hesaba çeker muhatap ederim. Sevap sana, ceza da sana. Sana en büyük ikram da sabırdır. Hadis metni için bkz: Ramüz El-Ehadis, s353, No.35.
[2] Ramüz El-Ehadis, s353, No.35.
[3] Bolay, Süleyman Hayri; “Akıl” in: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c.II, İstanbul, s.238.