HÂCEGÂN

Terim Tanım

Hâce, bugünkü yaygın kullanımı ile hoca demektir. Hâcegân ise hâcenin çoğulu hocalar şeklinde tanımlanmaktadır. Hâce kelimesinin kökeninin nereden geldiği konusu tam olarak bilinmemekle birlikte kaynaklarda çeşitli rivayetler yer almaktadır[1]. Öz anlatımla Hâcegân; asrın bilginlerine, mütefekkirlerine, münevverlerine, ariflerine, âşıklarına en üst seviyede verilen bir isimdir[2].

Istılahi olarak Hâcegân

Toplumlar kültürleriyle tarih sahnesinde yerini alabilirler. Ne kadar zengin bir kültüre sahipseler o kadar köklü bir derinlikleri olur. Kültürüne yabancı, kültüründen uzak bir millet, kökü olmayan bir bitki gibidir. Hemen, asıldığında, kopuverir. Hâcegân, geçmiş kültürümüzden bize mirastır. Bizi geçmişimizle irtibatlayan, alakalandıran, bize tarihimizin derinliklerinden miras kalan bir kültürdür.

Hâcegân, aynı zamanda Allah’a giden yolda, hakikat yolunda Kur’ân ifadesiyle: “peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kimseler[3]dir.

Hâcegân silsilesinde, peygamberler, ashab, ehlibeyt ve evliyaullah, önemli duraklardandır. Dolayısıyla onlarla özdeşleşmiş bir isimdir. Bu silsilede, rabbani zincirde ilk halkada peygamberleri görüyoruz. İnsanlığın hidayet rehberleri, en hakiki, en kâmil mürşidleri peygamberlerdir. Âdem (as) ile başlayan bu silsile Efendimize ﷺ kadardır. Bu sebeple Efendimizin ﷺ bir ismi “Hâce-i Kâinattır”, kâinatın hocasıdır. Diğer bir ismi ise “Hâce-i Rusuldür”, peygamberlerin hocasıdır.

Peygamberlerden sonraki rabbani zincirin ikinci halkasına “Ashab-ı Kiram” diyoruz. Efendimizi ﷺ baş gözüyle görmüş, onunla sohbetleşmiş, hasbihal etmiş kutlu topluluk. Ashabdan sonra kıyamete kadar gelecek üçüncü halkaya da “Saadatı Kiram” diyoruz. Saadete, selamete, hidayete ermiş topluluk. Kur’an’ın sıddıklar, şehitler ve salihler diye zikrettiği bu topluluğun ismidir.

Hâcegân, bir dönem sadece ilahi silsilenin üçüncü halkasında yer alan kişilerle tanınmıştır. Tarihin seyri içinde Hâcegân geleneği, Orta Asya ve Maveraünnehr dediğimiz bu bölgede Yusuf Hemedani hazretleri ile tanınmıştır. Yani Cenâb-ı Peygamberden Hazreti Ebubekir Sıddık (radıyallahu anh) vasıtasıyla devam eden bu saadat zincirinde Hâcegân ekolü, Ali Fârimedi hazretlerinden sonra Yusuf Hemedani hazretleriyle tanınmaya başlamış ve O’nun bir halefi Hâce Ahmed Yesevî, diğer bir halefi Hâce Abdulhâlık Gucduvânî vasıtasıyla yayılmış ve devam etmiştir. Ta ki bu anlayış, bu kültür, bu zaviye Hâce Muhammed Bahauddin Nakşibend hazretlerine kadar devam etmiştir. Hâce Bahauddin hazretleriyle birlikte bazı anlayışlarda ve dolayısıyla uygulamalarda yapılan değişikliklerden sonra bir kabuk değişimi, bir isim değişimi olmuş ve bu ekole Nakşibendilik denmiştir. Aslında Hâcegâniyye ekolü Nakşibendiliğin içinde mündemiç bir özdür.

Bu hususlar dikkate alındığında Hâcegân salt bir cemaat ve tarikat anlayışı değildir. İçinde geçmişten bugüne gelen dini, milli, tasavvufi kültürleri mezceden, bunları birleştiren bir yoldur. Her zamanda hakkı üstün tutan bir topluluk bulunsun fehvasınca Hâcegân, hak üzere bir araya gelmiş topluluğa verilen isimdir. Hâcegânı diğer topluluklardan ayıran özelliği ise Efendimizden ﷺ bozulmadan nesilden nesile aktarılarak gelen İslam mirasına sahip salih insan, varisi nebi dediğimiz insanı kâmil anlayışıyla yoğrulu, İslam medeniyetinin yaşatıldığı, velayet anlayışını bünyesinde barındıran, yaşayan bir zamanın Hâcesinin varlığıdır.

İnsanı kâmil anlayışına sahip Hâce, zülcenaheyndir. Çift yönlü, çift kanatlıdır. Kendisinde hem zahir dediğimiz Efendimizin ﷺ devlet adamlığı, siyaseti, komutanlığı ve diğer yönleri hem de mana dediğimiz İslam’ın manevi mirası bulunur. Hakikatte İslam bir bütündür. İçerisinde devleti, siyaseti, ibadeti ve ukubatı toptan barındırır. İslam’ın hâkim olduğu dönemlerde her iki yönün aktif olarak işletildiği ancak devletlerin İslam’dan uzaklaştıkları dönemlerde Müslümanlık sadece ibadet olarak algılandığı için zahir denilen yön pasif kalmaya mahkûm edilmiştir. Zaman zaman bu iki yön birbirinden ayrışmış, zahir ve mana iki ayrı kişide toplanmıştır. Ne zaman ki bu iki sıfat Efendimiz ﷺ ve raşit halifeleri gibi tek insanda toplanmış o zaman yeryüzü sadece Müslümanlar için değil tüm insanlık için de saadet yurdu haline gelmiştir.

Ayeti kerimede buyrulan “kâfirler istemese de Allah (cc) nurunu tamamlayacaktır[4]” ifadesindeki nur kelimesi hem insan hem de İslam’ın hükmü olarak tefsir edilmiştir. Bu iki anlamdan hareketle Allahu Teâlâ önce insanı tıpkı Efendimiz ﷺ ve sahabe dönemi gibi yeniden canlandıracak ve zamanın bu kâmil insanları vasıtasıyla da yeryüzünde hükmünü hâkim kılacaktır.

İşte insanlığın tamamlanmasında rol oynayacak bu mayaya biz kısaca Hâcegân diyoruz. Bu maya ile yeniden özüne dönen insan, Rabbisinin emrine imtisal ile ayeti kerimede geçen nuru da tamamlayacaktır inşallah.                                                                   

                                                                                                 

[1] İpşirli Mehmet; Hâcegân, İslam Ansiklopedisi, C.14, s.430. Ayrıca rivayetler için bkz.

[2] Hâce, kavramının detayları için sitemizin üst başlıklarından “Hâce” sekmesine bakınız: https://haceganvakfi.org/Hâce

[3] Nisa Suresi 69. Ayet;  “Kim Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır!”

[4] Saf Suresi 8. Ayet.