Hafız Abdurrahmân Efendi’ye
“Gözü açıklara görünür o yâr,
Açamaz yâr perdesin ağyâr,
Görmek istersen eğer ol yârı,
Nergis gibi gönül gözün uyar.”
Ma’rûzât-ı dâ’iyânemdir (Gönülden gelenlerin arzıdır).
Selâm-ı mahsûs birle tab’-ı şerifinizi istifsâr eylerim.
Birâder-i ekremim, her halde tevfik-ı Hakk’a mazhar olup günden güne terakkide bulunmanızı Cenâbı Hakk’dan niyâz eylemekteyim. Hazreti Allâh Celâl ve Cemâl tecellisinden feyz mend edip şühûd-u zâta eriştirmekle zevk-yâb eyleye. Âmin.
İrsâl eylemiş olduğum duâ-nâme-i faklrâneme cevâben isbâl buyurduğunuz 18 Nisân 1310 (1894) târihli vedâd-nâme-i kerimâneleri vâsıl-ı eyâd-i muhlisânem oldu. Muhabbet-i füâdiyeniz ve ihlâs-ı ma’neviyeniz meşhûdum oldukça fevkal-gâye memnûn ve mahzûz olmaktayım. Hazreti Hakk tarîkte istikâmet ve iki âlemde ber-murâd eyleyip saâdet-i dâreyne vâsıl olmakla mesrûr ve şâdan olasınız.
Tarafınıza teveccüh ve muhabbetim yevmen-fe-yevmen (gün be gün) ziyâde olmaktadır. Hemân sizden niyâzım budur ki, hâne-i kalbinizi ta’mire sa’y edip huzûr-u meallâhı bulmadıkça, rahat olmayasınız. Tahsil-i rızâ ve ma’rifet için halk olunduğunuz malûmunuzdur. Hidâyet ve inâyet-i ezeli erişip, sizi bâbullâh olan insân-ı kâmile eriştirmiştir. Ve zikrini bu vâsıta ile kalbinize ilkâ buyurmuştur ve hubb-u ezeli mi’rât-ı dilinize mün’akıs ve celî olmuştur. İşbu muvaffakiyete hamd ve şükr eylemek lâzım ve lâ-büddür (zarûrîdir). Ve bu ni’meti verenden bir ân gönlü gaflet ettirmemek emri ehemdir. Zîrâ, hadis-i kudsî’de Cenâbı Hakk, “Ey Âdemoğlu! Beni zikredince Bana şükredersin; Beni unutunca, küfredersin” (Heysemî, Mecmau’z-zevâid, X, 79) buyurmuştur. Ya’nî, “Ey âdemoğlu! Beni unutmayıp zikr-i hakîki olan huzûr ve ünsümle me’lûf olur isen, Bana şükr etmiş olursun ve Benim huzûr-u ilâhiyemi mâsivâya bedel verip gâfil kalır isen, Bana küfr eylemiş bulunursun. ”
Tarîkimizin bir rüknü dahî: “HOŞ der DEM” dir ki, sâlikin aklı nefesinde olup hiçbir nefeste gaflet eylemeye. Ve bir rüknü de, “YÂD DAŞT” dır ki sâlik-i sâdık dâimâ Cenâb-ı Hakk’ın huzûrunu hatırından gidermeye. Ve bir rüknü “NİGÂH DAŞT” dır ki, ârif âgâh olup huzûr-u Hakk dilde meleke olarak kat’a (asla) gâfil olmaya. Ve bu hâlinde ol ârif nâil-i vuslat olup, dünyâda ber-murâd ve kâm-yâb olmuştur. Ve tarîkattan murâd, ârif kendi varlığından fânî olarak canını cânânına teslîm edip, bu “Nigâh-daşt’ı bulup rahât olmaktır. Ve ahlâk-ı İlâhî ile mütehallık olup, şerîat, hakîkat ve ma’rifet ile âmil olarak lübb-ü şerîat (şeraîtin özü) olan hakîkate ermektir.
Hakk Teâlâ hazretlerinin: “Ey Âdemoğlu! Ben seninleyim, sen kiminlesin?” Hadisi kudsîsini işitip huzûr-u meallâhdan ayrı olmayasın ki, ol zât-ı baht dâimâ seninle beraberdir. Ve dahî: “Ben senin içinim, sen kimin içinsin?” buyurmuştur ki, ya’nî, “Ey Benim abdim. Ben senin içinim, ya sen kimin içinsin” deyu süâl buyurduğundan, dâimâ gönül, fikir ve meylini mâsivâullâhdan kat’ edip O’nunla ve O’nun için olasın ki, Nâbî efendi buyurur:
“Ol senin olunca ey rûh-ı revân,
Hep senin için olmuş olur cümle cihan.”
Bu vecihle Cenâbı Hakk’ı karîb bilip ve bulup râhat edesin ve iki âlem havf ve hüznünden kurtulup müttakî olan zümre-i evliyâullâhdan olasın.”Bilesiniz ki Allâh’ın evliyâlarına korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de. Onlar, îman edip de takyâya ermiş olanlardır.” (Yûnus, 10/62-63) âyet-i kerîmeleri, selâmet-i sûrî bulup, ittikâ-ı zâhirî ve bâtını edenler nâil-i vuslat olup evliyâullâhdan olduklarına ve bu zevât-ı şerîfeler için iki âlemde bir matlab ve havf ve hüzün ve bir murâdları kalmadığına delîl-i vâdih-i beştir. Ve dahî böyle kimseler hem dünyâda ve hem âhırette mübeşşir buyurulduklarına: “Dünyâ Hayâtında da, âhırette de onlara müjde vardır, Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu büyük, kurtuluşun kendisidir” (Yûnus, 10/64) âyet-i celîle- i rabbânî müjdesi kâfidir. Size nazarımız böyledir ki, sa’y edip tahliye-i derûn-u birle nûr-u huzûra ererek bâtınınızı münevver kılasınız. Ve ondan sonra demeyesiniz ki, “Hakk hani ?” OI ede sizi istilâ. Ve bu müjde ile mübeşşer olmuşlardan olasınız.
Dâimâ şer-i şerif ile âmil olup sünenât-ı seniyye-i nebeviyyeye teb’iyyet huzurun izdiyâdına sebeb olacağından her halde bunlardan ayrılmıyasınız ve ihvânla güzelce sohbet ve muhabbet edip yekdiğerlerinizde ayıp aramayarak bir vücûd gibi olup huzûr-u meallâhı bulmağa sa’y-ı beliğ edesiniz. Biz her-bar (dâimâ) yokluk yolunu göstermekten ve terbiyemiz o yolda olup ol sûretle terbiyeden geri durmaz iken, aranızda varlık zuhûr etmesine taaccüb etmekten başka bir ma’nâ veremiyorum. Birbirinizden gücenmeyip safa’-ı derûnla zevk-i tamda olmanızı tavsiye ederim. Yok, neyi görür ve neden gücenir, anlayıp basîret üzere bulunasınız.
Cümle ihvâna selâm tebliğ buyurasınız. Cümlenize duâyı mahsûs eylemekteyim ve teveccühden hâli olmamaktayım, bilesiniz.
Bâkî, her halde lûtf-ü Hudâ yâriniz ve tevfîk-i Hakk refikiniz ve pirim sultan Sâmînî Efendimiz hazretleri dahî meded-kârınız olsun, azîzim.
Ves selâm.
“Ey Rabbimiz! Bize dünyâda da iyilik ver, âhırette de iyilik ver. Bizi Cehennem azabından koru” (Bakara, 2/201)
Hâk-i der-i Hâce Sâmînî
. İmam
Osman Bedrüddîn bin Selmân
. 27 Nisan 1310/9 Mayıs 1894