Cümle Yahşî Biz Yaman Cümle Buğday Biz Saman
Cenâb-ı Zü’l-Celâl Hazretleri Bâyezid Bistâmî’ye şöyle buyurmuştur: “Ey Bâyezîd! Hiçbirşeye itimat etme! Ne ilme ne amele ne de başka birşeye… Yalnız bana iltica et, kâfidir. Böyle olursa, o vakit ben senin ubudiyetinden sen de benim rubûbiyetimden râzî oluruz. Yok böyle olmazsa ilmin, amelin ve daha neyin ve neyin varsa, bunların bir bir muhâsebesini, muvâzenesini yaparım, sağlamını çürüğünü ayırırım da sonra hüsrânda kalırsın.”
Herkese hâk-i pay (ayak tozu) olmak, herkesi kendinden büyük bilmek bizim için iyidir, doğrudur. Bizim büyüklerimiz: “Cümle yahşî biz yaman; Cümle buğday biz saman” demişlerdir. Biz de böyle demeliyiz. Hakikaten böyle olmalıyız. Çünkü insan çoğu zaman zâhirde: “Ben herkesten daha aşağıyım” der de kalben kendini büyük görür. Bu pek fenâdır. Hele tarikattan biraz nasîb alır, azıcık zevk felân da tadarsa böylesi artık göklere sığmaz. Fakat heyhât, bu yol çıkmaz… Tarikat varlıktan kurtulmaktır. Bu ise varlığın tam ortası ve en büyüğüdür, en kötüsüdür, Yâhû, ne yapıyoruz? Velev batın! zevkimiz de olsun, bu zevki bu terakkiyi İhsan buyuran, veren kimdir? Eğer, “İlmimiz, amelimiz bunları hâsıl etti” diyorsak, onun hele bir sağlamı, çürüğü ayrılsın, elde sıfır kalırız. Nâil olduğumuz zâhirî ve batini ni’metlerin hepsi ancak ilâhi fazlu keremin eseridir.
Sonra dahası var. Sana ihsan eden Allah senin hakir görüp beğenmediğin diğer bir âdeme ikram ve ihsan etmekten âciz midir? Âdemin biri Evliyâullâhdan birinin yanına gider. Onu yüzüne karşı pek ziyâde metheder. O kâmil velî bu âdeme şöyle der: “Yâhû beni ne beyhûde methedip duruyorsun? Eğer ben Cenâb-ı Hakk ile ve O’nun üns ve huzuruyla olursam hakîkaten büyüğüm, O’nunla büyüğüm. Yok şâyet O’ndan ayrı düşer O’ndan uzak kalırsam işte o zaman da düşüklüğüme hâd ve sınır tasavvur olunamaz.” Hakîkaten öyledir.
Biz kim oluyoruz, neciyiz? Bu vucûd, bu kalb, bu rûh hep O’nundur. Bizim nemiz var? İzzet ve rifat Allah’ındır. Mezellet ve meskenet, acz, fakr ve ihtiyaç da kula yakışır. Bu böyledir. Kibriyâ ve azamet Hakk’a yarar, kul olanda bu sıfat ne arar? Nitekim, şeytanın kovulma sebebi ne idi ki? İnat ve büyüklük taslama değil miydi? O halde biz kendimizi nasıl beğeniriz, nasıl kibirli olabiliriz?
Hulâsa, “tarikata müntesibiz” diye diğer mahlûkât üzerine hiçbir rüçhâniyet iddâ etmemeliyiz. Değil rüçhâniyet, böyle şeyleri hatırımıza bile getirmemeli, herkesten ziyâde kendimizi hakîr ve muhtaç görmeliyiz. Tarikat budur, inâbe budur, mürîdlik, şeyhlik budur. Ehl-i tarîka, husûsiyle Sâminîlere böyle yakışır.
Mürîdandan Seyyid Sadaka Efendi tekrar sordu ki: “Efendim, yanınıza çokça gelmek istiyorum, fakat sû-i edeb olur ve bana bundan bir zarar gelir diye korkuyorum.”
Efendi Hazretleri: “Hayır öyle şeyler olmaz. Evvelâ ben bir kere dediğiniz gibi bir büyük kimse değilim ki bana karşı sû-i edepten bir zarar göresiniz. Velev, haydi öyle olsun diyelim… Benim meşrebim pek başkadır. Siz Alah deyiniz, Allah sözü dinleyiniz, Allah sözü söyleyiniz bu kâfidir. İşte edebin aslı budur. O bir cihete, yâni bana karşı sû-i edep olup olmayacağı gibi düşünüşlere pek itibar etmeyiniz. Her zamanın terbiyesi de bir değildir. Meselâ İbrahim b. Edhem Hazretlerinin zamanları bir başka imiş. Onlar pekçok gayret ve mücâhede etmişler, riyâzetlerde bulunmuşlar. O vakit iş öyle imiş, kendi yetiştirdiklerini de öyle yetiştirmişler. Bu zamânın velîsi ise o zamânın tarz ve metodunu tatbik etmez. Zîrâ her zamânın şart ve husûsiyetlerine göre bir terbiye metodu vardır. Bu sebepledir ki, kitaplarda görülen, geçmiş terbiye usullerine göre bugünki müridlerin terbiye ve terakki’leri mümkün değildir. Hem de kitaptan alınan bir sözle mürşidden alınan, mürşidden telâkkî edilen söz arasında fark vardır. Velev ikisi de aynı söz olsun, yine de tesirleri başkadır. Mürşidden duyulan sözde, bir başka feyz ve bir başka kemâl vardır.
Hülâsa, demek istiyorum ki korkmayınız, bir sû-i edeb olmaz. Ne kadar çok görüşüp ne kadar çok müzâkere ve müsâhebet edersek hepimiz o kadar müstefid oluruz [1].
[1] Gülzâr-ı Saminî Sohbetler, Hâce Osman Bedruddin Erzurumi, Sohbet No:111: “Cümle Yahşî Biz Yaman, Cümle Buğday Biz Saman”, s.152