24Haz, 2025
OSMAN BEDRUDDİN ERZURUMİ (KS) HAZRETLERİ 2. VERSİYON
GİRİŞ
Seyyid Mahmud Samini Hz. nin, Seyyid Osman Bedreddin Erzurumi (İmam Efendi) Hz. ne 18. vasiyeti: “DEVLETE MUTLAK İTAAT”tir.

- Giriş
- ٣٧-الشيخ السيد محمد مظهر الخربوطي التاسع
- Samini Ne Demektir?
- Seyyid Muhammed Mazhar Harputi Hz. nin Dersi, İnabesi
- Silsile-i Aliyye Nedir?
- أوراد الطريقة النقشبندي العلية المجددية الثامنية المباركة
- Seyyid Mahmud Samini Hz.’nin Seyyid Osman Bedreddin Hz.’ne (İmam Efendi) Gönderdiği mektuptan: Fatiha-i Şerifin Tefsiri ve Fezaili Üzerine
- Silsile-i Aliyye Büyükleri Kimlerdir?
HAYATI
Osman Bedrûddin Erzurumi hazretleri 1859 yılında Erzurum’da doğdu. Evlad-ı Resûl olup Seyyiddir (Hz. Hüseyin r.a. ‘ın soyundan). 1922 (Hicri, 1340) yılında, tıpkı aşığı olduğu Sevgili Peygamberimiz gibi 63 yaşında Harputta dünyasını değişti. İnsanları doğru yola ulaştıran ve kendilerine Silsile-i Aliyye denilen büyük velilerin 34. südür. Osmanlı-Rus Savaşında Karsta 3. tabur imamlığı yapmasından dolayı “İmam Efendi” ismiyle de bilinir.
İmam Efendi Hazretlerinin Harputtaki Türbesi. Aynı türbenin içinde Halifesi Hace Mustafa Naci, Halifesi ve oğlu Nureddin Efendi ve oğlu Muhyiddin Efendinin de kabirleri vardır.
İlk derslerini kıymetli babası Seyyid Selman Sukûtî hazretlerinden aldı. Daha sonra Erzurumda Mehmet Tahir Efendi’den okumaya devam etti. Erzurum medreselerinde; sarf, nahiv dersleri alarak Arabî öğrenmeye başladı. Kısa zamanda akranı arasında seçkin ve sevilen bir talebe oldu. Arabî’de âlet ilimlerini öğrendikten sonra; tefsîr, hadîs ve fıkıh gibi ilimlerinde ilerledi. Hucurât sûresinin tefsîrini okuyunca, orada buyrulduğu üzere yaptığı amellerin bilmeyerek işleyeceği hatâlar sebebiyle silinmesinden, boşa gitmesinden korkarak çok az konuşmaya başladı. Bu sessizliği üzerine hocaları ve arkadaşları kendisine; “Sessizce Hâfız Osman Bedrûddîn” dediler. Üstün hâlleri, kâbiliyeti ve meseleleri kavrayışı, etrâfındakilerin dikkatini çekiyor ve çok seviliyordu.
Hocalarından Mehmed Tâhir Efendi bir gün ona; “Hâfız! Bütün bildiklerimi sana öğrettim. Ayrıca bilmediklerimi de öğrendim. Şöyle ki, bilmediklerimi sana öğretmek için önce çalışıp öğrenmeye mecbûr kaldım. Bundan ötesine gidemiyorum. Artık senin, ilmi benden daha fazla bir hocanın dersine devâm etmen gerekiyor. Bu günden îtibâren ders veremeyeceğim” dedi.
Bunun üzerine İmâm Efendi; “Dertliyim derdim derin, derdime derman için sana geldim yâ Muîn” diyerek, Allahü teâlâya duâ etti ve medreseden ayrıldı. İlimde daha yüksek bir müderris arıyordu. Aslında zâhirî ilimlerde yetişmiş, bâtınî, tasavvuf ilminde yetiştirecek bir rehber arıyordu. Onun bu samimi arayışı ve duaları Cenab-ı Hakk indinde kabul görmüştü. Buhârâ Câmi-i Kebîrdeki sohbetleriyle meşhur olmuş olan büyük âlim Seyyid Ahmed Merâmî hazretleri aldığı manevi işaret üzerine İmam Efendiyi yetiştirmek için kimseye haber vermeden sessizce Buhârâ dan ayrıldı ve Erzurum’da Hasankale’nin Bevelkâsım köyüne gelip, bu köyün imamlık vazîfesini üzerine aldı. İlmi ve şöhreti kısa zamanda bütün çevreye yayıldı. Bu arada yana yana kendisine rehberlik edecek bir hoca arayan İmâm Efendi, o zâtın ismini ve medhini duyunca, huzûruna kavuşmak için derhâl yola çıktı. Bevelkâsım köyüne varınca, aradığı zâtı bir namaz vaktinde câmide buldu. O, câmiye girer girmez, Seyyid Ahmed Merâmî bu gencin, kendisine yetiştirmesi için işâret edilen genç olduğunu anladı. Namazdan sonra; “Merhaba, hoş geldin Hâfız Osman Bedreddîn!” dedi. Bunun üzerine Osman Bedreddîn hazretleri birdenbire ürpererek, hayretler içinde yaklaşıp elini öptü. Sonra kendisinden ders almak istediğini arzetti. Bu arzusuna; “Buhârâ’dan kalkıp buraya kadar geliriz de senin gibi ilim isteyen bir talebeye ders vermez miyiz?” cevâbını verdi. Sonra onu yanına alıp evine götürdü. Eve varınca, Osman Bedreddîn’in ilimdeki derecesini anlamak için bir kaç ibâre Arapça metin ve hadîs-i şerîf okuyup bunların mânâsını sordu. Aldığı fevkalâde cevaplar üzerine çok memnun olup, onu ve yetiştiren hocasını medhetti. Sonra şöyle buyurdu:
“Şunu bilesin ki, ilmin uçsuz bucaksız yolu, netîcede insanı Hakk’a ulaştırır. İlmin muhtelif sahneleri ve safhaları vardır. İlmin çeşidi çoktur. Bizim sana vereceğimiz ilim, tasavvuf ilmidir. Meâlen; “Üzülme!.. Şüphesiz Allahü teâlâ bizimledir” (Tevbe sûresi: 40) buyrulan âyet-i kerîmenin tefsîrine göre hâlık ile mahlûk arasında kavuşturucu bir râbıta vardır. Bundaki mânâ ve hikmet; kul, Hâlık’ını unutmazsa bitmez tükenmez nîmetlere kavuşur. Bu mânânın tekâmül (gelişmesi) ve tesânüdü (dayanağı) ise, huzûrdur. Huzûr, Allahü teâlâyı hiç unutmamak demektir.” Hâfız Osman Bedreddîn’in bunları büyük bir dikkat ve şevkle dinlediğini gören o zât, onun istek ve meylini iyice anladı. Bundan sonra ders alacağı günleri tesbit etmek istedi. İmâm Efendi her gün gelip ders almayı arzû ve teklif edince, her gün gelip ders alması kararlaştırıldı. Sonra Erzurum’a döndü. Her gün Erzurum’dan Bevelkâsım köyüne gidip ders alıyor sonra dönüyordu. Şöyle ki, Erzurum ile Alvar köyü arası üç saatlik mesafe idi. Gece yarısı kalkıp yola düşer, sabah namazını Alvar köyünde kıldıktan sonra Bevelkâsım köyüne gider ders alırdı. Yaz, kış, tipi, fırtına, yağmur ve kar demeden her gün muntazaman derse devâm etti. Feyz ve ilham aldığı bu hocasının derslerine devâmı yıllarca sürdü. Erzurum ile Bevelkâsım köyü arası ona hiç mesâbesinde idi. Bu yolda karşılaştığı meşakkatlere ve zahmetlere hiç aldırmıyordu.
HIZIR ALEYHİSSELÂM YOLDAŞ OLDU
Bir kış günü yine bu yolda giderken, Nebiçayı dolaylarında âniden şiddetli bir tipiye tutuldu. Son derece bunalıp, çâresiz kaldı. Tipi gittikçe şiddetleniyor, bir adım ilerisi görülmüyordu. İmâm Efendi hazretleri bu dehşet verici durum karşısında, Allahü teâlâya sığınarak yere diz çöküp oturdu. Annesinin kendisine ninni yerine okuyarak büyüttüğü şu ilâhîyi yavaş bir sesle tevekkül içinde okumaya başladı:
Hak şerleri hayreyler,
Zannetme ki gayreyler,
Ârif ânı seyreyler,
Mevlâ görelim n’eyler,
N’eylerse güzel eyler.
Çâresiz bir hâlde şiddetli tipi arasında oturmakta iken, âniden karşısına beyaz at üzerinde nûr yüzlü bir genç çıktı. Selâm verdikten sonra terkisine bindirdi. Sonra; “Yolcu kardeş çok üşümüşsün” dedi. Meşin bir kırbadan şerbet içirdi. “Dağarcığımızda nasîbiniz ne varsa ondan da arzû ettiğiniz kadar yiyiniz” diyerek dağarcığı uzattı. Hâfız Osman Bedreddîn dağarcığı tutup içinden bir hurma aldı. Kendisine yardımcı olan beyaz atlı, Hızır aleyhisselâm idi. Bu kanâatkâr hâlini görüp, sırtını okşayarak; “Nasîbin açık olsun. Feyzin bereketli olsun. Sana gelen misâfirler senin gibi kanâatkâr olsun. Sofran mübârek olsun. Hocana selâm söyle!” dedi ve gözden kayboldu.
İmâm Efendi ise, kendini hocasının kapısı önünde buldu. Tipi hâlen ortalığı kasıp kavurmaktaydı. Bu sırada hocası Seyyid Ahmed Merâmî onu düşünüp duâ ediyordu. Âniden kapı çalındı. Hocası onu karşısında görünce Allahü teâlâya çok şükretti. Hocası hâlinden ve başından geçenlerin farkındaydı. Sorup anlattırdıktan sonra, bunu gizlemesini söyledi. Sonra da; “Şunu bilesin ki, ilm-i zâhir ile ilm-i bâtın birleşerek âid olduğu kalbde merkezleşti. Allahü teâlâya hamd ve senâ olsun, size de mübârek olsun. Benim vazîfem burada tamam oldu. Ben irşâda memûr değilim. Sizi bu güne kadar yetiştirmekle, tasavvufî ahkâmı size bildirmekle vazîfeliydim. Biz memleketi, memlekettekiler de bizi arzûluyor. Vâris-i enbiyâ meşârık-ı evliyâ (Peygamberlerin vârisi ve velîler güneşi), olarak bir mürşîd-i kâmil aramaya hak ve selâhiyet kazandınız. Cenâb-ı Hak hayırlısıyla muvaffak buyursun.” dedi ve derslerine son verdi.
AŞK-I MUHABBET
İmâm Efendi hocasından ayrıldıktan sonra hayâtında yeni ve bambaşka bir safha başlatacak olan bir mürşîd-i kâmil aramaya başladı. Bu arayışı sırasında içindeki aşkın aleviyle yanıp tütüyor ve yalnız kaldıkça ağlayarak Allahü Teâlâya yalvarıyor, içli göz yaşları döküyordu. Annesi çevrenin bir takım sözleri sebebiyle onun hâlinden endişe ediyordu. Kocasına bu durumu anlatınca; “Oğlumuz, Allahü Teâlânın ve Resûlullah’ın aşkıyla yanıyor. Bırak ağlasın. Böyle bir evlâdımız olduğu için iftihâr et. Kendini üzme. Osman, selâmet ve seâdet üzeredir. Allahü teâlâ onu murâdına erdirsin” dedi.
TAŞLAR KENDİLİĞİNDEN ELİNE GELİYORDU
İmâm Efendi, kendisine rehberlik edecek âlim bir zât aradığı sırada yirmi yedi yaşındaydı. Bu sıralarda Erzurum, Rusların hücûmuna uğradı. 8 Kasım 1877’de vukû bulan bu savaş, târihte Doksanüç Harbi adıyla bilinir. Azîziye tabyalarının düşmesi üzerine Erzurum halkı yediden yetmişe silâhlanıp, düşmana karşı kahramanca bir müdâfaa yapma hazırlığı içindeydi. 8 Kasım 1877 gecesi Erzurum mahallelerinde gümbür gümbür davullar çalınarak halk cihâd için uyandırıldı. Tanyeri ağarmadan önce halk kalkıp, balta, tahra, dehre, sopa ne bulduysa eline alıp hazırlandı. Tanyeri ağarırken, Ayaz Paşa Câmii şerîfi minâresinden sabah ezânı okunmaya başladı. Bu ezânı İmâm Efendi okuyordu. Ezân, ihlâs ve sadâkatle öyle okunuyordu ki, Erzurum’un dağı-taşı, deresi, tepesi, yamaçları, ağaçları sanki dile gelmiş, ezânı tekrar ediyordu. Ezân sesi dalga dalga yayılıp, ufukları aşıyordu. Bu ezân halka bambaşka bir şevk ve cesâret vermişti. Okuyanda bir başka hâl vardı. Bu arada mehter de çalınmaya başladı. Erzurum halkı büyük bir heyecan ve cesâretle Allah Allah nidâlarıyla, Azîziye tabyalarını işgâl etmiş olan Moskofların üzerine hücûm etti. İlk hücûmda Moskof dağılmaya başladı. Erzurumlu miralay Bahri Bey, halkı gazâya teşvik için haykırıyor; “Urun kardaşlarım, dadaşlarım urun!” diyordu. Erzurum halkı bir çırpıda Azîziye tabyalarını Ruslardan boşalttılar.
Gâzi Ahmed MuhtarPaşa, halkı bu derece heyecana getiren ezân-ı Muhammedî’yi kimin okuduğunu öğrenmek istedi. Bulunması için yâverlerine emretti. Etrâfa dağılan yâverler ve çavuşlar ezânı okuyan zâtı arayıp buldular. Bu zât, Erzurum’un Abdurrahmân Ağa mahallesinden Hoca Selman Sükûtî Efendinin oğlu Hâfız Osman Bedreddîn (İmâm Efendi) idi. Bu husus Gâzi Ahmed Muhtar Paşaya arzedilirken, orada bulunan cephe kumandanı Kurt İsmâil Paşa onun ismini duyar duymaz ileri çıkıp heyecanla Paşanın yanına yaklaştı ve şöyle dedi: “Paşam, ezânı okuyan zâtı tanıdım. Erzurumlu miralay Bahri Beyin kumandasında, heybetli, vakarlı, temkinli hareketleriyle ve bilhassa düşmana taşla hücumu dikkatimi çekmişti. Elinde silâh yoktu. Düşmanı taşla kovalıyordu. Attığı taş mutlaka hedefine ulaşıyor ve bir düşman askerini öldürüyordu. Onun taş atması, düşmanı bir bir yıkması şaşılacak bir hâldi. Çok dikkatle seyrediyordum. Bu zâtta mânevî bir hâl var diye düşünüyordum. Bu sırada kulağıma gazâya katılan iki Erzurumlu kadının konuşmaları geldi.Nene Abla adında bir kadın; “Hadîce bacı, bak görüyor musun? Selman Efendinin oğlu Hâfız Osman Bedreddîn Efendi düşmana taş atarken ikinci bir taşı atmak için yere eğilip almasına lüzum kalmıyor! Taş kendiliğinden eline yükseliyor o da atıyor” diyordu. Bu sözü duyunca daha dikkatli baktım. Söylenen gerçekten doğruydu; hâdiseyi gözümle gördüm. O, yere eğilmeden taş eline geliyor, alıp atınca bir düşmanı yıkıyordu. Bu kahramanın velî bir zât olduğunu anladım ve kerâmetini gözlerimle gördüm.
Gâzi Ahmed Muhtar Paşa bu sözleri dinledikten sonra sevinç ve heyecanla; “Bre paşa kardaş niçün demezsiniz ki bu cenkde üçler, yediler, kırklar, erenler bizimle berâberlermiş. Elhamdülillah bu, Rabbimin bize bir ihsânıdır.” dedi. Bunun üzerine Kurt İsmâil Paşa şöyle ilâve etti: “Şu anda o, şehîd düşen kumandanı kahraman miralay Bahri Beyin başındadır.” dedi. Bundan sonra daha çok tanınıp sevilen İmâm Efendi hazretleri yirmi sekizinci alayın üçüncü taburu imâmlığına tâyin edildi ve artık “İmâm Efendi” diye tanındı.
SÂMİNÎ Hazretleri ile Tanışması ve Kıymetli Hocaları
Bu vazîfede iken evliyânın büyüklerinden Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî hazretlerinin oğlu ve halîfesi Seyyid Ubeydullah ile Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin halîfelerinden Kufrevî Şeyh Muhammed ve Gümüşhâneli Anmed Ziyâeddîn ve Erzincanlı Terzi Baba lakabıyla meşhûr Şeyh Hayyât’ın talebelerinden Hacı Fehmi efendiler ile sohbet etti. 1882’de vazîfeli olduğu tabur Palu’ya taşındı. Burada asıl hocasına kavuştu. Bu mübârek zât Mahmûd Sâminî idi. Daha İmâm Efendi gelmeden önce, onun hâllerini kapalı olarak talebelerine bildirdi. Zaman zaman işâretler vererek; “Mâşallah dokuz yaşında hâfız ve fakih olmak her kulun kârı değildir” derdi. Yine bir gün; “Fesübhânallah, ilme olan gayreti hocalarını çalışmaya mecbûr ediyor” Aradan bir müddet geçince onun hakkında yine şöyle buyurmuştur: “Hikmet-i Hüdâ onu okutmaya Buhârâ’dan âlim, fâdıl ve mutasavvıf bir hoca memur edildi. Allah Allah, bu ne saâdet bu ne bahtiyârlıktır ki, Hızır aleyhisselâmın kırbasından şerbete, dağarcığından lokmaya kavuşmak. Moskof’un kafasına taşla darbe vurmak…” Talebeleri hayretle dinledikleri bu sözlerde kime işâret edildiğini merak ediyorlardı. Fakat açıklamıyor, sâdece işâret veriyordu.
Mahmûd Sâminî hazretleri bu işâretleriyle, birgün kendi sohbetine kavuşacak olan İmâm Efendinin hayâtını ve başından geçen önemli hâdiseleri safha safha anlatıyor ve onun gelmesini bekliyordu. O günlerde İmâm Efendi bir rüyâ gördü. Rüyâsında hiç tanımadığı bir zât şöyle dedi: “Hâfız kurban! Ben seni bekliyorum. Sen de bizi arıyorsun. Sana verilmesi gereken emânetin altında kudret ve kuvvetim azaldı. Gözüm yoldadır. Bu kadar saklanmaya ve naz etmeye sebep nedir? Yeter artık gel bana!” Bu rüyâdan sonra merakla, rüyâ Rahmânî mi diye düşünmeye başladı. Kendini dâvet eden zât kimdi ve neredeydi? Ertesi gün bir rüyâ daha gördü. Rüyâsında dört mübârek zât ile karşılaştı. Bunlar, Behâeddîn Buhârî, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî, Ali Sebtî ve Vehbî-yi Hayyâtî yâni Terzi Baba hazretleri idiler. Ona şöyle buyurdular: “Aradığını Palu’da bulacaksın. Palulu Şeyh Mahmûd Sâminî’nin dâvetine icâbet et!” Bu işâret üzerine Palu’ya hareket etti. O yolda iken Mahmûd Sâminî hazretleri de dergâhından Palu’ya gidip, beklediği talebenin kendisine gelmekte olduğunu söyleyerek talebeleri ile birlikte karşılamaya çıktı. Karşılaştıkları yerde onu şefkat ve muhabbetle bağrına bastı. Sonra onu dergâhına götürüp misâfir etti.
Burada Mahmûd-ı Sâminî hazretlerinin sözlerini ve sohbetlerini çok dikkatli dinleyen İmâm Efendi, vaktinin nasıl geçtiğini anlamadı. Mahmûd-ı Sâminî’nin huzûrunda önceki sıkıntılarını unuttu. Kendinden geçmiş bir vaziyette sohbeti dinlerken, Mahmûd-ı Sâminî birden; “İmâm Efendiye bir kahve getirin, bir kahvemizi içsin.” buyurdu. Kahveyi getiren talebeye birisi çarpınca kahve Osman Bedreddîn’in beyaz Şam hırkasının üzerine döküldü. Giyimine ve temizliğe son derece titiz olan ve îtinâ gösteren İmâm Efendi içinden; “Eyvah bu elbise çok berbat oldu. Artık giyilmez.” dedi. Mahmûd-ı Sâminî hazretleri; “Hâfız, kalbin incinmesin. Bizim Mustafa çok da güzel çamaşır yıkar. Hırkanı çıkar ver de bir güzel yıkasın.” dediğinde, İmâm Efendi utanarak hırkasını Mustafa Efendiye (Seyyid Hace Mustafa Naci Hazretleri) verdi. Kısa sure sonra Mustafa Efendi hırka ile geri döndü. İmâm Efendi hırkayı üzerine giyince kendisini bâzı haller kapladığını hissetti. Kahve dökülen yerde hiç bir iz yoktu. Karşılıklı sohbetlerini dinleyen diğer talebelerin kalblerindeki; ihlâs, muhabbet, teslimiyet, huzûr, sabır artıyordu. İmâm Efendi önce inâbeye (ondan tasavvufu almaya) yaklaşmadı. Mahmûd Sâminî hazretlerinin tütün içmesi ve rahatsızlığı sebebiyle gözlerinin çapaklanması dikkatini çekmişti. Sabırla bekliyordu. Hocası onun bu sabrı karşısında artık zâhirî perdeyi kaldırıp bir gün şöyle buyurdu: “Hâfız, misâfirlik üç gündür. Senin misâfirliğin on günü geçti. Yemek için çalışmak lâzımdır. Haydi bakalım bostanımızı sulama sırası sendedir.” Bu bostan, Sâminî hazretlerinin eliyle yetiştirdiği ve helâl lokma kazandığı bir bostandı. Burada kendi emeği ile sebze yetiştirir, misâfirlerine ikrâm ederdi.
İmâm Efendi, verilen emir üzerine bostanı sulamaya gitti. Havuzun suyunu saldı. Fakat daha bir evlek sebze sulamadan havuzun suyunu bitmiş gördü. Gidip durumu hocasına bildirdi. Mahmûd Sâminî hazretleri; “Hâfız, kocaman havuzun suyu bir evlek de mi sulamadı? Dikkat et hâfızım, gören gözle bak. Havuz dolu duruyor. Git vazîfeni yap!” dedi. Tekrar havuzun başına gitti. Bir de baktı ki havuz su ile dolu. Bu işte hocasının kerâmeti olduğunu anladı. O gün bostanı tamâmen suladı.
Aynı gün ikindi vakti hocası; “Hâfız, yarın çok misâfirimiz gelecek. Bostana git biraz patlıcan topla, mutfağa bırak” dedi. Bu sefer aldığı emir üzerine patlıcan toplamaya gitti. Ancak bostandaki patlıcanların henüz çiçek açmış ve yetişmemiş olduğunu gördü. Geri dönüp durumu hocasına bildirdi. Patlıcan yetişmemiş deyince, hocası; “Hâfız, Murat suyuna gitsen kurutup gelirsin. Tekrar git patlıcanları yetişmiş bulacaksın” dedi. Gidip bakınca gerçekten çuval çuval patlıcan yetişmiş olduğunu gördü. Bu işte de hocasının kerâmeti olduğunu anladı. Ancak bir taraftan da neden tütün içiyor diye düşünüyor, bir türlü teslim olamıyordu. Bu düşüncesi ve tereddüdü o dereceye vardı ki, artık ayrılıp gitmeye karar verdi. Bu karârı verdiği günün sabahı, Mahmûd Sâminî hazretleri sabah namazını kıldırdıktan sonra, aralarında İmâm Efendinin de bulunduğu cemâate karşı dönüp oturdu. O gün hâli değişik, üzgün ve biraz da celâlli bir hâldeydi. Mihrâbda bir müddet o hâlde durduktan sonra şöyle söze başladı: “Azîz kardeşlerim, bir dertli derdini tabîbe anlatmayıp gizlerse, derdine dermân bulamaz. Bir âşık, aşkını mâşûkuna açmazsa o mâşuk (sevgili) aşkını bilemez. Tasavvufda gurur yasaktır. Teslimiyet şarttır. Aşkın mecâzi köprüsünü geçenler, aşk-ı hakîkîye erenlerdir. Buna erenler ise, Hakk’a inanıp bir rehbere bağlananlardır. Size bir misâl vereyim. Bir zât hazret-i Hızır elinden şerbet içmekle, bir kaç hocadan icâzetsiz izin almakla, erenler imtihânına mânen katılıp beline kemer bağlamakla yolu katedemez. Bu gibiler aşılanmamış bir ahlat ağacına benzer. Meyvesi acımtırak ve lezzetsiz olur. Onu aşılamak lâzımdır. Bâzı insanlar işte böyledir. Kendi hâlinde yetişen bir çiçek misk gibi kokar fakat ne yazık ki ormandadır. Ondan kimse faydalanamaz. Beşeriyete hizmet lâzımdır. Beşeriyet latîf ve güzel kokuya muhtâctır.
Bir fakir derviş, tütün içer diye sevdiği kimse ondan kaçar. Bunlar birer hikmet ve esrârdır. Sürüden ayrılanı kurt kapar. Fırsat elden kaçar. Mutlaka olacak olur; kalbini ister geniş ister dar tut. Gönül ister ki hoş olalım. Bakınız Kaygusuz Abdal nasıl söylemiş:
Sana gizli bir sözüm var, gel gönüle gir gönüle.
Sen senliğini elden bırak, gel gönüle gir gönüle.
Bulalım dersen feth-i bâbın, gel gönüle gir gönüle.
Bulam dersen aşk kenânın, gel gönüle gir gönüle.
Siyâhı ko, akı tut, anma işe şer katanı,
Zikret müdâm yaradanı, gel gönüle gir gönüle.
Zühd zâhid duzağıdır, ilim, ilimin bağıdır,
Gönül evi Hakk evidir, gel gönüle gir gönüle.
Kaygusuz bu böyle olur, Hakk’a doğru yola varır,
Bulanlar gönülde bulur, gel gönüle gir gönüle.
Sohbetini dinleyenler, başlarını eğmiş sessiz bir hâlde oturuyorlardı. Asıl muhâtab ise, İmâm Efendiydi. O da bunu gâyet açık bir şekilde anlamıştı. Çünkü diğerlerinin bilmediği bir çok hâllerini saymıştı. Bu, hocasının bir kerâmeti idi. Hocası sohbetten sonra evine gidip, akşama kadar çıkmadı. İmâm Efendi ise sohbetini dinleyince gitmekten vaz geçip tam bir teslimiyetle Mahmûd Sâminî hazretlerinin yanında kalmaya kesin karar verdi. Kendi kendine; “Sâminî hazretleri tütün içebilir bana ne” dedi. Sonra; “Yâ Rabbî! Âciz ve bîçâre kulun Bedrî’yi gafletten uyandır. Selâmete erdir” diye duâ etti.
Mürşide teslim olamayınca da elbette ki manevi terakki (ilerleme) mümkün değildir. Halbukî, Saminî hazretleri gözlerinden rahatsızdır ve elinde olmadan gözlerinde bazen çapaklanma olmaktadır. Diğer taraftan, Saminî hazretlerinin yine tütün içtiği bir sohbet esnasında, Sâminî hazretleri İmam Efendi’nin kalbindewn geçenleri anlayarak ona döner ve “Bizim tütün çubuğumuzu düşüneceğine, Allahü teâlâyı düşün ve zikret. O’nu an ve O’ndan başka da bir şey düşünme” der. Başka bir gün, İmam Efendi, Saminî hazretlerinin yanında kaldığı ilk zamanlarında mana âleminde tütünün Cenab-ı Hakka secde etmediğini görür. Ertesi gün, Allah-u Teâlânın izniyle rüyadan haberdar olan Saminî hazretleri “Hafız! (İmam Efendiye böyle seslenirlerdi) bir ateş getir de şu Allah’ a secde etmeyen otu yakalım”, der. Arkasından, “Hafiz biz bu tütünü şunun için içiyoruz. Buraya tütün içen birçok kişi gelmektedir (Paluda o dönemde tütün içmek sanki ekmek yemek, su içmek gibiydi). Şayet ben tütün içmezsem, bunlar içmek için dışarı çıkarlar ve sohbeti dinlemezler. Bunun keyiflisi değilim niyetimiz budur” der. Bu ve benzer bazı harikuladelikleri gören, İmam Efendi tövbe ederek, kalben büyük bir bağlılıkla hocasına bağlanır.
Sevenleri anlatıyor: Tütün içmesine rağmen, Efendi hazretlerinin ne ağzından ne de üzerinden hiçbir zaman tütün kokusu gelmezdi.
Bu konuda İmam Efendi hazretlerinin halifesi Muhammed Mazhar Harputi Hazretleri de, “Tütün secde etmediği için Cenab-ı Hakk daha dünyada iken yaktırıyor” diye emir buyururlardı.
İmam Efendi hazretleri bütün bu olanlar karşısında hatasını anlayarak tevbe etti ve hocasına bütün kalbiyle bağlanmaya karar verdi. Sâminî Hazretleri, İmam Efendiye hitaben yaptığı konuşmadan sonra akşama doğru evinden çıkar. Vakit namazının imamlığına İmam Efendiyi geçirir. Talebelerden biri, Sâminî hazretlerinin ileri gelen talebelerinden Miyadınlı Mehmed Efendiye (Aynı zamanda Sâminî hazretlerinin halifesidir); “Hoca efendi mihrâbı neden bu Hâfız misâfire bıraktı” diyerek sorunca; “O, daha mürşid görmeden ilk devreyi kendi güzel ahlâkı ve istidâdı ile bir hamlede atlamıştır” cevâbını verir.
İCAZETİNİ ALMASI
Bir ara Sâminî hazrelteri “Mustafa, Mustafa! Hâfızı bana gönder!” diye heybetli bir sesle bağırdı. Bu heybetli sesi işitenler heyecâna kapıldılar. İmâm Efendi birden bire titremeye başladı. Telaşla hocasına koştu. Vilâyet heybeti onu titretiyordu. Huzûruna varınca, onu tutup riyâzet odasına soktu (İmam Efendi hazretlerinin riyazete girdiği bu odan hâlen Sâminî hazretlerinin evinde sohbet odası içerisindedir). Artık o, tam bir teslimiyet içinde hocasının elini öperek bağlılığını arzetti. Sonra; “Burada ne kadar kalacağım” diye suâl edince, şöyle cevap verdi: “Allahü teâlânın dilediği kadar, bir an, bir gün, kırk gün, belki kırk yıl. Bu bir harman, bir meydan, bir devrandır. Devran da meydan da harman da senin. Zaman mahsul zamânıdır. Yiğitlik şimdi belli olur, mânevî dereceleri katetme zamânıdır. Dikkat lâzımdır. Hâfız! Hazret-i Hızır’ın şerbeti, fadlına; Ahmet Merâmî hocanın emekleri ise, ilmine ve aşkına sebeb oldu. Büyüğümüz Muhammed Behâeddîn hazretleri ve diğer büyükler rehberlik ederek senin bize gelmeni işâret ettiler değil mi? Erzurum’da Ayaz Paşa Câmii minâresinde okuduğun ezân-ı Muhammedî, mâneviyât âleminin erenlerini cihâda dâvet etti. Yer gök sarsıldı. Bütün evliyâ, şühedâ ve sâlihlerin rûhları Erzurum semâlarında toplandı.
Hâfız! Moskofları, taşla kovaladığın zaman biz de oradaydık. Bunlar hep evliyâlığın cilveleridir. Asıl mârifet, hakîkatler ötesindeki hakîkate ermektir. Metin ol. Allahü teâlâ yardımcındır…”
İmâm Efendi kısa zamanda tasavvufta yetişip kemâle erdi; on sekiz günde icâzet aldı.Vazîfesi sebebiyle üç-dört sene Palu’da kaldı. Bu arada hocasının sohbetlerinde bulundu.
Daha sonra vazîfesi icâbı askerî taburla birlikte Dersim’e gitti. Taburu Dersim’den Çemişgezek’e gönderilince, senelerce orada hizmet etti. Buradan Palu’ya sık sık hocası Mahmûd-ı Sâminî hazretlerini ziyârete giden İmâm Efendi, onun duâsını alır ve sohbetini dinleyip geri dönerdi. İmâm Efendi 1909 senesinde emekliye ayrılıp Harput’a yerleşti. Bundan sonra tamâmen ilimle meşgûl oldu. Derslerinde ve sohbetlerinde bulunan pekçok zâtı tasavvufta yetiştirdi. Pekçok insanı da cehâletten kurtarıp, sâlihlerden eyledi. İlme, mârifete ve feyze susamış iki yüz bine yakın kimse onun feyz pınarından kana kana içti. Rüşd, hidâyet ve mârifete kavuştu.
HALİFELERİ
İmam Efendi hazretlerinin, ikiyüz binden ziyade müridi içerisinde tespit edebildiğimiz halifeleri aşağıdadır. Aşağıdaki büyük velilerden belirttiklerimiz ile Silsile-i Aliyye devam etmiştir (Kaddesallahu Sîrrahulaziz)
1) Seyyid Hace Mustafa Naci Hazretleri (k.s.) (Hoca Efendi Hazretleri) (İmam Efendiden sonra manevi sırların ve zamanının sahibi, Gavs-ı Azamı, İnsan-ı Kâmili, Silsile-i Aliyyenin 35. halkası. İlk icazetini Mahmûd Sâminî hazretlerinden almış. İmam Efendi hazretleri de bu icazete Sâminî hazretlerinin irtihallerinden sonra mührünü vurarak onaylamıştır. Yani, iki nur sahibidir. Kabr-i Şerifi Harputta İmam Efendi türbesi içerisinde girişte sağdaki kabirdir),
2) Seyyid Sadeddin (Sadi) Efendi Hazretleri (k.s.) (Sâminî hazretlerinin torunudur. Kabri, Sâminî hazretlerinin türbesi içindedir. Şehiddir),
3) Büyük İslam alimi Ömer Nasuhi Bilmen (k.s.)’ e de hilafet vermiştir,
İmam Efendi Hazretleri bu halifelerinin yanı sıra Harputta 5 kardeş isimiyle meşhur olmuş olan 5 büyük halife yetiştirmiştir. Bunlar Nureddin Efendi (k.s.), Sonsürülü Seyyid Molla Hüseyin Efendi (k.s.), Seyyid Musa Kâzım Hazretleri (k.s.), Seyyid Sadeddin Tilenzigi Hazretleri (k.s.), Seyyid Muhammed Mazhar Ettasi Harputî (k.s.) hazretleridir. Vefat sırasına göre;
4) Seyyid Nureddin Efendi Hazretleri (İmam Efendi’nin oğludur. Kabri, İmam Efendinin türbesi içerisinde girişte hemen karşıdaki kabirdir.
5) Sürsürülü (Sonsürülü) Seyyid Molla Hüseyin Efendi (Kabri, İmam Efendi hazretlerinin türbesinin dışında, güney tarafında, türbeye yaklaşık üç metre uzaklıktadır,
6) SeyyidMusa Kâzım Harputî Hazretleri (Hace Mustafa Naci Hazretlerinden sonra, Gavsiyet makamındaki büyük zattır. İcazetnamesinde hem İmam Efendi Hazretlerinin, hem de Hace Mustafa Naci hazretlerinin mühürleri vardır. Zamanının sahibi, İnsan-ı Kâmili, ilahi nurların ve feyzlerin kaynağı ve Silsile-i Aliyye’nin 36. halkasıdır. Türbesi Harputta İmam Efendi’nin türbesinin kuzey tarafında yaklaşık 20 metre uzağındadır).
7) Seyyid Sadeddin Efendi Hazretleri (k.s.) (Tilenzik köyünden. Kabri, İmam Efendi hazretlerinin türbesinin dışında, kapısının hemen sağındadır).
8) Seyyid Muhammed Mazhar Ettasi Harputî Hazretleri (k.s.)(Musa Kâzım Hazretlerinden sonra Allah-u Teâla ve peygamberimiz emriyle zamanının sahibi, Gavs-ı Azamı. İcazetnamesinde İmam Efendi Hazretleri, Hace Mustafa Naci Efendi Hazretleri ve Musa Kâzım Harputi hazretlerinin mührünü taşımaktaydı ki böyle bir icazet kimseye nasip olmamıştır. Üç nur sahibidir. Nakşi tarikatının Ettasi lakabıyla meşhur 9. Müceddidi ve Peygamber Efendimizden gelen ve yüzyıllarca sineden sineye nakl olan manevi sırların, hikmetlerin ve feyzlerin yegâne kaynağı, büyük alimler ve veliler zinciri olan Silsile-i Aliyye’nin 37. halkası).
İmam Efendi Hazretleri sohbetlerinde aslâ siyâsî ve boş şeyler konuşulmazdı. 1911 senesinde Harput’un ileri gelenlerinden pekçok zâtla birlikte hacca gitti. Bu Hicaz seferinde; Şam, Mekke ve Medîne âlimleri kendisine çok hürmet ve ikrâmda bulundular.
İmâm Efendi buyurdu ki: “İnsan Allahü teâlânın nîmetlerini düşünse, bunların şükrünü nasıl yerine getireceğinden hayret eder. Şükrünü tam mânâsı ile edâ etmek mümkün değildir. Allahü teâlâ, emirlerine itâat ve yasaklarından kaçma gibi azıcık bir şeyden râzı oluyor. Pekçok ikrâm ve ihsânda bulunuyor.”
“Cehennem iki türlüdür. Hem sıcak, hem soğuk Cehennem vardır. Cenâb-ı Hak kışın şiddetli soğuğunu yaratmış ki, insanlar Cehennem’in soğuğunu hatırlasınlar da ondan sakınsınlar. Yazın en sıcak günlerini de yaratmış ki bundan da Cehennem’in sıcağını hatırlasınlar da ondan sakınma çârelerine yönelsinler”
“Tasavvuf, kitap ve sünnete dayanan ilâhî ve rabbânî hikmetin adıdır. Mevzuu ise, kişiyi gafletten sakındırıp, Allahü teâlâ ile berâber olmayı kazandırmaktır. Faydası da; kişiyi nefsin kötü huylarından arındırıp İnsanı Kâmil ve Mevlâya lâyık bir kul yapmaktır.”
Vefâtından birkaç gün evvel vasiyetini yazdı. Vefât ettiğinde, halk arasında çok sevildiğinden, cenâzesinde büyük bir kalabalık toplandı. Harput’ta Meteris kabristanına defnedildi. Bilâhare kabri üzerine türbe yapıldı. Ziyâret edilmektedir. Bizzat kendi yaptığı sohbet derslerinin toplanmasıyla oluşturulmuş, enfes sohbetleri Marifet Yayınları tarafından Gülzâr-ı Sâminî Sohbetler adı altından bastırılmıştır. Hâlen okuyanları feyzlerin kaynağından nasiplendirir ve başka dünyalara götürür. Diğer taraftan, sevenlerine yazdığı mektuplar yine Marifet Yayınları tarafından 2. Cilt olarak Mektûbat ismiyle basılmıştır. Gülbün-i İrşâd ve Mecâlis-i Sâminiyye adında beş ciltlik kasîdesi vardır.
KAYNAKÇA
1) İmam Efendi, Gülzâr-ı Sâminî Sohbetler, Hâcegân Vakfı Yayınları
2) İmam Efendi, Mektûbat, Hâcegân Vakfı Yayınları
3) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1131
4) El yazması sohbetnâme (İmam Efendinin sohbetleri sırasında, bizzat Sadeddin Efendi ve Mazhar Efendi tarafından yazılmış, sonra İmam Efendiye okunmuştur)
5) Osmanlı Târihi Ansiklopedisi; c.6, s.11
6) Osman Bedreddîn Efendi, Hayâtı ve Hocaları (Ethem Ruhî Başaran)
7) Harput Yollarında; c.2, s.268
NOT: OSMAN BEDRUDDİN ERZURİMİ (KS) Hazretlerinin hayatının bu versiyonu harputelazıgsamini.com adresinden alınmıştır.
Bunu paylaş:
30May, 2025
Hâce Ne Demek?
Terim Tanım
Hâce, bugünkü yaygın kullanımı ile hoca demektir. Hâcegân ise hâcenin çoğulu hocalar şeklinde tanımlanmaktadır. Hâce kelimesinin kökeninin nereden geldiği konusu tam olarak bilinmemekle birlikte kaynaklarda çeşitli rivayetler yer almaktadır[1]. Öz anlatımla Hâce; asrın bilginlerine, mütefekkirlerine, münevverlerine, ariflerine, âşıklarına en üst seviyede verilen bir isimdir.
Tarihin seyri içinde Hâce isminin ortaya çıkışı, Orta Asya ve Maveraünnehr dediğimiz bu bölgede Ali Fârimedi hazretlerinden sonra Yusuf Hemedani hazretleri ile başlamıştır. Kendisine Hâce Yusuf Hemedani denilmiştir. O’nun bir halefi Hâce Ahmed Yesevî, diğer bir halefi Hâce Abdulhâlık Gucduvânî vasıtasıyla manevi miras yayılmış ve devam etmiştir. Hâcelikte; Peygamberimizin ﷺ şahsı gibi hem velayete bakan manevi yön hem de devlet adamlığı, siyaseti ve komutanlığı gibi zahire bakan yön bulunmaktadır.
Hâcelikte; zahir ile mana bir şahsiyette toplandığı için mavera denilen bölgede kurulan muhtelif İslâm devletlerinin teşkilâtlarında idari bir terim olarak da kullanılmıştır. Özellikle Sâmânîler, Gazneliler ve Selçuklularda hükümdardan sonra gelen vezir bu unvanla anıldığı gibi diğer bazı resmî ricâlin de unvanı olmuştur. Örneğin, Selçuklularda devletin birinci adamı ve sultanın mutlak vekili olan vezire “Hâce” denilmiştir. Nizâmülmülk’e “Hâce” veya “Hâce-i Büzürg / Büyük Hoca” diye hitap edilmiştir. Nizâmülmülk’ün Siyasetname adlı eserinde bürokrasi mensubu memurlar da Hâce veya Hâcegân şeklinde isimlendirilmiş, Hâcegâna mensup kimselerin “Hâce-i Saîd, Hâce-i Reşîd, Hâce-i Kâmil” gibi lakaplarla anılmaları gerektiği belirtilmiştir[2].
Hârizmşahlarda da büyük ricâle ve vezirlere Hâce denilmiş, büyük vezir “Hâce-i Cihân” şeklinde anılmıştır. Yine İlhanlılar, Timurlular, Karakoyunlu ve Akkoyunlular da Hâce unvanını kullanmışlardır. Hatta Hindistan’da kurulan sultanlıklar da bile bu Hâce unvanı kullanılmış sultanlarına “Hâce-i Cihân” denilmiştir[3].
Hâce veya hoca unvanı resmî kullanış dışında çok değişik şekillerde farklı zümreler arasında da yaygınlık kazanmıştır. XII. yüzyılda “sahip, efendi, tahsil görmüş kişi” anlamlarında kullanılarak “kadılar, imamlar, şehir reisleri” bu lakapla anılmıştır. Anadolu Selçuklularında ticaretle uğraşanlar ve zanaat ehli olanlar özellikle şehrin divan görevlileri arasında yer alan büyük tacir üstatlarına Hâce denmiştir. “Hâce-i Bâzâr” tabiriyle esnaf ve tüccar erbabı kastedilmiştir. Köylerde ve şehirlerde kanaat önderlerine bir dönem Hâce denilmiştir[4]. İlerleyen yıllarda Hâce kavramı bazı farisi bölgelerde itibarsızlaştırılmaya, uygunsuz kişilere lakap olarak verilmeye çalışılsa da[5] “Hâce-i Cihân, Hâce-i Kâinat, Hâce-i Düserâ, Hâce-i Rusül, Hâce-i Âlem”[6] gibi Peygamberimize ﷺ ait sıfatların ve İslami değerlerin ağır basması sonucu neticede başarılı olunamamıştır.
Türkçe’de lakap olarak hem özel isimden önce (Hoca Ahmet, Hoca Nasreddin, Hoca Sâdeddin gibi) hem de -daha çok XX. yüzyıl Türkçesi’nde- özel isimden sonra da (Nasreddin Hoca, Hüseyin Hoca, Hasan Hoca gibi) kullanılmıştır. Ayrıca bazı tarikatlarda birçok tarikat büyüğü ile şeyh ve pîri bu unvanla anılırken “Hatm-i Hâcegân, Silsile-i Hâcegân” gibi terkipler içinde de çoğul olarak yer almıştır.
Köprülü’ye göre Hâcelik; Abdulhâlık Gucduvânî ve Ahmed Yesevî silsilesinden gelenlere, tarîkat-ı Hâcegân olarak adlandırılan Nakşibendî tarikatına mensup büyük mürşitlere verilen ünvandır[7]
Osmanlıda da daha önceki Türk-İslâm devletlerinde olduğu gibi “Hâce” unvanı kullanılmış ve “bürokraside görevli üst memurlara” Hâcegân denilmiştir. Osmanlı devlet teşkîlâtında padişahların bugünkü manadaki özel kalem müdürlüğü başta olmak üzere, defterdarlık, nişancılık gibi memûriyetlerde, eminlik ve müdürlüklerde bulunanlar için de Hâcegân ünvanı kullanılmıştır[8]. Hacı Bayramı Veli hazretleri de Yıldırım Bayazıdın özel kalem müdürlüğünü yaparak “Hâce” ünvanını almış ve Hâcegândan sayılmıştır. Osmanlı döneminde Hâce ünvanının yaygın biçimde “Hoca” şeklinde kullanıldığı görülmektedir. Özellikle mektep muallimleri ve medrese uleması bu unvanla anılmıştır. Şehzade muallimlerine “Hoca” denilmesinin sebeplerinden birisi de “Hâce” unvanının tarihi anlamından kaynaklıdır. Şehzade tahta çıktığı zaman ders aldığı âlimlerden birini kendisine Hâce/Hoca olarak seçer ve bu kişi “Hoca-i Sultânî”, “Padişah Hocası” unvanıyla anılır, teşrifatta da şeyhülislâma denk kabul edilirdi. Bunların görev ve tayinleri ile kendilerine tanınan imtiyazlar hakkında Fâtih Sultan Mehmet Han bir kanunname çıkarmış ve bu kanunnameye “Hocazâdeler Kanunu” denilmiştir[9].
Kelime ayrıca bazı ailelere de lakap olmuştur. Meselâ III. Murad’a şehzadeliğinde ders veren Hoca Sâdeddin Efendi’den sonra gelen talebeleri de “Hocazâde” lakabıyla anılmıştır. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında kurulan Mühendishanenin öğretmenleri “Hoca, Hoca-i Evvel, Hoca-i Sânî, Hoca-i Sâlis, Hoca-i Râbi'” şeklinde derecelendirilmiş ve bunların en kıdemlisi olan Hoca-i Evvel’e “Başhoca”, Hoca-i Rabi’den sonra gelenlere ise “halife” denilmiştir[10].
Istılahi olarak Hâce
Hâcelikte ilk kaynak, memba Efendimiz ﷺ dir. Bu sebeple Efendimizin ﷺ bir ismi “Hâce-i Kâinattır”, kâinatın hocasıdır. Diğer bir ismi ise “Hâce-i Rusüldür”, peygamberlerin hocasıdır.
Sonraki tanımlamalarda Hâce, manevi mirasın sahipleri “Ashab-ı Kiram” dır. Efendimizi ﷺ baş gözüyle görmüş, onunla sohbetleşmiş, hasbihal etmiş ve bu mirasın aktarılmasında öncülük etmiş kutlu topluluk. Ashabdan sonra kıyamete kadar gelecek üçüncü gruba da “Saadatı Kiram” diyoruz. Saadete, selamete, hidayete ermiş topluluk.
İnsanı kâmil anlayışına sahip Hâce, zülcenaheyndir. Çift yönlü, çift kanatlıdır. Kendisinde hem zahir dediğimiz Efendimizin ﷺ devlet adamlığı, siyaseti, komutanlığı ve diğer yönleri hem de mana dediğimiz İslam’ın manevi mirası bulunur. Hakikatte İslam bir bütündür. İçerisinde devleti, siyaseti, ibadeti ve ukubatı toptan barındırır. İslam’ın hâkim olduğu dönemlerde her iki yönün aktif olarak işletildiği ancak devletlerin İslam’dan uzaklaştıkları dönemlerde Müslümanlık sadece ibadet olarak algılandığı için zahir denilen yön pasif kalmaya mahkûm edilmiştir. Zaman zaman bu iki yön birbirinden ayrışmış, zahir ve mana iki ayrı kişide toplanmıştır. Ne zaman ki bu iki sıfat Efendimiz ﷺ ve raşit halifeleri gibi tek insanda toplanmış o zaman yeryüzü sadece Müslümanlar için değil tüm insanlık için de saadet yurdu olmuştur.
Öz anlatımla Hâce; Hâce-i Kâinat olan Efendimizin ﷺ, zahir ve mana mirasına sahip asrın kamil insanlarına en üst seviyede verilen bir isimdir.
[1] İpşirli Mehmet; Hâcegân, İslam Ansiklopedisi, C.14, s.430. Ayrıca rivayetler için bkz.
[2] Beyhaki, Muhammed b. Hüseyin; Tarih (neşreden: Kāsım Ganî – Ali Ekber Feyyâz), s. 218-219
[3] Konukçu, Enver; Hâce-i Cihan; İslam Ansiklopedisi, C.14, s.429.
[4] Dıa, Hoca, İslam Ansiklopedisi, C. 18, s. 186.
[5] Sümer Faruk; Hâce Sera, in: Ağa, İslam Ansiklopedisi, C.1, s.451.
[6] Dıa, Hoca, İslam Ansiklopedisi, C. 18, s. 186.
[7] Köprülü, M. Fuad; “Hâce”, İslam Ansiklopedisi, C. V/1, s. 24.
[8] Hâcegân, Kubbealtı Lugatı, Bkz: https://web.archive.org/web/20180519233748/http://www.lugatim.com/s/hacegan
[9] Dıa, Hoca, İslam Ansiklopedisi, C. 18, s. 186.
[10] Beydilli, Kemal; Türk Bilim ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishâne, Mühendishâne Matbaası ve Kütüphânesi (1776-1826), İstanbul 1995, s. 54 vd.

Bunu paylaş:
31Ara, 2024
Yeni Yıla Girerken – 2024 Yılını Uğurlarken
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Âlemlerin Rabbi Allah’a (cc) hamd olsun. Salât ve selam Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ‘in ailesinin ve bütün ashabının üzerine olsun…
يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَؕ اِنَّ اللّٰهَ خَبٖيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿﴾
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. (Haşr, 18)
Değerli Kardeşlerim;
2024 yılının sona ermesiyle, bir yaşımıza daha girdik, almış olduğumuz bir nefesimiz, atmış olduğumuz bir adımımız, bizi ecelimize biraz daha yaklaştırdı. İyisi ile kötüsü ile, nimeti ile külfeti ile fert, toplum ve ümmet bazında maruz kaldığımız, zulüm, haksızlık, işkence, katliam ve savaş dolu bir yılı geride bırakıyoruz. Rabbim hepimize daha yaşanılabilir, daha adil bir dünya, zulmün, katliamların olmadığı bir hayat bahşeylesin, yeni yıl, ümmetin uyanışına, dirilişine, birlik beraberliğimiz ve kardeşliğimizin kuvvetlenmesine vesile olsun.
Öncelikle yazımızın başında Müslüman kültüründe olmayan ve Müslümana yakışmayan Noel ve yılbaşı kutlamaları ile ilgili bazı bilgilere yer verelim. Hicri takvime göre 1 Muharrem, Miladi takvime göre 1 Ocak, Rumi takvime göre ise 14 Mart yeni yılın ilk günleridir. Günümüzde çoğu ülke tarafından uygulanmakta olan miladi takvimin başlangıç senesi Hz. İsa’nın doğduğu yıldır. Ancak Hz. İsa’nın doğum günü senenin ilk günü olan 1 Ocak değil, 25 Aralıktır. Bu sebeple 25 Aralık ve arkasından gelen birkaç gün Hristiyan aleminin çoğunluğu tarafından Noel yortusu olarak kutlanır. Ermeni kilisesi ise Hz. İsa’nın doğum gününü 6 Ocak olarak kabul eder. Mevzunun iyi anlaşılması için Noel’in ne olduğunu hangi dinin ve hangi kültürün ürünü olduğunu ortaya koyalım.
Türkçede yanlış olarak yılbaşı kutlamalarıyla özdeşleştirilen Noel, Latince‘de Tanrı’nın doğum günü anlamına gelen ve Hz. İsa’nın doğum günü kutlamasını ifade eden ‘Dias Natalis’ teriminin Fransızca karşılığıdır. Noel kutlamalarının bir başka unsuru çam ağacı ise Yunan ve Roma kültüründeki ‘Attis’ tanrısına yönelik ayinden kaynaklandığı kabul edilir. Bereket tanrısı Attis‘in çam ağacından yeniden vücut bulduğuna inanılmakta, buna bağlı olarak çam ağacına bereket sembolü diye tapınılmaktaydı, bir başka inanışta ise çam ağacının özgürlüğü temsil ettiğine, ağaca bağlanan mumların ise kötü ruhları ve cadıları kovmak için yakıldığına inanılırdı.
Müslüman kültüründe olmayan ama toplumumuzda sıradanlaşan yılbaşı kutlamaları; alkollü içeceklerin çok tüketildiği, kumarın çokça oynandığı, israfı aşan alışverişlerinin yapıldığı bir zaman dilimi olmuştur. Oysa ki yüce dinimiz alkolü, kumar ve israfı haram kılmıştır. (Maide 90)
Değerli Dostlar;
Su gibi akan giden ömür sermayesini, Rabbimizin razı olduğu şekliyle kullanmak, muhasebe bilinciyle geçirmek, Rabbimizin her an bizi görüp gözettiğini, murakabe ettiğini, وهو معكم اين ما كنتم -Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir. (Hadid 4) ayetini düşünerek, bunu hissederek, hayatımızı idame ettirmek kıymetlidir. Bu gün Müslüman bir bireyin yapacağı en faydalı, en kârlı iş, kanaatimizce geçirmiş olduğu hayatın şöyle bir muhasebesini yapmak olacaktır. Zira Hz Ömer; .. حاسبوا انفسكم قبل ان تحاسبوا وتزينوا للعرض الأكبر (ahirette hesaba çekilmeden önce kendi nefsinizi hesaba çekin ve büyük gün için hazırlanın, dünyada kendisini hesaba çekenlerin ahirette hesabı kolay olacaktır.) buyurmaktadır.
Nasıl bir şirket veya bir esnaf, yapmış olduğu plan hedefine ulaşıp ulaşmadığının hesabını yapıyorsa, kâr zarar bilançosu çıkarıyorsa, geçmiş döneme ait faaliyet raporunu hazırlıyorsa,
İnsan da, toplum ve fert düzeyinde;
1-Kendilerine verilen nimetleri ve imkanları yerli yerinde kullanıp kullanmadığına,
2-Tükettiği imkanlarla, elde ettiği semereler arasında denge bulunup bulunmadığına,
3-Hayat yolunda, varlık gayesine göre yol alıp almadığına, bakacaktır.
Kardeşlerim;
Geniş yelpazede düşünelim yada en azından geride bırakmak üzere olduğumuz yılımızı (2024) bir değerlendirelim, elimize beyaz bir kâğıt ve kalem alıp, iyiliklerimize (+), kötülüklerimize (-) koyalım;
-Beş vakit namazlarımı mümkün mertebe camide kıldım (+),
-Allah rızası için fakir fukara, garip guraba insanlara yardımcı oldum (+),
-Kimseye haksızlık yapmadım, zulmetmedim, hakkına hukukuna girmedim (+),
-Kimseyi aldatmadım, kimsenin malına, canına, namusuna göz dikmedim (+),
-Hep güler yüzlü oldum, iyi niyet besledim, insanlarla iyi geçindim (+),
-Kimseyle alay etmedim, hiç kimseyi küçük görmedim (+),
-Söylem ve eylemlerimde, hep Rabbimin rızasını gözettim (+),
-Kimseye yalan söylemedim, verdiğim sözde durdum, beni ilgilendirmeyen işlerle uğraşmadım (+),
-Hayırların fethi, şerlerin defi için çalıştım (+),
-Manevi açıdan kendimden üstün olan insanları kendime örnek aldım ve onlarla beraber olmaya çalıştım (+),
-Sahip olmuş olduğum imanımı, hayatımın tüm aşamalarına yansıtmaya çalıştım (+),
-İnandığım din ile yaşadığım hayat arasında hep uyum söz konusu idi (+),
Ya da;
-Hayatımı, nefsin ve şeytanın istediği gibi yaşadım (-),
-Allah (cc) düşman ilan etmesine rağmen, şeytanla arkadaşlık ettim (-),
-Camiye cemaate uğramadım; namazlarımı aklıma düştükçe kıldım (-),
-Allah’ın rızası gibi bir derdim olmadı, sadece derdim, cebimi ve midemi doldurmak oldu (-),
-İnsanlar içerisinde hep güvenirliliği tartışan bir Müslüman oldum (-),
-Kaliteli ve ihlaslı mümin olmanın yollarını hiç aramadım (-),
-Maddi açıdan benden aşağı olan insanlara bakmadım, hiç onlara saygı duymadım, hep zengin insanlara baktım ve onlarla beraber oldum (-),
-Babamın annemin ve büyüklerimin hizmetlerini yapıp, onların duasını almayı düşünmedim (-),
-Yaptığım güzel bir işi, hep birileri görsün diye yaptım (-),
Bu artı ve eksileri alt alta toplayacağız ve bir netice ortaya çıkaracağız, ona göre adım atıp, plan yapacağız, o eksileri, artıya çevirme yoluna gideceğiz.
Unutmayalım; Müslüman, ömrünü ameli salih üzere geçirmeli, hayatı iyilikle bezeme arzusu içerisinde olmalıdır.
Değerli kardeşlerim,
Rabbimiz;
﴿﴾ ووفيت كل نفس ما عملت وهو اعلم بما يفعلون
“Herkesin yaptığının karşılığı, tastamam ödenir (Yapılan iyilikler, kişiye mükafat ve kötülük de ceza olarak dönecektir) Allah onların yaptıkları en iyi bilendir.” (Zümer 70) buyurmaktadır.
Ahiret hayatı, dünyadaki hayatımızın hesabının sorulduğu yerdir, ahirette dünyada bize bahşedilen tüm nimetlerin hesabı vardır. Özellikle şu beş şeyin hesabını vermeden, Rabbimizin huzurundan ayrılmamız söz konusu olmayacaktır..
Zira Efendimiz şöyle buyurdu;
لا تزول قدما عبد يوم القيامة حتى يسأل عن خمس: عن عمره فيما أفناه، وعن شبابه فيما أبلاه، وعن ماله من أين اكتسبه وفيما أنفقه، وعن علمه ماذا عمل فيه
“Kıyamet gününde insanoğlu şu beş şeyin hesabını vermediği müddetçe Allah’ın huzurundan ayrılamayacaktır. Ömrünü nerede harcadığından, gençliğini nerede tükettiğinden, malını nerede kazanıp, nerede harcadığından, bildiği ile amel edip etmediğinden.” (Tirmizi 2417)
Değerli Dostlar;
Önemine binaen tekrar ifade etmek istiyoruz ki, yeni bir yıla girerken Müslümana ve Müslüman şahsiyete yakışmayan, kültürümüzde olmayan kutlamalardan, Rabbimizin yasakladığı birtakım iş ve işlemlerden uzak durmak gerekir.
Her ne sebeple olursa olsun, şu ana kadar yapmış olduğumuz hatalara tekrar düşmemek için hatalarımızı tespit etmeli, günah kirlerinden tövbeyle arınmalı يَا أَيُّهَا النَّاسُ تُوبُوا إِلَى اللّٰهِ قَبْلَ أَنْ تَمُوتُوا وَبَادِرُوا بِالْأَعْمَالِ الصَّالِحَةِ قَبْلَ أَنْ تُشْغَلُوا Ey insanlar ölüm gelip çatmadan önce Allaha dönüp tövbe edin, meşgul olmadan önce salih amellere koşun. (Sünen İbn. Mac’e Salat 78) hadisine kulak vermeli, yaralarımızı sarmalı, kalplerimizi onarmalıyız. Yeni yıla daha bilinçli, daha disiplinli, dipdiri bir imanla girmeli, kaybettiklerimizi kazanmalıyız, zamanımızın, ömrümüzün kadrini kıymetini iyi anlamalıyız. Zira Efendimiz (sav);
نعمتان مغبون فيهما كثير من الناس ,الصحة والفراغ
”İnsanlar iki nimetin kadrini kıymetini anlayamadılar (bu anlamda aldandılar) sağlık sıhhat ve boş vakit.” (Sahih Buhari 6412)
Rabbimiz, bize bahşettiği bu ömrü, bu zamanı, onun razı olduğu bir şekilde harcamayı nasip eylesin.
Rabbim bizleri, vermiş olduğu nimetlerin kadrini kıymetini bilenlerden eylesin, yolunda daim ve kaim eylesin, Efendimizin şefaatine mazhar eylesin.
Kalan ömrümüzü, geçmiş ömrümüzden daha hayırlı ve bereketli eylesin.
Bu vesile ile 2025 yılının ülkemize milletimize ve İslam alemine hayırlar getirmesini, akan gözyaşı, kan ve zulmün sona ermesini Cenabı Hak’tan niyaz ediyorum.
30/12/2024
Selam ve dua ile…
Osman KELEŞ

Bunu paylaş:
2Kas, 2024
Mâlâyâ’nî
Süfyân-ı Sevrî Hazretleri buyurmuşlardır ki: “Ne vakit kalbine kasvet (katılık) gelir ve ibâdette bir gevşeklik görürsen, bir de rızkın daralırsa bil ki sen mâlâyâ’nîye dalmışsındır.”
Bunu paylaş:
23Eyl, 2024
MODERN ÇAĞIN HASTALIĞI: DÜNYEVİLEŞME
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Âlemlerin Rabbi Allah’a (cc) hamd olsun. Salât ve Selam; Peygamberimiz Hz. Muhammed’in ﷺ ailesinin ve bütün ashabının üzerine olsun.
وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌۜ وَاِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿
“Bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir; ahiret yurduna gelince işte asıl hayat odur, keşke bunu bilselerdi.” (Ankebut 64)
Değerli Kardeşlerim;
Efendimiz ﷺ, Bahreyn halkı ile savaş yapmadan bir barış antlaşması imzalanmış, sonra oraya Alâ b. Hadrama’yı vâli olarak tayin etmişti. Kısa bir süre sonra toplanan cizye vergilerini Medine’ye getirmek üzere “ümmetin emini” olarak nitelediği Ebu Ubeyde b.Cerrahı göndermişti. Ebu Ubeyde b. Cerrah günler sonra bir sabah namazı vaktinde cizyelerle beraber Medine’ye ulaştı, bunu duyan Medineliler Ebu Ubeyde nin etrafında toplandılar, Efendimiz ﷺ, manzarayı görünce ağzından Ümmeti Muhammedi uyarır mahiyette şu önemli cümleler çıktı; “Vallahi bundan sonra sizin için fakirlikten korkmuyorum, ancak ben sizden önceki ümmetlerin önüne dünya nimetlerinin yayıldığı gibi sizin önünüze de yayılıp onların o dünya malı için yanıp tutuştukları gibi sizin de yanıp tutuşmanızdan ve bunun onları helak ettiği gibi sizi de helak etmesinden korkarım.”
Dünya; üzerinde hayat bulduğumuz hayatımızı devam ettirmek için kendisinden istifade ettiğimiz yerdir. Bu yönüyle kendisi ile doğal bir ilişkimiz vardır, hayatımız ona bağlandığı için ondan faydalanma noktasında onunla alakamızı kesmemiz mümkün değildir. Zira Rabbimiz;
وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَص۪يبَكَ مِنَ الدُّنْيَا﴿
“Allah’ın sana verdiğinden ahiret yurdunu kazanmaya bak ve dünyadan nasibini unutma buyurmaktadır.” (Kasas 77)
Burada problem dünya malına sahip olmak değil, sahip olduklarımızın kölesi olmaktır, yani dünyevileşmektir.
Dünyevileşmek; Yüce yaratıcıyı hatırdan çıkarıp tamamen dünyaya yönelme, ölümü unutup dünyaya dalma, dünyaya kilitlenip, ahireti hiç düşünmeme halidir. Dini inanç, değer ve davranışların insanın hayatından uzaklaştırılması, kişinin Allah’a karşı sorumluluklarını unutup ahirete yönelik hazırlık yapmamasıdır.
Burada asıl problem; ifrat ve tefritten uzak orta halli olamamak, yani dengeyi sağlayamamak, sahip olduğumuz dünya malının kölesi olmaktır.
Burada Hz.İsa’nın; sakın dünyayı ilah edinmeyin ki o da sizi köle edinmesin” sözünü ifade etmek isteriz. Bu paralelde Hz. Mevlana da, “Mal, insan için gemiyi yüzdüren su gibi olmalıdır ama içine girmemelidir. Çünkü içine girdiğinde gemiyi batıran da aynı sudur.” ifadelerini kullanmıştır. O yüzden dünyaya aşırı bağlılık aşırı sevgi de insanın manevi hayatını batırır.
Değeri Kardeşlerim;
Allah (ac), dünyamızı tabiatı itibari ile güzel ve cazip yaratmış, mevki ve makamlara bir tatlılık vermiştir.
Dünya insanın hem sahip olma, haz alma duygularına, hem de başkalarına hakim olma, yönetme arzularına hitap etmektedir. Ayette;
زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَٓاءِ وَالْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِۜ ذٰلِكَ مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَاٰبِ ﴿
“Nefsânî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, soylu atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere düşkünlük insanlara çekici kılınmıştır. İşte bunlar dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.” (Ali İmran14)
Efendimiz ﷺ ;
لو أن لبن آدم واديين من مال لأحب أن يكون معهم ثالث ولا يملئ نفسه الا التراب
“Ademoğlu için iki vadi dolusu mal verilse, üçüncüsünü ister onun gözünü ancak toprak doyurur.” (Müttefekun Alyh)
Hadisi şerif, insanın meylini ve doymaz bilmez arzularını ifade etmektedir. Böyle bir ortamda insan kendini dünyaya kaptırıyor ve dünyevileşme başlıyor, faydalanma boyutundan çıkıp gaye edinme boyutuna geçiyor, bir süre sonra maddenin esiri haline geliyor.
Dünyanın güzellikleri ve çekiciliği, dünyaya kendini kaptıran insanın dini hayatını sürekli tüketip duruyor ve onu Allah’tan uzaklaştırıyor.
Kardeşlerim;
Dünya ve ahiret arasında zıtlık yoktur. Hep ‘dünya ahiretin tarlasıdır’ diyoruz, doğrudur fakat dünyanın üç yüzü vardır;
1. Cenabı Hakk’ın esmasına bakar, Bu yüz gayet güzeldir, nefrete değil aşka layıktır.
2. Ahirete bakar, ahiretin tarlasıdır, cennetin mezrasıdır.
3. İnsanın heva ve hevesine bakan yüzü, bu yüz çirkindir, çünkü fanidir, zaildir, elemlidir, aldatır.
Konuyla ilgili Cenab-ı Hak;
اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ اَمَلًا ﴿
“Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; kalıcı olan iyi davranışlar ise rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır.” (Kehf 46)
اِعْلَمُٓوا اَنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَز۪ينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِۜ ﴿
“Bilin ki dünya hayatı, bir oyun, bir eğlence, bir gösteriş, aranızda bir övünme, mal ve evlâtta bir çokluk yarışından ibarettir.” (Hadid 20)
Bilinmelidir ki Rabbimiz ahireti kazanmamızı istiyor ve şöyle buyuruyor;
تُر۪يدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَاۗ وَاللّٰهُ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿
“Siz geçici dünya varlığını istiyorsunuz, oysa Allah âhireti istiyor; Allah izzet ve hikmet sahibidir.” (Enfal 67)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ﴿
“Ey insanlar! Allah’ın verdiği söz gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın, o aldatma ustası da (şeytan) Allah hakkında sizi kandırmasın.” (Fatır 5)
Dünyevileşme sebepleri;
1-Nefsin kirliliğinin insana hâkim olmasıyla. O da;
a. Arzularla, isteklerle, şehvetle,
b. Keyfine düşkünlük,
c. Özenme, imrenme,
d. Sabırsızlık, gaflet ve unutma,
e. Etrafımızdaki kötü çevreye uyma.
2-Hayasızlık, utanmazlık,
3-Ciddiyet azalması ( Kur’an’a, İslam’a, Allah’a karşı),
4-Göz kayması, (Göz kayar, gönül kayar, ayak kayar nereye namahreme, dünya malına, yata, kata vb),
5-Şeytanın vesveseleri,
6-İmanı besleyen değerlerimizin hayatımızdan azalması, (İman etmişsek onu besleyen değerler azalmayacak, her zaman imanımız canlı kalacaktır.) Hiçbir şey ahlakımızın bozulmasına ve deforme olmasına sebebiyet vermeyecek. Eğer biz dünyevileşir, dünya sevgisini yeğleyip ahireti ikinci plana atar ve unutursak, imanımızı besleyen değerlere olan bağlılığımız azalacak ve dini hayatımızda bozulmalar söz konusu olacaktır. Kötülüklerin ve bozulmaların sebebi Efendimizin ﷺ ifadesi ile (حب الدنيا) dünya sevgisidir.
Kurtulma yolları;
1-Niyet etmek, istemek, arzu etmek her şeyin başı,
2-İlahi hedeflerimiz olacak,
3-Nefsilik çukurundan kurtulmak gerekiyor,
4-Okumayı bırakmamak (Kuranı, hayatı, kendimizi, toplumu, geçmişi ve geleceğimizi),
5-İmanı kuvvetlendirici faaliyetlerde bulunmak,
6-Her zaman, her daim ahirete bakarak hayatımızı idame ettirmek gerekiyor.
Kardeşlerim;
Anlatılanlar Müslümanın dünyadan tamamen alakasını keseceği anlamına gelmez. İnsanoğlunun hayatı büsbütün terk etmesi mümkün değildir. Elbette ondan faydalanacak ve hayatını sürdürecektir. Önemli olan dengeyi sağlamaktır.
Değerli Dostlar;
Mevlidi nebi haftasındayız, modern çağın (son 1500 yılın) bir numaralı şahsiyeti, dünyanın en etkili insanı olan Efendimiz’in ﷺ, dünyayı teşrif edişinin, yıl dönümündeyiz. O’nu ﷺ konuşuyoruz, örnekliğini anlatıyoruz zira müminin şahsiyetinin inşasında iki temel kaynak vardır. Kur’an ve Sünnet (Sünnet; Allah’ın kitabının, Allah’ın elçisi tarafından evrensel planda hayat sahasında nasıl uygulandığı; Hadis, bu yaşanmışlığın yazılı belgesidir). Bu iki kaynağın ışığında oluşan müminin şahsiyeti eşsiz ve örnek bir insanın karakterini oluşturur. Bu da imanla, ihlasla, salih amellerle, güzel ahlakla olur.
Dünya nimetlerini amaç haline getiren mümin Allah’ı, O’nun rızasını ve ahireti unutacak, böylelikle dünyevileşecektir. Dünyevileşen, seküler hayatın peşine düşen mümin, ihlasla amel etmeyecek ve güzel ahlaklı olma gibi bir derdi olmayacaktır.
İman, amel ve güzel ahlak bütünlüğünü bozmamak gerekiyor. Bu bütünlüğü bozmayan mümin için dünya ve dünya nimetleri (yatı, katı, malı, mülkü, makam mevki) Allah’a ulaşmada bir araç, bir vasıta olmaktan ileri gitmeyecektir.
Rabbim dünyaya aldanmadan hayatını idame ettirmeyi, dünyanın tüm nimetlerini Allaha ve O’nun rızasına ulaşmada araç olarak görebilmeyi bizlere nasip eylesin,
Rabbim bizleri dünya ve ahiret dengesini sağlayan kulların zümresine ilhak eylesin, helal yollardan kazanmayı ve O’nun razı olduğu yerlerde harcamayı nasip eylesin âhir ve akıbetlerimizi hayır eylesin amin…
22/09/2024
Selam ve dua ile…
Osman KELEŞ

Bunu paylaş:
22Eyl, 2024
Hâcegân Vakfı Menzilcilerin mi?
Hayır, 21 Haziran 2022 tarihli Resmi Gazetenin ilanıyla faaliyete başlayan Hâcegân Vakfı; daha çok üniversite hocaları, sivil toplum kuruluşları ve sivil toplumun kanaat önderleri ile âlimler ve âkillerden müteşekkil istişare heyetinin olumlu görüşleri üzerine memleketimizin ihtiyacı olan birlik, dirlik ve huzurun tesisine katkıda bulunmak üzere kurulmuştur.
2022 yılından önce “Hâcegân Vakfı” isimli bir vakıf kurulmuş ise de yaşanan sorunlar nedeniyle ismi “Bilgiç Vakfı” olarak değiştirilerek kapanmıştır. 2022 yılında kurulan “Hâcegân Vakfı” nın önceki “Kapanan Hâcegân Vakfı” ile bir bağlantısı olmadığı gibi menzil cemaatiyle ilgisi yoktur.
Hâcegân Vakfı; vatanı ve milletine âşık, kendi öz değerleriyle çatışmayan yeni Türkiye’nin donanımlı ve özgüvenli nesillerinin yetiştirilmesine katkıda bulunma gayreti içerisinde olan bir ocaktır. Tüm gruplara eşit mesafededir. Organik hiçbir grupla/cemaatle bağlantısı yoktur. Tüm grupları ortak değerler çatısı altında bir olmaya çağıran misyona sahiptir. Bu fikriyat İslam’ın üst çatısıdır. Tüm insanlığı bağrına basacak kapasiteye sahiptir.
Bunu paylaş:
11Eyl, 2024
Hâcegân Vakfı Hangi Cemaatin?
21 Haziran 2022 tarihli Resmi Gazetenin ilanıyla faaliyete başlayan Hâcegân Vakfı; daha çok üniversite hocaları, sivil toplum kuruluşları ve sivil toplumun kanaat önderleri ile âlimler ve âkillerden müteşekkil istişare heyetinin olumlu görüşleri üzerine memleketimizin ihtiyacı olan birlik, dirlik ve huzurun tesisine katkıda bulunmak üzere kurulmuştur.
Hâcegân Vakfı; vatanı ve milletine âşık, kendi öz değerleriyle çatışmayan yeni Türkiye’nin donanımlı ve özgüvenli nesillerinin yetiştirilmesine katkıda bulunma gayreti içerisinde olan bir ocaktır. Tüm gruplara eşit mesafededir. Organik hiçbir grupla/cemaatle bağlantısı yoktur. Tüm grupları ortak değerler çatısı altında bir olmaya çağıran misyona sahiptir. Bu fikriyat İslam’ın üst çatısıdır. Tüm insanlığı bağrına basacak kapasiteye sahiptir.
Bunu paylaş:
4Eyl, 2024
HÂCEGÂN VAKFI GENEL MERKEZİ
HÂCEGÂN VAKFI GENEL BAŞKANLIĞI
ÂLİMLER VE AKİLLER KURULU
DANIŞMA KURULU
HÂCEGÂN VAKFI GENEL SEKRETERLİĞİ
HÂCEGÂN GENÇLİK OCAKLARI
HÂCEGÂN TASAVVUF ENSTİTÜSÜ
HÂCEGÂN HUKUK ENSTİTÜSÜ
HÂCEGÂN VAKFI YAYINLARI
TASARIM TESCİL BELGESİ
HÂCEGÂN VAKFI SENEDİ
Hâcegân Kimin? Hangi Cemaat?
HÂCEGÂN VAKFI
21 Haziran 2022 tarihli Resmi Gazetenin ilanıyla faaliyete başlayan Hâcegân Vakfı, daha çok üniversite hocaları, sivil toplum kuruluşları ve sivil toplumun kanaat önderleri ile âlimler ve âkillerden müteşekkil istişare heyetinin olumlu görüşleri üzerine memleketimizin ihtiyacı olan birlik, dirlik ve huzurun tesisine katkıda bulunmak üzere kurulmuştur.
İsminden de anlaşılacağı üzere Hâcegân vakfının yolu, Hâcegân yolu, hocalar, âlimler yoludur. İlmin, bilimin yoludur. Bu yol Anadolu’nun öz damarıdır. Horasan yolu olarak da adlandırılan bu yolda hak üzere bir araya gelmiş âkil insanların kurduğu bir vakıftır. İlk öncüler arasında “li hikmetin” rabiatül adeviye misali hanım kardeşlerimiz de yer almaktadır.
Vakıf senedinin 4. maddesinde vakfın gayesi; “insanların ilmî, ahlâkî, dinî, sosyal, kültürel ve manevi yönden gelişimlerine yardımcı olmak ve huzurlu bir toplum oluşmasına katkıda bulunmaktır. Bu katkının gerçekleştirilmesinde “Hâce Abdulhâlık Gucduvânî” ve “Hâce Ahmet Yesevî” ile “Hacı Bektaşi Veli” ve “Hacı Bayramı Veli” gibi toplumda genel kabul görmüş büyük insanlar ilham kaynağı olarak görülür.” denilerek başkaca izaha yer bırakmayacak şekilde açık ve net tanımlanmıştır.
Hâcegân Vakfı; vatanı ve milletine âşık, kendi öz değerleriyle çatışmayan yeni Türkiye’nin donanımlı ve özgüvenli nesillerinin yetiştirilmesine katkıda bulunma gayreti içerisinde olan bir ocaktır. Tüm gruplara eşit mesafededir. Organik hiçbir grupla/cemaatle bağlantısı olmamasına rağmen tüm grupları ortak değerler çatısı altında bir olmaya çağıran misyona sahiptir. Bu fikriyat İslam’ın üst çatısıdır. Tüm insanlığı bağrına basacak kapasiteye sahiptir.
Tıpkı, Hâce Ahmet Yesevi, Hâce Abdulhalık Gucdüvani, Hacı Bektaş Veli ve Hacı Bayram Veli fikriyatı gibi.
HÂCEGÂN VAKFI SENEDİ
VAKIF
Madde 1- Vakfın ismi Hâcegân Vakfı’dır. İşbu resmi senette sadece vakıf denilecektir.
VAKFIN GENEL MERKEZİ
Madde 2- Vakfın genel merkezi Ankara’dadır. Vakfın adresi, yerleşim yeri içerisinde Mütevelli Heyet kararı ile değiştirilebilir.
VAKFIN ŞUBELERİ
Madde 3- İlgili mevzuat çerçevesinde vakıf Mütevelli Heyet kararı ile yurt içinde veya dışında şube ve temsilcilikler açılabilir. Gençlik yapılanmasına ilişkin olarak “Hâcegân Ocakları” isimli yurtiçi ve yurtdışı teşkilat kurabilir. Vakıf bünyesinde “Hâcegân Hukuk Enstitüsü” veya “Hâcegân Tasavvuf Enstitüsü” gibi benzer enstitüler kurulabilir. Teşkilatlanma ve detayları hakkında karar organı Mütevelli Heyettir.
VAKFIN GAYESİ
Madde 4- Vakfın gayesi; insanların ilmî, ahlâkî, dinî, sosyal, kültürel ve manevi yönden gelişimlerine yardımcı olmak ve huzurlu bir toplum oluşmasına katkıda bulunmaktır. Bu katkının gerçekleştirilmesinde Hâce Abdulhâlık Gucduvânî ve Hâce Ahmet Yesevî ile Hacı Bektaşi Veli ve Hacı Bayramı Veli gibi toplumda genel kabul görmüş büyük insanlar ilham kaynağı olarak görülür.
VAKFIN FAALİYETLERİ
Madde 5- Vakfın faaliyetleri şunlardır:
- Ulusal ve uluslararası alanda; ilmî, hukuki, kültürel, sosyal, ekonomik ve ticari iş birliği, bilgi alışverişi, dostluk ve dayanışma amaçlı toplantılar, geziler, seyahatler, davetler, ziyaretler, konser, tiyatro, açık hava toplantıları, şenlik, şölen, yarışma, kültürel ve sportif etkinlikler ile gün ve geceler yapmak ve yaptırmak.
- Dinî ve millî veya sair gün ve gecelerde anma, kutlama, tanıtma, eğlence, dinî musiki ve benzeri programlar düzenlemek.
- Bilim, kültür, sanat, maneviyat, çevre ve sosyal benzeri alanlarda hizmet etmiş, eser vermiş, çalışma yapmış kişilerle ilgili anma toplantıları, konulu ödül ve yarışma programları ve organizasyonlar yapmak.
- Fakir, kimsesiz, bakıma muhtaç, hasta, sakat, afet sonucu muhtaç duruma düşmüş ve benzeri ihtiyaç sahibi tüm insanlara ayni ve nakdi yardımlarda bulunmak.
- Yurtiçi ve yurtdışında meydana gelen deprem, sel, heyelan, yangın ve benzeri her türlü afete maruz kalan afetzedelerin ihtiyaçlarını karşılamak için ayni ve nakdi yardımlar yapmak. Bu amaçları gerçekleştirmek için gerektiğinde gelir getirici sosyal faaliyetler organize etmek.
- Doğal çevrenin korunması, güzelleştirilmesi ve yaşanabilir hâle getirilmesi için faaliyetler ve bilimsel araştırmalar yapmak ve yapanlara destek olmak.
- Zararlı alışkanlıkları ve madde bağımlılıkları olan insanların tedavilerine yardımcı olmak ve bu tip çalışmaları desteklemek.
- Yurt içinde ve yurt dışında her derecede eğitim alanlar için imkânlar hazırlamak, karşılıksız burslar verip her türlü ihtiyaçlarını karşılamak.
- Ülke kültürümüzün geliştirilmesi, yurt içi ve yurt dışında tanıtılıp, yaygınlaştırılması için toplantı, konferans, seminer, sempozyum, çok amaçlı bilimsel toplantı, inceleme, araştırma, çalıştay ve benzeri etkinlikler düzenlemek veya vakfın amacı doğrultusunda düzenlenenlere destek olmak.
- Yurt, kurs, okuma salonu, kütüphane, araştırma merkezi, gençlik merkezi, kültür merkezi, hâcegân ocakları ve benzeri yerler tesis edip açmak, işletmek, kiralamak, kiraya vermek veya bu alanlarda çalışma yapan kişi, kurum ve kuruluşlara vakfın amacı doğrultusunda destek sağlamak.
- Yurt içi ve yurt dışında okul öncesi, ilkokul, ortaokul, lise, yüksekokul, üniversite, enstitü seviyesinde kurumlar kurmak, işletmek veya ortak olmak. Bu alanlarda çalışma yapan kurum ve kuruluşlara vakfın amacı doğrultusunda destek vermek.
- Ayni ve nakdi bağış, kurban, kurban eti ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırılacak olan her türlü yardımı kabul ederek uygun şartlarda muhafaza ederek yardıma muhtaç insanlara ulaştırmak.
- Yardım toplama kanunu çerçevesinde gelir temini için faaliyetlerde bulunmak ve bu tür faaliyetler düzenleyen kurum ve kuruluşlara destek olarak temin ettiği gelirleri amacı doğrultusunda kullanmak.
- Hizmetlerini daha geniş kesimlere ulaştırmak için sosyal tesis, lokal, çay ocağı, hâcegân ocakları, yemekhane, misafirhane, pansiyon, huzur evi, aş evi, eğlence ve dinlenme yerleri yapmak veya yapılanlara vakfın amacı doğrultusunda destek olmak.
- Mevzuata uygun izinler alınarak tarihî, kültürel yapı ve eserlerin imar, ıslah, tamirat ve tadilatını yaparak vakıf amaçlarına uygun olarak kullanmak.
- Amacını gerçekleştirme doğrultusunda ajans, gazete, dergi, kitap, internet vb. basın ve yayın yoluyla iletişim kurmak. Bu tür yayın yapan kuruluşları kurmak, ortak olmak ve bu tür yayınlara destek olmak.
- Vakıf, dernek, sendika ve benzeri sivil toplum kuruluşlarıyla ortak bir amacı gerçekleştirmek için plâtformlar oluşturmak, uluslararası kuruluşlara ve üst kuruluşlara kurucu üye veya kurulmuş olanlara üye olarak katılmak.
- Amaçlarını gerçekleştirmek için projeler hazırlayarak yurt içi ve yurt dışındaki bütün fon, hibe, kredi ve benzeri finans kaynaklarından istifade etmek.
- Vakıf amaçları doğrultusunda gerektiğinde iktisadi işletme ve şirket kurmak, satın almak veya kurulmuş olanlara ortak olmak.
VAKFIN GAYESİNİ GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN YAPABİLECEĞİ İŞ VE İŞLEMLER
Madde 6- Vakıf gayesine ulaşmak için taşınır ve taşınmaz mallara bağış, vasiyet, satın alma ve kiralama suretiyle sahip olmaya ve kullanmaya, vakıflara ilişkin yasa hükümleri uyarınca sahip olduklarını satmaya, devir ve ferağ etmeye, gelirlerini almaya ve harcamaya, vakıf malvarlığına giren bir ya da birden çok taşınmaz mal veya gelirlerini bir ya da birçok kez yatırımda kullanmaya, vakıf amaç ve hizmet konularına aykırı olmamak koşulu ile yapılacak bağış ve vasiyet, satın alma ve diğer yollarla mal ettiği taşınır ve taşınmaz malları ve paraları yönetim ve tasarrufa, menkul değerleri almaya ve vakfın amacı doğrultusunda bunları değerlendirip satmaya, vakfın amaçlarına benzer çalışmalarda bulunan yurtiçi ve yurt dışındaki vakıflar, gerçek ve tüzel kişiler ile işbirliği yapmaya, kamu kurum ve kuruluşları dışındakilerden yardım almaya, bu yardımı sağlamak için anlaşmalar yapmaya, taşınmaz malların irtifak, intifa, sükna, üst, rehin, ipotek gibi mülkiyetten gayri ayni haklarını kabule, bu hakları kullanmaya, olan ya da olacak gelirleri ile kuracağı sözleşmeler için taşınır ve taşınmaz malların rehin ve ipoteği dâhil her türlü güvenceleri almaya, geçerli banka kefaletlerini kabule, vakfın amaç ve hizmet konularını gerçekleştirmek için gerektiğinde ödünç almaya, kefalet, rehin, ipotek ve diğer güvenceleri vermeye, vakfın amaç ve hizmet konularına uygun olarak yürütülen ve yürütülecek projelerden ve her türlü çalışmalardan gelir elde etmeye ve vakfa gelir sağlamak amacı ile olağan işletme ilkelerine göre çalışacak iktisadi işletmeler, şirketler kurmaya, kurulu olanlara iştirake, bunları doğrudan işletmeye ya da denetimi altında bir işletmeciye işlettirmeye, vakfın amaç ve hizmet konularından birinin ya da tümünün gerçekleştirilmesi için yararlı ve gerekli görülen girişim, tasarruf, mal edinme, inşaat ve benzeri sözleşmeleri yapmaya Türk Medeni Kanununun 48. maddesinde belirtildiği üzere izinli ve yetkilidir.
VAKFIN KURULUŞ MAL VARLIĞI
Madde 7- Vakfın kuruluş malvarlığı, vakıf merkezi olarak gösterilen ve vakfın faaliyetlerine tahsis edilen dairedir.
Malvarlığı, vakfın kurulmasını müteakip yapılacak ilavelerle arttırılabilir.
VAKFIN ORGANLARI
Madde 8– Vakfın organları ‘Mütevelli Heyet’ ve ‘Vakfın Genel Başkanı’dır.
MÜTEVELLİ HEYETİ
Madde 9– Vakfın Mütevelli Heyeti; işbu vakıf senedinin sonunda ad, soyad ve imzaları bulunan aynı zamanda vakfın kurucuları olan üç (3) gerçek kişiden oluşmaktadır.
Mütevelli Heyetin ilk başkanı kuruculardan … dir. Mütevelli Heyet başkanlığının herhangi bir sebeple boşalması halinde varsa Mütevelli Heyet Başkan Yardımcısı yeni Mütevelli Heyet Başkanı seçilinceye kadar Mütevelli Heyet Başkanına ait görev ve yetkileri kullanır. Mütevelli Heyet Başkan Yardımcısı yoksa yaşça büyük olan Mütevelli Heyet üyesi, yeni Mütevelli Heyet Başkanı seçilinceye kadar Mütevelli Heyet Başkanına ait görev ve yetkileri kullanır. Mütevelli Heyet Başkanı aynı zamanda Hâcegân Vakfı Genel Başkanıdır.
Mütevelli Heyet üyeliğinin ölüm, istifa ya da başka bir nedenle boşalması halinde mütevelli Heyet üyelerinin teklifi ve kalan Mütevelli Heyetin çoğunluk kararıyla seçim yapılır. Mütevelli Heyet üyelerinin teklifi ve Mütevelli Heyetin 2/3 çoğunluğunun kararıyla Mütevelli Heyete başkaca üyelerin seçilmesi mümkündür.
MÜTEVELLİ HEYETİNİN GÖREV VE YETKİLERİ
Madde 10-Mütevelli Heyet, vakfın en yüksek karar organıdır. Bu sıfatla Mütevelli Heyet:
- Vakfın Genel Başkanını seçmek,
- Vakıf Genel Başkanınca hazırlanan faaliyet raporunu görüşüp incelemek, Genel Başkanın ibrası konusunda karar vermek,
- Vakıf Genel Başkanınca hazırlanacak vakıf iç mevzuat tasarılarını aynen veya değiştirerek kabul etmek,
- Vakıf Genel Başkanınca hazırlanacak yıllık bütçe tasarılarını aynen veya değiştirerek kabul etmek,
- Vakfın amacı, örgütlenme şekli ve faaliyetleri dâhil olmak üzere her türlü vakıf senedi değişliğini yapabileceği gibi senede ilavelerde yapabilir.
- Vakıf faaliyetleri kapsamında vakfa üye kabul edilmesi konusunda karar alır, genel politikaları belirler.
- İlgili mevzuat hükümleri çerçevesinde, yurtiçinde ve yurtdışında şube ve temsilcilik açılmasına ve kapatılmasına karar verir, bu hususta gereken işlemleri yapar.
- Gerektiğinde yasal prosedüre uygun olarak vakfın feshine karar vermek.
MÜTEVELLİ HEYETİN TOPLANTI ZAMANI VE KARAR NİSABI
Madde 11- Mütevelli Heyetin ilk toplantısı, vakfın resmi gazetede ilanını müteakip bir ay içinde yapılır. Bütçe ve çalışma raporlarının onaylanması ile seçimlerin yapılmasına ilişkin konuları görüşmek üzere yılda bir Mart ayı içinde toplanır. Mütevelli Heyet, üyelerinin en az üçte birinin (1/3) yazılı olarak talepte bulunmaları halinde olağanüstü olarak da toplanabilir.
Olağan ve olağanüstü toplantılarda, ilan olunan gündemde yer almayan konular görüşülemez. Ancak, olağan toplantıda divanın teşkilinden hemen sonra, az üçte birinin yazılı önerisi ile senet değişikliği ve vakıf organları ile vakfa yükümlülük ve sorumluluklar yükleyecek konular dışında gündeme madde ilavesi mümkündür. Toplantı tarihi, yeri, saati ve gündemi, toplantı gününden en az 7 (Yedi) gün önce imza karşılığı yazı veya e-mail ile Mütevelli Heyet üyelerine bildirilir. Mütevelli Heyet üye tamsayısı ile toplanır. Tam sayı sağlanamadığı takdirde toplantı bir hafta sonra aynı gün ve saatte aynı yerde çoğunlukla yapılır. Mütevelli Heyet karar yeter sayısı ise toplantıya katılanların çoğunluğudur. Oyların eşit olması halinde Mütevelli Heyet Başkanının oyu iki oy sayılır. Oylamanın ne şekilde yapılacağı ayrıca karara bağlanır. Her üyenin tek oy hakkı vardır. Toplantıya gelemeyecek üye, Mütevelli Heyetten bir başka üyeyi vekil tayin edebilir. Bir şahısta birden fazla vekâlet toplanamaz. Toplantılar çevrimiçi de gerçekleştirilebilir. Bu durumda alınan kararlar sonradan imzalanır.
VAKFIN TEMSİLİ VE VAKIF GENEL BAŞKANI
Madde 12– Vakfı Mütevelli Heyet adına “Hâcegân Vakfı Genel Başkanı” sıfatıyla Mütevelli Heyet Başkanı temsil eder.
Mütevelli Heyet, genel veya belli hal ve konularda, belirteceği esaslar dâhilinde kendi üyelerinden bir veya birkaçını, yetkili memur ve memurlarından herhangi bir veya birkaçını, temsilci veya temsilciliklerini, herhangi bir sözleşmeyi akdetmeye, mukavele, hukuki belge veya senedi vakıf nam ve hesabına tanzim ve devretmeye de yetkili kılabilir.
VAKIF GENEL BAŞKANININ GÖREV, YETKİ VE SORUMLULUKLARI
Madde 13– Genel Başkan, vakfın idare ve icra organıdır. Bu sıfatla Genel Başkan:
- Vakıf gayesi doğrultusunda her türlü kararı alır ve uygular.
- Mütevelli Heyetçe belirlenen genel politikalar ışığında, vakıf faaliyetlerinin düzenli ve verimli olarak yürütülmesini sağlar. Bu bağlamda gerekli iç mevzuat tasarılarını hazırlar ve Mütevelli Heyetin onayına sunar.
- Vakıf malvarlığının değerlendirilmesi ve yeni mali kaynaklara kavuşturulması hususunda gereken çalışmaları yapar.
- Vakıf tüzel kişiliği adına, bütün gerçek ve tüzel kişilerle hukuki, mali ve sair konularda gerekli girişimlerde bulunur ve işlemler yapar.
- Görev, yetki ve sorumlulukları açıkça önceden belirlenmek kaydıyla vakfa genel müdür atar, vakıf genel sekreterliği veya benzeri yardımcı birimler oluşturabilir, gerektiğinde görevlerine son verir.
- Vakıfta istihdam edilecek personeli belirler, atamasını yapar, ücretlerini tayin eder, gerektiğinde işlerine son verir.
- Vakfın muhasebe işlerini takip ve kontrol eder, hesap dönemi sonunda gelir-gider cetveli ve bilançoların düzenlenerek ilgili idareye gönderilmesini ve ilanını sağlar.
- Mütevelli Heyetin kabul ettiği yıllık bütçeyi uygular.
- Mütevelli Heyet toplantıları ile ilgili hazırlık işlemlerini yerine getirir.
- Mütevelli Heyet toplantılarında, döneme ait vakıf faaliyet raporunu ibraya sunar.
- İlgili mevzuat ile vakıf senedi ve vakıf iç mevzuatının gerektirdiği diğer görevleri yapar.
VAKFIN GELİRLERİ
Madde 14- Vakfın gelirleri aşağıda gösterilmiştir.
- Vakfın amacına uygun her türlü şartlı, şartsız bağışlar ile yardımlar.
- Vakıf faaliyetlerinden elde edilecek muhtelif gelirler.
- İktisadi işletmeler, iştirakler ve ortaklıklardan sağlanacak gelirler.
- Vakıf menkul ve gayrimenkulleri ile diğer varlık ve haklarının değerlendirilmesi ile sağlanacak gelirler.
- Vakfın üye kabul etmesi halinde, üyelerden Mütevelli Heyetçe belirlenmesi halinde alınacak giriş aidatı ile aylık ya da yıllık aidatlar
VAKIF SENEDİ DEĞİŞİKLİĞİ
Madde 15– Vakfın amacı, faaliyetleri ve örgütlenme şekli dâhil vakıf senedinde yapılacak değişiklikler ile ilaveler Mütevelli Heyet üyelerinin en az üçte birinin (1/3) yazılı teklifi ile Mütevelli Heyet üye tamsayısının en az üçte ikisinin (2/3) onayı ile yapılır.
VAKFIN SONA ERMESİ
Madde 16– Vakfın herhangi bir sebeple sona ermesi halinde vakfın tasfiyesinden arta kalan malvarlığı Mütevelli Heyetinin uygun göreceği aynı amaçlı bir başka vakıf, dernek veya hayır kurumuna devredilir.
Vakfın feshi kararı, Mütevelli Heyet üye tamsayısının en az (1/3) ün yazılı teklifi ve Mütevelli Heyet üye tamsayısının üçte iki (2/3) çoğunluk kararı ile alınabilir.
GEÇİCİ HÜKÜMLER
Geçici Madde 1- Vakfın tescili için gerekli tüm iş ve işlemleri yapmak üzere … yetkili kılınmıştır.
Mütevelli Heyet Başkanı
Mütevelli Heyet Üye Mütevelli Heyet Üye

Bunu paylaş:
16Ağu, 2024
HÂCEGÂN VAKFI GENEL MERKEZİ
HÂCEGÂN VAKFI GENEL BAŞKANLIĞI
ÂLİMLER VE AKİLLER KURULU
DANIŞMA KURULU
HÂCEGÂN VAKFI GENEL SEKRETERLİĞİ
HÂCEGÂN GENÇLİK OCAKLARI
HÂCEGÂN TASAVVUF ENSTİTÜSÜ
HÂCEGÂN HUKUK ENSTİTÜSÜ
HÂCEGÂN VAKFI YAYINLARI
TASARIM TESCİL BELGESİ
HÂCEGÂN VAKFI SENEDİ
Hâcegân Vakfı Kimin? Hangi Cemaatin?
HÂCEGÂN VAKFI
21 Haziran 2022 tarihli Resmi Gazetenin ilanıyla faaliyete başlayan Hâcegân Vakfı; daha çok üniversite hocaları, sivil toplum kuruluşları ve sivil toplumun kanaat önderleri ile âlimler ve âkillerden müteşekkil istişare heyetinin olumlu görüşleri üzerine memleketimizin ihtiyacı olan birlik, dirlik ve huzurun tesisine katkıda bulunmak üzere kurulmuştur.
İsminden de anlaşılacağı üzere Hâcegân vakfının yolu, Hâcegân yolu; hocalar, âlimler yoludur. İlmin, bilimin yoludur. Bu yol Anadolu’nun öz damarıdır. Horasan yolu olarak da adlandırılan bu yolda hak üzere bir araya gelmiş âkil insanların kurduğu bir vakıftır. İlk öncüler arasında “li hikmetin” rabiatül adeviye misali hanım kardeşlerimiz de yer almaktadır.
Vakıf senedinin 4. maddesinde vakfın gayesi; “insanların ilmî, ahlâkî, dinî, sosyal, kültürel ve manevi yönden gelişimlerine yardımcı olmak ve huzurlu bir toplum oluşmasına katkıda bulunmaktır. Bu katkının gerçekleştirilmesinde “Hâce Abdulhâlık Gucduvânî” ve “Hâce Ahmet Yesevî” ile “Hacı Bektaşi Veli” ve “Hacı Bayramı Veli” gibi toplumda genel kabul görmüş büyük insanlar ilham kaynağı olarak görülür” denilerek başkaca izaha yer bırakmayacak şekilde açık ve net tanımlanmıştır.
Hâcegân Vakfı; vatanı ve milletine âşık, kendi öz değerleriyle çatışmayan yeni Türkiye’nin donanımlı ve özgüvenli nesillerinin yetiştirilmesine katkıda bulunma gayreti içerisinde olan bir ocaktır. Tüm gruplara eşit mesafededir. Organik hiçbir grupla/cemaatle bağlantısı olmamasına rağmen tüm grupları ortak değerler çatısı altında bir olmaya çağıran misyona sahiptir. Bu fikriyat İslam’ın üst çatısıdır. Tüm insanlığı bağrına basacak kapasiteye sahiptir.
Tıpkı, Hâce Ahmet Yesevi, Hâce Abdulhalık Gucdüvani, Hacı Bektaş Veli ve Hacı Bayram Veli fikriyatı gibi.















