HER ÂLİMLE SOHBET ETMEYİNİZ !
Efendimiz ﷺ Hazretleri; “Her âlimle hem sohbet olmayınız” diye emir buyurmuşlardır. Âlim odur ki insanı beş şeyden, diğer beş şeye ulaştırır: Birincisi: Şek’den yakîn’e (Yakîn ise Cenâb-ı Haktır ve O’nun huzurudur) İkincisi: Riyâdan İhlâsâ (ihlâs da kezâlik huzurdur) Hattâ bakınız meşhurdur ki: Cebrâil (as) Risâletmeâb Efendimiz Hazretlerine gelerek (İslam, îmân ve İhsândan sordu. Her cevab aldıkça “Saddakte” dedi. Fakat Rivâyete göre (ihsan) hakkındaki suâline cevab alınca “saddakte” demeden sükût etti. Çünkü mertebe-i İhsan mertebe-i İhlâs’dır. O’nu bilmiyordu. Bu cihetle bir şey demedi, diyemedi.
“Hakk’ı ne melek sordu, ne cin zevkini aşkın
Bu meclis-i feyz içre o câm-ı beşer aldı.”
Efendiler İhlâs deyib geçmeyelim. “İhlas nedir?” diye Efendimiz ﷺ Hazretlerinden sormuşlar. Paygamber Efendimiz de Cebrâil (as) dan O da Cenâb-ı Hak’tan sormuş, getirdiği Cevâb-ı İlâhî ise şöyle: “İhlâs bir nûrdur ki, onu kendim için istifa ve ictibâ buyurduğum kullarımın kalbine ilkâ buyururum.” Hâlbuki ilkâ buyrulan bu nûr işte o (Nûr-i Aşk)dır, o (nûr-ı lâyezâl) dir. Bak ihlâs neymiş, nasıl bir ni’met- i uzmâ imiş… (Efendi Hazretleri diğer üç şeyi emretmeyip sohbet-i seniyyelerine şu sûretle devam buyurdular)
Bir de şuna dikkat ediniz: Hançer, kılıç kendi kınlarını kesmez ve kendilerine kabza da yapamaz. Başka bir ele, başka bir üstâd’a ihtiyaç vardır ki bunlara kın ve kabza yapılmak mümkün olabilsin. Kezâ insan da bir üstâd-ı kâmil’e muhtaçdır ki işi görülsün. Bir havuz üzerindeki çerçöp’ü su sürüp götürür. Fakat bu su kendi ka’rını (dibini, derinliğini) temizleyemez. O havuzun dibini temizlemek için mutlak birinin içeresine girmesi, kürek v.s. ile onu temizlemesi lâzımdır. Kezâlik biz de bâtınımızı tathîr için ahar bir kimseye, bir üstâd’a muhtacız.
Bu hususda şu ciheti de nazar-ı dikkate almak lâzımdır: Dikilmiş bir elbise yi bir terziye, ma’rûf, meşhûr bir terziye götürsek dikmez. Zîra evvelce dikilmiştir. Ta’mîr etse o da olmaz. Çünkü san’atını, ustalığını gösteremez. Ona hamdan kumaş götürmeli ki onun san’at ve mahâreti ma’lum olabilsin. Cenâb-ı Hak da ayni veçhile “Varım”diyen kimseye bir şey yapmaz. Kemalât-ı İlâhiyesini ancak “Yok” olanlarda tecellî ettirir. Ancak o gibileri “Zâtına” “Sıfâtına” âyine eder; tâ ki Sun-i İlâhîsi müşâhede olunsun.
Bir de şuna dikkat lâzımdır ki âmal-i zâhire, velev ne kadar çok olsa da ve ne kadar salih olsa da o yine evvelce söylediğim havuza benzer. Bu havuzun yüzü ne kadar berrak görünürse görünsün dibi karıştırılınca lâpa çamur çıkar ve havuzun suyu da bulanır. Rengi aslîsini kaybeder. İşte bunun gibi biz de ayni veçhile bâtınımızı temizlemeye sa’y-ü himmet edelim. Ve dediğim gibi bunu biz kendi kendimize yapamayız. Bir üstad bulup bunu yartırmamız lâzımdır[1].
[1] Gülzâr-ı Samini Sohbetler; Hâce Osman Bedruddin Erzurûmî, Ocak 2025 Ankara, Hâcegân Vakfı Yayınları.
