HZ. EBÛ BEKİR-3
Hz. Ebûbekir (r.a.), gönlünü, Resûlullâh ﷺ Efendimiz’in kalp âlemini yansıtan berrak bir ayna hâline getirmişti. Bu itibarla O (r.a.), Peygamber Efendimiz’de fânî olmanın en müşahhas numûnesi oldu. Bu fânî oluş sâyesinde de, Fahr-i Kâinât Efendimiz’e âit her şey, onun kalbinde çok derin bir mânâ kazandı. Öyle ki Ebûbekir (r.a.), Allâh’ın âyetlerini, Resûlullah Efendimiz’in sözlerini ve hâdiselerin hikmetini idrâk etme hususunda ashâbın en önde geleni oldu. Hiç kimsenin kavrayamadığı nice nebevî nükteleri, üstün bir firâset ve basîretle sezdi. Nitekim Vedâ Haccı’nda:
“…Bugün size dîninizi ikmâl ettim; üzerinize olan nîmetimi tamamladım ve sizin için dîn olarak İslâm’ı seçtim…” (el-Mâide, 3) âyeti nâzil olmuştu. Herkes, dînin tamamlanmasına sevindi. Fakat Hazret-i Ebûbekir (r.a.), yüksek firâsetiyle bundan, Allah Teâlâ’nın pek yakında Sevgili Resûlü’nü ebediyyet âlemine dâvet buyuracağı hakîkatini sezdi. Gönlüne düşen ayrılık ateşinin ıztırâbıyla hüzne gark oldu.
Hz. Ebûbekir’in (r.a.) bu ince kavrayışını gösteren misallerden bir diğeri de şudur:
Allah Resûlü son günlerinde hastalığının ağırlığı sebebiyle mescide çıkamamıştı. Cemaate namaz kıldırması için de Hz. Ebûbekir’i (r.a.) imam tâyin etmişti. Fakat bir ara kendisini iyi hissederek mescide çıktı. Ashâb-ı kirâma bâzı nasihatlerde bulunduktan sonra:
“−Şânı yüce olan Allah, bir kulunu, dünya ile kendi katındaki nîmetler arasında serbest bıraktı. O kul da Allah katındakini tercih etti!..”buyurdu.
Bu sözler üzerine Hz. Ebûbekir’in (r.a.) hassas kalbi mahzunlaştı, ardından da sıcak gözyaşları dökmeye başladı. Zira Hazret-i Peygamber’in kendilerine bir nevî vedâ hitâbında bulunduğunu hissetmişti. Çünkü o, nebevî esrârın en yakın mahremiydi. Ayrılıktan inleyen bir ney gibi feryâda başladı. Hıçkıra hıçkıra:
“Anam, babam Sana fedâ olsun yâ Resûlâllah! Sana babalarımızı, analarımızı, canlarımızı, mallarımızı ve evlâtlarımızı fedâ ederiz!..”dedi.
Peygamber Efendimiz ﷺ buyurdular ki;
“Bize iyiliği dokunan herkese bunun karşılığını aynıyla veya fazlasıyla ödemişizdir. Ancak Ebûbekir müstesnâ!.. Onun o kadar iyiliği olmuştur ki, karşılığını kıyâmet günü Allah verecektir.
Sohbetiyle olsun, malıyla olsun bana en fazla ikramda bulunan, Ebû Bekir’dir. Eğer ben, Rabbimden başkasını dost edinecek olsaydım, mutlakâ Ebûbekir’i dost edinirdim. Fakat İslâm kardeşliği daha üstündür.”
Resûlullah ﷺ dâr-ı bekāya irtihâlinden birkaç gün evvel de:
“Mescide açılan bütün (husûsî) kapılar kapansın, sadece Ebûbekir’in kapısı açık kalsın! Zira ben, Ebûbekir’in kapısının üzerinde nur görüyorum…” buyurdular.
Böylece bütün kapılar kapatıldı, sadece Ebûbekir’in (r.a.) kapısı açık kaldı. İşârî mânâda bu demektir ki, Allah Resûlü’ne ﷺ husûsî yakınlık kapısı, O’na, Hazret-i Sıddîk misâli tam bir sadâkat, teslîmiyet, itaat, fedâkârlık, dostluk ve muhabbet ile açılabilir.
Hâlbuki Allah Resûlü ﷺ, ashâbından hiçbirinin malını tamamıyla infâk etmesine izin vermezdi. Bu hususta yalnızca Hz. Ebûbekir’i (r.a.) istisnâ tutar, bir tek ona müsâade buyururdu. Zira bütün malı-mülkü infâk ettikten sonra yaşanabilecek fakr u zaruret içinde, nefs ve şeytanın iğvâsıyla, gönüllerde bir pişmanlık peydâ olması muhtemeldir. Böyle bir pişmanlık ise, yapılan hayır-hasenâtın fazîletini giderip ecrini zâyî eder. Fakat Hazret-i Sıddîk’ın rızâ, teslîmiyet, ihlâs ve takvâ zirvesindeki gönül âlemi, Allah ve Resûlü’nün muhabbetiyle perçinlenmiş, aslâ sarsılmaz bir îman kalesi hâlindeydi. Bu sebeple Allah ve Resûlü’nün hoşnutluğu, ona bütün dünyevî sıkıntıları unutturmuştu. Hattâ bu zahmet ve meşakkatler onun gönlünde târifsiz bir lezzet vesîlesi hâline gelmişti.
Müşrikler, Hz. Ebûbekir’in Kâbe’de ibadet etmesine müsâade etmedikleri için, o da evinin önünde bir namazgâh edinmişti. Orada namaz kılıp Kur’ân okumaya başladı. Rikkat-i kalbiyye sahibi, yufka yürekli bir zât olduğu için, Kur’ân-ı Kerîm’i okurken hüzünlenir, gözyaşlarına mânî olamazdı. O, Kur’ân-ı Kerîm’i böyle derin bir vecd içinde okurken müşriklerin çocukları ve kadınları, etrâfında toplanıp hayran hayran dinlemeye başladılar. Bu hâl, Kureyş müşriklerini korkuttu. Buna mânî olmak için uğraştılar. Ebûbekir (r.a.) ise Allâh’ın himâyesine sığınarak ibadetlerine devam etti.
Bütün Hak âşıkları gibi Ebûbekir Efendimiz’in gönlünde de bilhassa seher vakitlerinde yapılan ibadetlerin pek müstesnâ bir değeri vardı. Şu hâdise, onun gece ibadetlerine olan düşkünlüğünün, ne kadar da bâriz bir işaretidir:
Bir ara Resûlullah ﷺ, sekiz veya dokuz gece, yatsı namazını gecenin üçte birine kadar tehir etmişti. Ebûbekir:
“Yâ Resûlâllah! Yatsıyı biraz erken kıldırsanız da gece ibadetine daha kolay kalkabilsek.” dedi. Peygamber Efendimiz bundan sonra yatsıyı erken kıldırdı.
Bir gün Resûlullah ﷺ Efendimiz:
“Allah yolunda çift sadaka veren kimse, Cennet’in muhtelif kapılarından; «Ey Allâh’ın sevgili kulu! Buraya gel, burada hayır ve bereket vardır.» diye çağrılır. Sürekli namaz kılanlar namaz kapısından, mücâhidler cihad kapısından, oruçlular Reyyân kapısından, sadaka vermeyi sevenler de sadaka kapısından Cennet’e dâvet edilirler.” buyurmuşlardı. Ebûbekir (r.a.):
“Anam-babam Sana fedâ olsun ey Allâh’ın Resûlü! Gerçi bu kapıların birinden çağrılan kimsenin diğer kapılardan çağrılmaya ihtiyacı yoktur; lâkin bu kapıların hepsinden birden çağrılacak kimseler de var mıdır?” diye sordu. Resûlullah ﷺ:
“Evet, vardır. Senin de o bahtiyarlardan olacağını ümid ederim.” buyurdular.