HZ. EBÛ BEKİR-2
Hz Ebu Bekir (ra), Peygamber efendimiz (sav) ile nübüvvetinden öncede arkadaştılar. Ebu Bekir efendimiz malum ticaretle iştigal ederlerdi. Bir gün ticaret kervanı ile şamda iken Rahip Bahiraya denk gelirler. Tam da Efendimizin (sav) nübüvvetinin ilan edildiği anlardır. Bahira Efendimizi (sav) daha önce görmüş peygamber olacağını anlamıştı. Bu sefer Ebu Bekir efendimizi görünce soruyorlar “geldimi?” diye, Ebu Bekir Efendimizde “kim geldimi?” diye cevap verir. Bahira; “sizin oralardan Ahir Zaman Peygamberi gelecek hatta senin arkadaşlarından birisi olacak gelmedi mi?” der. Ebu Bekir efendimiz büyük bir şaşkınlıkla ben bir şey duymadım der. Mekke’ye dönndüğünde hemen etrafına sorar; “Bizim çevrede Peygaber olduğunu söyleyen oldumu?” diye. Etraftan birisi var delimi ne böyle şeylerden bahsediyor derler. “Kim o?” diye sorunca “Muhammed diyorlar ona” derler. Ebu bekir Efendimiz hemen koşup gider. peygamber efendimizi dinler ve hemen ilk iman edenlerden olur.
Fahr-i Kâinât sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, İsrâ ve Mîrac hâdisesini Kureyş müşriklerine haber vereceği zaman:
“Ey Cebrâîl! Kavmim beni tasdîk etmez!” dedi. Cebrâîl (a.s.):
“–Ebûbekir seni tasdîk eder. O sıddîktır.” buyurdu.
Nitekim müşrikler, Mîraç hâdisesini duyduklarında, derhâl Hazret-i Ebûbekir’e koştular:
“Arkadaşın, bir gece içinde Mescid-i Aksâ’ya gittiğini, oradan da göklere çıkıp sabah olmadan tekrar Mekke’ye geldiğini söylüyor. Bakalım buna ne diyeceksin?” dediler. Hazret-i Ebûbekir:
“O ne söylüyorsa doğrudur! Çünkü O’nun yalan söylemesine imkân ve ihtimâl yoktur! Ben, O’nun her getirdiğine inanırım…” dedi.
Daha sonra Ebûbekir radıyallahu anh, o sırada Kâbe’de bulunan Peygamber Efendimiz’in yanına gitti. Olanları bizzat Efendimizden dinledi ve:
“Amenna (doğru söyledin) yâ Resûlâllah!..” dedi. Allah Resûlü de, O’nun bu tasdîkinden gâyet memnun kalarak cihânı aydınlatan tebessümüyle Hazret-i Ebûbekir’e:
“Ey Ebûbekir! Sen «Sıddîk»sın!..” buyurdular.
Hazret-i Ali ona:
“Sen, şiddetli kasırgaların hareket ettiremediği ve şiddetli sarsıntıların yerinden oynatamadığı ulu bir dağ gibiydin!” buyurmuştur.
Hicret esnâsında Sevr Mağarası’na doğru giderken Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh, Fahr-i Kâinât Efendimiz’in kâh önünde, kâh arkasında yürüyordu. Allah Resûlü:
“Ey Ebûbekir, niçin böyle yapıyorsun?” diye sordular. Hazret-i Ebûbekir:
“Yâ Resûlâllah! Müşriklerin arkanızdan yetişebileceğini düşünüyor, arkadan yürüyorum; ileride pusu kurup bekleyebileceklerini düşünüyor, önünüzden yürüyorum!” dedi.
Daha sonra Sevr Mağarası’na ulaştılar. Ebûbekir radıyallahu anh:
“Yâ Resûlâllah! Ben mağarayı temizleyinceye kadar, Siz burada bekleyin!” dedi ve mağaraya girdi. Mağaranın içini temizledi. Eliyle yokluyor, bir delik bulduğunda hemen elbisesinden bir parça kesip orayı kapatıyordu. Bu minvâl üzere üst elbisesinin tamamını deliklere tıkadı, sadece bir delik kaldı. Ona da topuğunu koyduktan sonra:
“Artık gelebilirsiniz ey Allâh’ın Resûlü!” dedi.
Hz. Ebûbekir’in üst kısmında elbise olmadığını fark eden Allah Resûlü:
“Elbisen nerede, ey Ebûbekir?” diye hayretle sordu.
Hz. Ebûbekir de yaptıklarını anlattı. Bu âlicenap davranış karşısında son derece duygulanan Allah Resûlü, mübârek ellerini kaldırarak Ebûbekir için duâ ettiler.
Müşrikler, mağaraya yaklaşırlarken endişeye kapılan Hazret-i Ebûbekir Sıddîk, Resûlullah Efendimiz’e:
“Ben öldürülürsem, nihâyet bir tek kişiyim, ölür giderim. Fakat Sana bir şey olursa, o zaman bir ümmet helâk olur.” diyordu.
Peygamber Efendimiz ayakta namaz kılıyor, Ebûbekir radıyallahu anh de gözcülük yapıyordu. Bir ara müşriklerin ayaklarını görünce de:
«Ey Allâh’ın Resûlü! Eğer şunlardan biri eğilip aşağıya bakacak olursa mutlakâ bizi görür!» dedi.
“Mekkeliler Sen’i arayıp duruyorlar. Vallâhi ben kendim için endişelenmiyorum. Fakat Sana zarar vermelerinden korkuyorum.” dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz ise:
“Ey Ebûbekir! Mahzûn olma! Hiç şüphesiz Allah bizimle beraberdir!” buyurdular.
Yine mağarada iken Efendimiz (sav), Ebu Bekir Efendimize, dizini dizime yasla dedi ve dilini damağına koy ve sessizce zikret diyerek, Hâcegân yolunun usullerinden olan hafi zikrin nasıl yapılacağı ilk burada öğretildi. Ve yine dizdize ve zikir halinde iken gönüllerinde ne varsa Ebu Bekir Efendimize aktarmışlardır. Bu olay üzerine şu Hadisi Şerif Efendimizden (sav) sâdır olmuştur: “Ben de ne varsa Ebu Bekirin gönlüne aktardık” (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c. 2, s. 419). Ebu Bekir Efendimizde bu özel, hususi aktarma yöntemini, olduğu gibi bir sonraki ehil insanlara, oradan da bugünün Ebu Bekirlerine, Hâcegân Yolu diye tanımladığımız bu velayet yolu, bugüne kadar aktarıldığı gibi kıyamete kadar da aktarılacak ve hep açık kalacaktır. Bu husus da “Ahir zamanda sadece Ebu Bekirin yolu / kapısı açık kalacaktır” (Buhârî, Salât, 80) Hadisi şerifi ile taçlandırılmıştır.
Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh, yüksek sadâkat, teslîmiyet, aşk ve muhabbetiyle Allah Resûlü’nde fânî olmuştu. O’nunla kalbî râbıtayı en üst seviyede yaşamıştı. Son nefesine kadar ilâhî aşk yangını içinde benliğinden geçmiş, yalnızca Allah Resûlü’nün varlığında hayat bulmuştu. Bu itibarla Resûlullah Efendimiz’le her buluşma vaktinde ve sohbetinde apayrı bir heyecan yaşardı. Allah Resûlü’nün huzurlarındayken bile O’na olan muhabbet ve hasreti teskîn olacağı yerde daha da ziyâdeleşirdi. O’nunla âdeta aynîleşmişti. Efendimiz de bu aynîleşme ve muhabbet sebebiyle:
“Ebûbekir bendendir, ben de ondanım. Ebûbekir dünyada ve âhirette kardeşimdir.” Buyurmuşlardır.
Nitekim bir gün Hz. Ebûbekir radıyallahu anh, Kâbe’de insanları Allâh’a ve Resûlü’ne îmân etmeye çağırmıştı. Buna öfkelenen müşrikler, Hz. Ebûbekir’le mü’minlerin üzerine yürüyüp onları şiddetle dövmeye başladılar. Hele fâsık Utbe, Hz. Ebûbekir’in üzerine çıkıp çiğnedi, yüzünü demir tabanlı ayakkabılarıyla tekmeledi. Hz. Ebûbekir’in her tarafı kan revân içinde kaldı. Kabîlesi Teymoğulları, Hz. Ebûbekir’i müşriklerin elinden zorla kurtarıp baygın bir hâlde evine götürdüler. Öleceğinden korkuyorlardı.
Hz. Ebûbekir radıyallahu anh, ancak akşama doğru kendine gelebildi ve ilk olarak binbir zahmetle:
“Resûlullah nasıl, iyi mi?” diye sordu. Annesi Ümmü’l-Hayr sürekli:
“Bir şeyler yiyip-içsen!” diye ısrar ediyor, Hz. Ebûbekir ise sanki onu hiç duymuyormuş gibi:
“Resûlullah ne yapıyor, ne hâldedir?” diye sorup duruyordu. Gece olunca, binbir güçlükle ve gizlice Dâru’l-Erkām’a gidip Resûlullah’ı görünceye kadar hiçbir şey yiyip içmedi. Peygamber Efendimiz’i görünce de hemen dizlerine kapanıp:
“Anam-babam Sana fedâ olsun yâ Resûlâllah! Benim hiçbir sıkıntım yok. O habis fâsık beni biraz hırpaladı, o kadar!” dedi.
(Devam edecek…)