435. Kalbi Amellerin Zerresi, Zahirî Amellerin Dağlar Kadarından Büyüktür
Efendimiz (sav) Hazretleri bir hadîs-i şeriflerinde: “Hafaza meleklerinin işitemeyecekleri bir amel; işittikleri, haberdar oldukları bir amelden yetmiş kat efdal’dir. Bu amel ise amel-i kalb’dir” buyuruyorlar. Yine Efendimiz (sav) Hz. Muâviye’ye: “A’mâl-i kalbiyyenin zerre kadarı a’mâl-i zâhirenin dağlar kadarından büyüktür” buyurmuşlardır. Kalb amellerinin böylesine büyük olması münhasıran Cenâb-ı Hakk’a mahsus olmalarındandır. Ve nefs ve Şeytan’ın hoşlanmadığı bir amel çeşidi olmasındandır. Kezâ, amelin bu türlüsüne kimsenin muttalî olmamasından, bu amelin usûlünü öğrenip anlamanın ve buna devam etmenin pek müşkil oluşundandır.
Hulâsa, ulemâ ve evliyâ a’mâl-i kalbiyye’nin a’mâl-i zâhire’den büyük olduğunda müttefiktirler. İksâr-ı zikrullah (Çok zikir) edebilmek ve buna müvâzabet etmek (devamlı çalışmak) â’mâl-i kalbiyye ile meşgul olanların şanındandır. Zîra îman eksilir, çürür, mü’minin kalbi zamanla paslanır, zâyî olur. Bu sebeble îmanın her an yenilenmesi ve tazelenmesi ile memuruz. Kalbi çürüyüp paslanmaktan muhâfazaya ve “Hakîkat-i insaniye”nin aslına ulaştırılmasına sebeb olacak olan hâdise ancak iksâr-ı Zikrullah’tır. Bunun böyle olduğu Peygamber Efendimizin hadisleri ile sâbittir. Nitekim bunlardan birisinde Peygamber Efendimiz: “İmânınızı yenileyiniz. Nasıl? Lâilâhe illallah kavlini çok söyleyerek”[1] buyurmuşlardır.
Kur’ân-ı Kerîm’de: “De ki: Ben kendim için Allah’ın dilediğinden başka ne bir fâideyi celb etmeye, ne de bir zararı savmaya muktedir değilim”[2] buyruluyor. Bize tâlîmen, bizim aradan çıkmamıza işâreten Cenâb-ı Hakk Habîb-i Edîbine bu suretle ferman buyuruyor. Demek zarar ve fayda yönünden insanın nefsi hiçbirşeye mâlik değildir. Ancak Cenâb-ı Hakk’ın murad buyurduğu şey olur. O halde insandaki bu enâniyet nedir? Cenâb-ı Hakk insanın zâhirini de bâtınını da, şirkin celîsini de hafisini de bilir. Mükâfât ve cezalandırması buna göredir.
İnsan yalnız evâmir’e tebeiyyetten kazanır zannetmeyiniz. Bir emre imtisâlden (uymaktan) üçyüz derece kazanılır. Derecât’ın arası Arz ile Semâ arası gibidir. Bir mekrûh-u nefs’e, sabır ve tahammülden altıyüz derece bir nehy’i sabredip işlememekten, dokuzyüz derece ihsan buyrulur ki bu derecâtın mâbeyni de (arası) Arş ile Kürsî arası kadardır. Hulâsa, mü’min herşeyden kazanır. Fakat bu ecir onun niyetine kast ve himmetine göre olur[3].
[1] Râmûzü’l-Ehâdîs, s. 270.
[2] Â’raf, 7/188.
[3] Gülzâr-ı Saminî Sohbetler (6. Baskı), Hâce Osman Bedruddin Erzurumi, Hâcegân Vakfı Yayınları, Ankara 2025, Sohbet No:435, s.757.