12.2. Teslimiyette Olmak (2. Bölüm)
c. Hâcegân Yolunda Teslimiyet
Teslimiyet denilince kelime olarak insanda hoş bir intiba uyanmamaktadır. Zira teslim olmak, yenilginin, boyun eğişin, dayanamayıp pes edişin işaretidir. Yine karşı tarafın gücünü, üstünlüğünü, pozisyonunu kabul edişin ilanıdır. Teslim olmak bitişin, tükenişin, silinişin ortaya konulmasıdır. Direnişi terk etmek, silahı bırakmak, ma’reke meydanından kaçmaktır. Türkçedeki bilinen meşhur anlamıyla teslimiyet yenilgidir.
Cenâb-ı Hakka karşı tüm inadı bırakmak. Her şeyin ile ona teslim olmak. Beyaz bayrak sallamak. Cenâb-ı Hakka yenilmek. Onun gücü ve ihtişamı karşısında ezilmek. “Tamam” Ya Rabbi, “Pes” Ya Rabbi. “Sen büyüksün” Ya Rabbi gibi. Bunlar doğrudur. Ancak teslimiyetin zahir manalarından bir tanesi pes etmek yenilgiyi kabul etmektir. Teslimiyetin başka manaları da vardır. İnsan, Cenâb-ı Hakla mücadele etmeden de teslimiyeti yaşayabilir.
Bu öyle bir teslimiyettir ki içinde bir sevda vardır. Bir aşk hikâyesinin sonu ve vuslatın başlangıcıdır. Bilinen teslimiyet her zaman zilleti ifade ederken, bu teslimiyet izzeti işaret eder. Teslimiyet, adı üstünde yelkenleri indirmek, yokum demek, bittim demek iken; bu teslimiyet yeniden doğuyorum, var oluyorum, ayağa kalkıyorum demektir. Bu teslimiyet sıradan bir pes etme değil yeniden dirilişin yeniden doğuşun Halik-i Zül Celal’le buluşmanın adıdır. Bu teslimiyet yenilginin, bitişin, silinişin değil izzet kazanışın, pâye alışın başlangıcı, Müslüman oluşun adıdır. Bu teslimiyet, boyun eğip hiçliğe düşüşü değil kabul ederek, iradeyi sunmanın, cüzi iradenin külli iradeye katışın, bir damlanın okyanusa varması, ulaşması halidir. Bu teslimiyet karşı tarafın gücünü mağlubiyetle kabul etme değil bir kuzunun annesine kavuşması, bir sevdayı paylaşan iki tarafın bir olmasıdır.
Bu teslimiyette artık senlik benlik kavgalarının olmadığı ve hep Halik-ı Zül Celal’in olduğu, ikiliğin değil birliğin olduğu, insanın varlığından soyutlandığı, başka bir tabirle insanın sevdiği ile el ele verip birlikte yol alma kararının verildiği yerdir, teslimiyet… Teslimiyette, cüz’ün, kül karşısında yenilgisi çöküşü değil, cüz’ün Kül’e ulaşması, Kül içerisinde kaybolması, ikilikten tekliğe, onun eli, gözü olunması kül olma hali vardır. Bu durumda artık Cenâb-ı Hak ne derse onun dediğinde insanda şüphe olmaz. Onun dediği kendi dediği olur. Kişi Cenâb-ı Hakkın iradesi ile yeniden hayat bulmuş, küçük bir damla iken bir okyanus olmuştur. Artık meselelere bir damla çapından değil bir okyanus çapından bakmaktadır.
İlginçtir melekler cennetlikleri ‘teslimiyetle’ aynı kökten türeyen ‘selâm’ ile karşılayacaklar. Cenâb-ı Hak, kendini aynı isimle takdim ediyor: “es-Selâm”… İnsanlığın kurtuluş ve selâmeti için gönderdiği dinin adı da aynı kökten gelen bir kelime: “el-İslâm”… İşte bütün bu güzelliklere kapı olan anahtar kelime, “teslimiyet”…
Bu teslimiyet, insanın sahibini itirafıdır. Varlığını, borçlu olduğu Rabbine armağan etmesidir. Zira onun varlığı, kendisine izzet, şeref, saadet ve selâmet verenin varlığına borçludur. Yeniden dirilişin adıdır teslimiyet…
Hürriyetin basamağıdır teslimiyet. Kula kulluktan, kula köle olmaktan kurtuluşun adıdır, teslimiyet. Hakka teslim olmak, iradeyi bile isteye ona teslim etmek ve onda gark olmak. Bir demirin kor ateşte kıpkırmızı oluşu gibi kor ateş olmak. Vasfın ve sıfatların değişerek ateş halini almak. Tüm kir ve paslardan bu ateşin yakıcılığı ile temizlenmektir, teslimiyet.
Hürriyet bir mücadele sonucu elde edilir. Hür olmak öyle bedava bir şey değildir. Bir mücadele gerektirir. Bu mücadele sonucunda kazanılan bir haktır. Bu mücadelenin son durağı teslimiyettir. Teslimiyet sonunda insana, hürriyetin kapıları açılmaktadır. Hürriyet ki ne hürriyet, zamanı ve mekânı aşmak… Zamansızlık ve mekânsızlıkta Hakla beraber olmak…
Teslimiyete biz böyle bakıyoruz. Bunun dışındaki tanımlar bize uzak geliyor. Hele tasavvuf erbabına mal edilen “gassalın elindeki meyyit gibi olmak” tabirini hiç mi hiç kabul etmiyoruz. Ölü yıkayıcının elinde ölü olmak Hâcegân yoluna göre teslimiyet değildir. Ölü insanın iradesi de olmaz teslimiyeti de. Ölü insan nasıl teslim olur ki? Hâcegân yolunda teslimiyet; akıl, irade, hürriyet ve muhtariyet hepsi elde iken insanın iradesini bile isteye Hakkın emrine teslim etmesi sonucu olur. Hz. İsmail’in (as) Hz. İbrahim’e (as) teslimiyeti gibi. Cenâb-ı Hak, Hz. İbrahim’den, Hz. İsmail’i kurban etmesini ister. Hz. İsmail, (as) hiç tereddüt etmeyerek canlı ve aklı başında iken “madem ki Hakkın emri ben hazırım” diyerek emre teslim olur. Hatta babasının kendisinin halinden etkilenmemesi için kendisinin gözlerini bile bağlanmasını ister. Bile isteye ölüme yatar. Neticeyi bilerek razı olur. Teslimiyet bu olsa gerek diye düşünüyoruz.
Yine sahabeden, Efendimizin (sav) kölesi Zeyd bin Sabit’ten örnek vermek istiyoruz. Zeyd, İslam’ı ilk kabul eden sahabelerdendir. Aslında köle olmasına rağmen babası bir hükümdardı. Bir devlet başkanıydı. Oğlunu küçük yaşta kaybetmişti. Zeyd bir köle olarak Efendimize (sav) gelmişti. Kendisi çok küçük yaşta köle olduğu için bu durumun farkında değildi. Babası uzun zamandan beri oğlu Zeydi aramaktaydı. Ve nihayet Zeyd’in Efendimizin (sav) kölesi olduğunu öğrendi ve Efendimize (sav) durumu anlatarak çok yüklü paralar teklif etti. Oğlunu kendisine satmasını istedi. Efendimiz (sav) bu durum karşısında Zeydi çağırarak durumu anlattı. Ve Zeyd’e dedi ki; “Ben babandan hiçbir ücret talep etmiyorum. İstersen sen babanla birlikte gidebilirsin” dedi.
Köle Zeyd bir prensti. Bir Şehzade idi. Gittiğinde babasının yerine geçecek ve kral olacaktı. Efendimizde (sav) ona izin vermişti. Hiçbir engeli yoktu. Ama Zeyd tarihi bir cevap verdi. “Başka bir yerde Kral olacağıma sizin yanınızda köle olmaya razıyım Ya Rasulallah” dedi. Hürriyetini böyle kazandı. Zeyd gitmedi. Küfrü seçmedi. Küfre bulaşmaktan korktu. İslâmın ve Müslümanların yanında kaldı. Efendimizle (sav) beraberliği tercih etti.
Şimdi biz teslim olduk diyenlere soruyorum. Sizin önünüzde ne vardı da onu bırakıp Allah’ı ve Resulünü seçtiniz. Neyi feda ettik de neyin özgürlüğünü istiyoruz.
Buralarda çokça durulması gerektiğini düşünüyoruz.
Cenâb-ı Hak bizleri layıkıyla teslim olan gerçek hürriyetine kavuşan kullarından eylesin.
Muhteremler !
Rabbimizin izni, lütfu ve keremiyle izaha gayret ettiğimiz insanın kemâlât yolcuğu dediğimiz Hâcegân Yolunun esaslarını burada bitirmiş oluyoruz. Unutulmamalıdır ki bir de Hâcegân Yolunun usulleri vardır. Büyüklerimiz “usül, vusül, husül” buyurmuşlardır. İnsanın kemâlât yolculuğunu iki kanat olarak tanımladığımızda birincisi “usuller” ikincisi “Esaslar” olacaktır.
İmamı Gazali Hazretleri Hâcegân yoluyla ilgili olarak buyuruyor ki: “Bilcümle ukâlâ (âkiller) ve hükemâ (idareci ve kadılar) ve ulemâ (âlimler) bir araya gelse, Hâcegân-ı Âliyyenin vaz’ettikleri usûl ve âdâbın yerine bundan daha enseb (en münasib) ve evfak (en muvafık)ını bulup koymaya muktedir olamazlar. Çünkü Tâife-i Hâcegân bu usûlü kendilerinden bulup vaz’etmemişler, ilimlerini mişkât-ı Nebevi’den (Nur hâzinesi) alarak, o sûretle vaz’-ı usûl ve tarîk’e muvaffak olmuşlardır.”
Elhamdulillah, elhamdulillah, sümme sümme elhamdulillah…
Fazlaca söze hâcet yoktur. Cenab-ı Hak; Hâcegânın bu fikriyatını anlamayı ve amel etmeyi, manevi büyüklerimizin isr-i manevisinden yürümeyi cümlemize nasip eylesin. Bizi bize bırakmasın. Razı olduğu kullar zümresine bizleri ilhak eylesin. Amin, amin, Ya Rabbel Alemin.
. Hâce-i Hâcegân [1]
. Hâce Turâbül Akdem [2]
. Hâcegân Vakfı Genel Başkanı
[1] Hâce-i Hâcegân: Hâcegân yolunun hocası.
[2] Hâce Turâbül Akdem: Efendimizin ﷺ ayağının tozu, önüne serilen toprak manasına gelmektedir. Miraçta Efendimiz ﷺ Cenab-ı Hakkın huzuruna çıkarken Musa (as) gibi ayakkabılarını çıkarmak istedi. Bu durum üzerine Cenab-ı Hak Efendimize hitaben; “Ayakkabılarını çıkarma, Ayağının tozuyla semâvât da şereflensin” buyurdular. Burada vücut bulan “Turâbül Akdem- Ayağının tozu” ifadesi tasavvufta bir hâl, bir sıfat olarak kullanılmaktadır.
Ezcümle Hâce Turâbül Akdem; Hâcegân Vakfı Genel Başkanlığı görevini yürüten, Hâcegânın kutlu yolunun hocası, Hâce-i Hâcegânın da mahlası olarak kullanılmaktadır. Bilgi için Bkz:https://haceganvakfi.org/hace-turabul-akdem-2/