İnsan, Merd-i Mânâ Olmalı, Merd-i Dâvâ Olmamalı
Mansûr fânî olduktan (fenâfillaha erdikten) sonra Hakk onun lisânından “Ene’l-Hak” demişken, C.Hakk buna da razı olmayarak Mansûr’un parçalanmasına muvâfakat etmiştir. Ya Haksız “ene” diyenler ne olur bilmem? Bu sözümü vahdetçiler de işitsinler. Bâzı zevat “ene” dediklerinde C.Hakk’ın onlara: “Kulum sözünde sâdıksın, lâkin bu işi hoş etmedin” diye emir buyurduğu mervîdir. Bunda çok mahzurlar varsa da en büyük mahzuru Şerîate muhâlif bulunmasıdır. Mâhâza bu da sûrettedir. Yoksa söz O’dur.
Bazı zevât bu mertebeyi geçtikten sonra “ente, ente” derler. Fakat sözle, ne “ene” doğrudur, ne “ente” doğrudur. Bu hâlin hakikatini zevken anlamak, tatmak, yakînen ve aynen bilip bulmak lâzımdır. Mâhâzâ “ben” diyen kâmil değildir.
“İsteyen yârin, Hakk ider varın,
Bulsa dildârın, saklar esrarın.”
Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. Peygamber (sav) Efendimiz hakkında: “De ki, ben ancak sizin gibi bir beşerim”[1] emr-i İlâhîsi gelmiştir. Daha biz nerede kalırız? İnsan merd-i mânâ olmalı, merd-i dâvâ olmamalı. Böyle söylüyorum amma, hâşâ ve kellâ ne Mansûr ne de emsâli zevât merd-i dâvâ değildirler. Onların bu sözleri Hakk’tandır ve bir hikmete bağlıdır [2].
[1] Kehf, 18/110.
[2] Gülzâr-ı Saminî Sohbetler, Hâce Osman Bedruddin Erzurumi, 38. s.405